Duvar’ı Şerhh Etmek Lazım

Liberal-Muhafazakâr siteler, mesela “The Imaginative Conservative” (yaratıcı muhafakâr) Jefferson’a “Is there a Wall of seraration between church church and state?” diye soruyor. Kiliseyle devlet arasında bir duvar var mı?

Abone ol

DUVAR - “There is a wall between the religion and the state.” Orta Asya Türk Tarihi hocamız dersin bir yerinde tahtaya, altına da Thomas Jefferson adını ilave ederek bu cümleyi yazardı. Biz de yeni bir şey öğrenmenin heyecanıyla defterimize geçirirdik.

DİNLE DEVLET  ARASINDAKİ DUVAR

Din bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de (bilhassa) yükselişteydi. Humeyni devrimi geliyordu ve Erbakan çok konuşuyordu. Türkçü hocamız keyifsizdi: Jefferson dinle devlet arasında bir duvar olduğuna değil olması gerektiğine vurgu yapmıştı. Bunu anlamak lazımdı. Türklerin özelliği, Orta Asya’dan beri, araya bu duvarı hep çekmiş olmalarıydı. Fatih’e bakarsak anlardık. Atının üzerinde İstanbul’a girip Ayasofya’ya doğru ilerlerlerken ulemanın “Dualarımızla...” diye seslenmesine aldırmamalıydık.

Çünkü Fatih onlara kılıcını gösterip “Bunun hakkını yemeyin” demişti. Ölünce bindiği atın kuyruğuna düğüm atılacaktı. O kuyruğun kıllarından tuğ yapılacaktı. Bütün bunlar ulu hakanlığın devamı içindi. Gerisi hikâyeydi. Şöyle bağlardı: “Türkler Müslümanmış, pehh.”

.

Merhum hocamın dediklerini şerh etmek lazım. Şerhh dergisinde Nurdan Gürbilek’le yapılan nefis röportajı okudum –fotoğrafları da pek güzelmiş bu arada. Kafam yerinde.

Karatahtadaki o yazıyı bizden önceki ve sonraki dönemler de defterlerine yazmış, ardından izahını dinlemişti. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel pek çok hocamız gibi Köprülü’nün öğrencisiydi, o ekoldendi. Ünlü “Wall of Separation”daki “There is a wall separation between church and state”i önce İngilizceden İngilizceye, sonra Türkçeye çeviren kuşaktandı.

Okudukları pozitivist-aydınlanmacı Orta Asya’dan bugüne bütün bir Türk/Türkiye tarihini şimdi bize okutuyorlardı. Naklettikleri buydu. Aralarındaki fark milliyetçilik yorumlarındaydı. Ögel için rivayet “Şamanist” olduğuydu. Diğer milliyetçiler içinse kulaktan kulağa “MHP’ye yakın”lıkları aktarılırdı.

Şimdi ben bu mevzua “De Ville Coffee House”da espresso içerek yaklaşıyorum: Onlar ilk kuşak taşra çocukları, profesörleri idiler. Ögel Harput hikâyeleri anlatırdı. Selçuklu hocamız Mehmet Altay Köymen bir köylü çocuğu olarak Haymana’dan gelip profesör oluşuyla övünürdü. Hep birlikte ‘Ülkeyi biz kuruyoruz, onun için milliyetçiyiz’ der gibiydiler.

TARİH YAZIMI

.

Duvar dergisindeki Markus Dressler’in “Köprülü’den İnalcık’a Tarih Yazımı ve Siyaset” yazısını okurken neler geçiyor aklımdan... Köprülü’nün ‘Milliyetçiyim, onun için tarihe böyle yaklaşıyorum’ deyişiyle İnalcık’ın ‘Milliyetçiyim, ama yazdığım tarihe bunu karıştırmıyorum’ deyişini karşılaştırıyor Dressler. Ve –haklarını teslim etmeyi ihmal etmeksizin- ikisinin aynı kapıya çıktığı sonucuna varıyor. Başka bir yere varmaz ki, çıkmaz ki!

Tarihçi Koçkıri İsyanı’nı yazdığında da böyledir bu. İlk gördüğü şey bir duvardır. Taraflardan biri hilafeti duvarın öbür tarafına atmaya karar vermiş diğer taraf ona ancak atılanla mukabele edebilmişse çatışma kaçınılmazdır. Mevcut memnuniyetsizliğini anlatacak başka dili yoktur. Bir kez daha bunu çıkardığım Mahmut Akyürekli’nin kitabından çok şey öğrendim. 1920-21 isyanı, bugüne uzanan sonuçlarıyla, çarpıcı. Koç/göç, kır/er, koçkır/göçer etimolojisini bile ciddiye aldım.

BU DUVAR NASIL AŞILACAK?

Liberal-Muhafazakâr siteler, mesela “The Imaginative Conservative” (yaratıcı muhafakâr) Jefferson’a “Is there a Wall of seraration between church church and state?” diye soruyor. Kiliseyle devlet arasında bir duvar var mı? Hilafetle halifesizlik, Kıçkıri ile Ankara?

Şerhh’den bir şiir okuyunca “Neyse, benim duvarım sanal, işte bu gazete” dedim. Her duvar naif ve sanal olsa da tadından yenmese...

PERSPEKTİFLİ MİNYATÜR

Güvenlik gerekçesiyle kapandı kapakları

kal’â sunaklarının. Dört tarafı tellerle

çevrilmiş

adriyatikten sin ceddine burası bir Türk

gölüdür

oysa Adriyatik göl, hazar deniz değil

Bir türk düyyaya bedel, Hazar Türkleri

mümin değil, kürtçe bir değil

tark turk ederken tökezlemiş börteçine

takoz koysaymış alper tunga –öldü mü

belli değil-

[...]

Enes Malikoğlu

Not: Hocam Bahaeddin Ögel tatlı bir Harput şivesiyle konuşurdu. Şiddeti hiçbir şey için hiçbir şekilde onaylamazdı. Son defa akciğer kanseriyle mücadele ettiği Hacettepe’de ziyaret ettim. Yatağının etrafında kitaplar, kalemler, defterler vardı. Bir ay sonra öldü.