AKP’nin 20. kuruluş yıldönümü kısa bir süre önce idrak edildi.
AKP iktidarı da -erken seçim çağrıları hızlı karşılık bulmazsa- 20.
senesine doğru ilerliyor. Bu yirmi sene boyunca -özellikle
muhalefet cephesinde- tartışılan ama asla tam bir görüş birliği
oluşmayan ve hep canlı olan konu, bu partinin (iktidarın) aldığı
desteğin niteliği. Siyasal İslamcılığın küresel ve lokal gelişme
süreci, bu süreçteki yerli dinamikler, tarihsel hesaplaşmalar ve
emperyalist oyunlar hakkında komplo teorilerine kadar uzanan geniş
bir literatür var. Meseleyi merkez-çevre dinamiği ile açıklamaya
çalışan, kültürel fay hatlarını işaret eden tartışmalı sosyolojik
değerlendirmeler de diğer tarafta. Elbette bu sürecin hem destek
tabanının sınıfsal özellikleri hem egemen sınıfların
yönlendirmeleriyle şekillenmiş ekonomi-politiği, kuvvetli bir başka
açıklama perspektifi. Cumhuriyetçi, milliyetçi, liberal, sol ve
hatta muhafazakar bakış açılarına göre herkes bu realiteye kendi
açıklamasını getiriyor. Zaten bir türlü mutabakat oluşamamasında,
olgudan daha çok bakış açılarının birbirlerine ilişkin kanaatleri
etkili. Bazı açıklamalar fazla şematik bir siyasi mühendisliği
yeterli görürken, bazı değerlendirmeler çok daha karmaşık
ilişkileri tartmaya çalışıyor. Bazen “patates-makarna” basitliği,
bazen aşılmaz ideolojik/kültürel duvarlar işaret ediliyor. Ancak
değişimin anahtarının asıl olarak iktidar bloku oylarında ve
blokları ayıran duvarda olduğu düşünülüyor. Yıllarca en muteber
siyasi analizin “karşı bloktan oy almadan iktidar değişmez” olması
da bu yüzden.
AKP’nin ilk on yılındaki tartışmalar, sorunu tamamlanmamış,
devam eden bir süreç olarak ele alıyordu. İktidarın “kendiliğinden
zayıflayacağı” veya siyaset dışı yöntemlerle önünün kesilebileceği
gibi çıkarımlar bir yanda, bu dinamiğin yine kendiliğinden
“merkeze” doğru ilerleyeceği, ekonomik ve toplumsal bir evrimleşme
yaratacağı varsayımı diğer yanda. Bu iki yaklaşımın en uç
savunucuları, o gün olduğu gibi bugün de birbirlerini “sürecin
akışını bozmakla” suçlamaya devam ediyor. AKP iktidarına oy
sıçraması yaptıranın 367 krizi veya e-muhtıra mı yoksa “yetmez ama
evet” katkısı mı olduğu tartışması da buradan çıkıyor. Her iki
taraf da kaygılarını haklılık kanıtı olarak sunarken, karşı tarafın
yönteminin maliyetine dikkat çekiyor. Ancak 2011 yılından -AKP’nin
zirve oy desteğini sağladığı seçimden- itibaren ve 2015’te ciddi
bir yenilgiyi tekrar galibiyete çevirip desteği tazeleyebilmesiyle,
sorun artık kemikleşmiş (kronik) bir durum olarak ele alınmaya
başlandı. Kutuplaştırma, kimlik blokları, aşılmaz ideolojik
barajlar, konsolidasyon gibi kavramlar daha çok kullanılır oldu.
Kronik sorunu aşma yöntemleri, muhalefetin ana gündemi haline
geldi. Bütün öncelik, kemikleşmiş blokların arasındaki duvarların
nasıl aşılabileceği; değiştirilemez ve belirleyici
“hassasiyetlerle” ve bir gerçeklik olarak kabul edilmesi gereken
siyasal vasatla nasıl ilişki kurulacağıydı. “Ekmelettin” formülü
gibi hamleler, tuhaf transferler, “Yenikapı ruhu”na iştirak,
dokunulmazlık oylamasındaki tercih bu taktik arayışların
mahsulüydü. Bu yaklaşım sadece başarısız sonuçlar almadı elbette,
mesela 2019 yerel seçimlerinde önemli bir başarıya da imza
atıldı.
2019 seçimlerine kadar -hatta ondan sonra da- iktidarın mevzi
yenilgiler alsa bile tabanını büyük ölçüde koruyabildiği, küçük
hamlelerle kolay biçimde konsolide edebildiği inancı pek kırılmadı.
(O tarihte iktidarın düzenli bir erime içinde olduğu hakkındaki
“yavaş ölüm tablosu” yazısını buraya bırakayım) Asıl önemli
kırılma, iktidarın da çok güvendiği blok tercihlerinin test
edildiği 2017 referandumunda yaşanmıştı. Referandum, iktidarın
ihtiyacı olan 50+1’i getirmiş ama kimlik barajının yeterince sağlam
olmadığını göstermişti. Referandumla oylamaya sunulan bugün içine
gömüldüğümüz “şahsım yönetim sisteminin” ve kendi tabanını siyasi
rehineye çevirerek etkisizleştirilmesiydi aslında. İktidar seçmeni
sezgisel bir cevap vereceğini hissettirdi. Bunu fark eden Erdoğan,
hala sürüm değeri olan şahsını oylama nesnesine dönüştürerek seçimi
kurtardı ama hemen ardından daha saldırgan bir savunma stratejisine
yönelerek oy desteğini tek güvence olmaktan çıkartmak için, gücüne
“devlet”i ortak etti. 2017’de AKP’nin kuruluş yıldönümünde yazdığım
“bu hikaye bitti” yazısında; “şimdi soru şu;
Erdoğan’ın, ‘davasız ve partisiz olarak’ ne kadar daha devam
edebileceği” dediğim için -benzer iddia sahipleri gibi- “iyimserlik
satmakla” itham edilmiştim. Daha sonra 2018 seçiminde iktidarın
aldığı sonuç gösterilerek, “ne oldu?” takılmalarına da muhatap
olduk. İki yıl bile geçmeden herkes, iktidarın geri döndürülemez
erimesinden bahseder oldu. (Bu sefer de bize karamsarlık düştü)
Elbette bu zaman aralığında önemli şeyler değişti. En başta
ekonomik kriz, dış politik dengeler ve çeşitli felaketler eşliğinde
yaşanan yönetememe krizinin alenileşmesi. Bunların iktidarın
desteğinde önemli bir aşınma yaratması son derece doğal. Zaten
doğal olmayan, bu tür “normal aşınmaların” etki etmeyeceği
sertlikte bir kimlik duvarının olduğuna duyulan yüksek iman. Diğer
yandan bu konjonktürel etkiler kadar -hem sistemin hem iktidarın-
yapısal krizinin de katkısı küçümsenemez. Fakat iktidar da
muhalefet de hala bütün yatırımlarını “duvara” yapıyor. (Her şeyini
betona yatırmış iktidar için bunda şaşırtıcı bir taraf yok) Hala
duvarlarda gedik açma peşindeki muhalefet açısından bugün güncel
soru, iktidara desteğin asıl olarak hangi nedene bağlı olarak
zayıfladığı. İktidarın kimlik temsili açısından gösterdiği zaaf
dolayısıyla duvarda gedikler verdiği fikri, bu noktaya hamle
taktiklerini cazip kılıyor. Kimi tehlikeli ideolojik taklitler,
riskli popülist taarruzlar eşliğinde duvar dövülmeye devam
ediliyor. Oysa iktidar, yeterince milliyetçi olmadığı, ihlas sahibi
bir mütedeyyin gibi davranmadığı için değil, artık cevap veremediği
için zayıflıyor. Ayrıca duvarın dışındakiler artık arkasında
kalmaya ısrarlı olanlardan daha kalabalık. Kimlik aidiyetleri ve
onların temsili üzerinden siyasal tercih yapan bir seçmen grubu
olduğunu biliyoruz. Bu grubun önemli bir kısmının kimlik hattında
direndiği anlaşılıyor ama onların desteği, iktidar ortağı partileri
-en iyi ihtimalle- 2002 seviyesinde tutabiliyor. Ancak unutmamak
lazım ki, önümüzdeki seçimi yine bir kimlik sayımı haline çevirmek,
birkaç soru etrafında herkesi tarafını seçmeye zorlamak,
dışarıdakileri cevapsız bırakmak veya yanlış cevapların peşine
sürmek, duvar delik deşik olsa bile iktidara yarayabilir. Memlekete
hiç yaramaz o kesin bilgi.