“Süslü yaldızlı cümlelerle, balon projelerle,
at yarışı benzeri bir sistemle,
pedagojik olmayan yaklaşımlarla
eğitimde yol alamadığımız bir gerçek.”
Müjdat Ataman
“Ders, sen öğreninceye kadar devam eder,” der bir Şaman öğretisi. Hepimiz hayattan farklı aşamalarda, farklı düzeylerde ve farklı etkilerde dersler çıkarıyoruz. Derslerimiz, biz öğreninceye kadar da devam ediyor. Hem akademik gelişim hem de toplumsal refah alanı olarak kurgulanması gereken okullarda, ders öğrenimine ek olarak çocukların iyi olma halini güçlendirecek araçlara olan ihtiyaç da giderek artıyor.
Çocuk yoksulluğundan, suça sürüklenen çocuklara, çocuklarda madde bağımlılığından çocuk işçiliği veya erken yaşta zorla evlendirme kaynaklı okul terklerine dek okul ekosistemi bir sorun yumağına dönüşmüş durumda. Ama öyle bir yumak ki bu, aslında içinde onu çözecek birçok bilimsel aracı da barındırıyor – yeter ki irade ve iyi niyet olsun.
Geçtiğimiz hafta meslektaşım Semra Topçu ile YouTube üzerinden gerçekleştirdiğimiz Yaşasın Çocuklar programında Çocuk Yoksulluğu konusunu etraflıca irdelerken, bu konuda rehberlik ve psikolojik danışmanlık birimlerinin ne kadar etkili olabileceğini ve çocukların yüzleştikleri farklı sorun alanlarına müdahalede rehber öğretmenlerin ne yönde rol alabileceğini de gündeme getirmiştik.
İzmir’de bir devlet ilkokulunda uzun yıllardır rehber öğretmenlik yapan ve sağduyusu ve meslek aşkını sayısız kez kanıtlamış biri olarak tecrübesine son derece güvendiğim Aylin Çalışkan’a bu alanda neler yaptığını sorduğumda yanıtı net olmuştu:
“Biz rehber öğretmenler her yıl sınıf ve okul risk haritası çıkarırız. Bu haritada, çocuk gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek risk faktörleri ve risk altındaki çocuklar tespit edilir. Sayılan risk faktörleri içinde ailenin sosyal güvenliğinin olmaması, anne - babanın çalışmaması, aile gelirinin miktarı, aile üye sayısıyla ilgili bölümler olur. Çocuğun sosyal güvencesi yoksa, ailenin geliri yok veya yok denecek miktardaysa bu çocuklar listelenir. Ailelerle görüşülür ve bu aileler kaymakamlık gibi resmi yardım kuruluşlarına yönlendirilir. Ayrıca okul-aile birlikleri bu risk altındaki çocuklara giysi, kırtasiye gibi yardımlarda bulunabilir.”
İlkokul gruplarında yoksulluktan dolayı okulu bırakmaya sık rastlanmadığını söyleyen Çalışkan, durumun ortaokul ve lise aşamalarında değiştiğini söylemiş, benzeri bir risk haritası çıkarılabileceğini ve yardım alma aşamalarıyla ailenin yönlendirilebileceğini, çocuğun devamsızlık takibi sonucu ilgili sınırları aştıysa durumun Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkililerine bildirilip güvenlik güçleriyle aileye ulaşılabileceğini, sosyal inceleme başlatılabileceğini ve aileye maddi yardım için gerekli işlemlerin uygulanabileceğini belirtmişti. Yani çocuğun okul sistemi içerisinde tutulmasında yine bu okul ortamındaki aktörlerin yakın takibi ve ilgisi gerekli. Ancak işin bir yönü daha var: İlgili mercilerin de bu süreçte okuldan gelen bildirimleri dikkate alıp gerekli incelemeleri ve işlemleri gerçekleştirmesi.
Çünkü, bir sene içerisinde 550 çocukla ilgilenen ve “hepsini de teker teker tanıyorum” derken gözlerinin içi gülen Çalışkan’ın da belirttiği gibi, “Okulu bırakmak sadece okulu bırakmak değildir.” Okulu bırakan çocuğun erken yaşta evlilik ve doğum sonucu fiziksel sakatlanması ve çocukluğunun yaralanmasından, madde bağımlılığına, çocuk işçi olarak bir atölyede pres makinesine sıkışarak can vermesi veya bir uzvunu yitirmesine, en temel eğitim hakkından yararlanamamasına dek birçok risk faktörü gün gibi ortada.
Okulu bir zincire benzeten ve bu konu özelinde görüştüğüm klinik psikolog Funda Akkapulu’nun ifadesiyle, okul sistemi aslında “birbirine bağlı halkalar”dan oluşuyor. “Bir halka iyi çalışsa bile bir şey ifade etmiyor, tüm halkaların birbirine kenetlenerek işbirliği yapması gerekiyor,” diyor Akkapulu.
Birçok özel okulun rehberlik hizmetlerine süpervizyon desteği veren Akkapulu, kendilerine gelen başvurulardaki tespitler ışığında önce öğrenciyle, öğrenci izin verdiğinde de ailelerle görüşmeler yaptıklarını, aile çocuğun sorununa dair herhangi bir müdahalede bulunmayı reddettiğinde de bu tutanaklı görüşmeleri ilçe milli eğitim müdürlüklerine gönderip süreci başlattıklarını, ancak sistemin tam da bu noktada tıkandığını, başvurularının zaman zaman gerekli destek sağlanmadan geri döndüğünü belirtiyor.
Bu döngü devam ettiği sürece, okul da ilgili mercilere sorunu iletip yanıtsız kalmaktansa ve velilerle kriz yaşamaktansa (1) ya sorunu görmezden geliyor –görmeyince sorun yok olacakmış sanarak- (2) ya da ehven-i şer yöntemlerle krizi yönetmeye çabalıyor – ama olan çocuklara oluyor.
Örneğin, kız çocukların erken yaşta evlendirilmesinin güya “normalleştirildiği” bir bölgede rehber öğretmenin yaptığı müracaat geri döndüğü için erken yaşta evlilik riskiyle karşı karşıya kalan bir çocuk, okulu terk etmek zorunda kalabiliyor veya öğrenme güçlüğü rehber öğretmen tarafından tespit edilen çocuğunun disleksik veya DEHB (dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) olduğunu kabul etmeyen velinin “forslu” bir aileden olması, o çocuğun gerekli eğitimleri almasının önüne duvar gibi örülüyor.
Bazen de okulda çocuğun iyi olma halini olumsuz etkileyen risk faktörlerini tespit eden rehber öğretmenlerin, hiçbir şekilde velilerin, okul yöneticilerinin ve/veya öğretmen kadrosunun desteğini alamadığı durumlar da yaşanıyor.
Akkapulu, “Rehber öğretmen, eli kolu bağlandığı durumlarda bir şey yapamıyor. Örneğin risk altındaki bir öğrenciyle görüşme yapmak için sınıf öğretmeninden izin istediğinde öğretmen buna izin vermeyebiliyor veya rehberlik eğitimi vereceği saat dilimi başka dersler tarafından dolduruluyor. Veliler işbirliği yapmıyor. Yani, birçok devlet okulunda rehber öğretmenlerin işinin önemi değersizleştiriliyor ve bunun sonucunda da işlevsizleştiriliyor,” diyor.
Ayrıca, özel okullarda bile bir rehber öğretmene 250-300 kadar çocuğun sorumluluğunun yüklendiği, devlet okullarında bu sayının çok daha arttığı düşünüldüğünde, rehber öğretmenlerin de sistemde yaratacağı değişim ve dönüşüm sınırlı düzeyde kalıyor.
Birçok rehber öğretmenin de sosyoloji, felsefe gibi farklı branşlardan gelip pedagojik formasyon almasıyla yetinildiği için, ölçme-değerlendirme becerileri olmayan, mesleki eğitim olanakları sunulmayan, kendilerini geliştirmeleri için ancak kendi ekonomik kaynaklarını kullanmaları gereken bir kısıtlamalar silsilesiyle karşı karşıya kalınıyor.
Bazen de “dokunan yanar” korkusuyla zorbalık veya istismara uğrayan çocukların durumunun tespiti ve işleme konması konusunda üç maymun oynandığı da duyumlarım arasında.
“Ağlamıyorum, Gözüme Eğitim Kaçtı” kitabını başucu kitaplarımdan biri yaptığım eğitimci Müjdat Ataman, “Biz emek veren, üreten, yaratıcı, çalıştığı yerde fark yaratan öğretmenlerin önünü açmadıkça, bu öğretmenlerin üretimlerini desteklemedikçe ve onlara bir başkasının iki dudağı arasına sıkışmamış bir kariyer fırsatı sunmadıkça kaybetmeye devam edeceğiz,” der.
Dolayısıyla okullarda her rehberlik biriminin yaptığı “önleyici rehberlik” hizmetine ek olarak, çocuk yoksulluğundan zorla evlilik sebebiyle okul terke veya madde bağımlılığı riskine, akran zorbalığına kadar birçok soruna müdahalede akut rehberliğin bu zincir halkalarının uyumlu çalışmadığı durumlarda, çocuğun eğitim hakkının elinden alınması ve çocuğun örselenmesi gibi kritik sonuçları oluyor.
Zamanında bir okurum, sevgili dedesinin bir sözünü iletmişti bana: “Yavrum sen duvarını doğru ör, isterse yıkılsın.” Ne kadar duru ve ne kadar çarpıcı bir söz, değil mi?
Eğitim ekosisteminde rehberlik hizmetlerinden yönetim kadrosuna, öğretmenlerden velilere ve ilgili yerel mercilere dek duvarları doğru örmeliyiz. Örneğin atanamayan psikolojik danışman ve rehber öğretmenleri hızlı bir şekilde atayıp okullarda her rehber öğretmen başına daha az çocuk düşmesini sağlayarak etkinlikleri artırabiliriz. Örneğin okullardan gelen akut sorunlar karşısında ilgili yerel mercilerin daha proaktif ve duyarlı olmaları için mesleki eğitimleri artırabiliriz.
Artık gündemimiz rehber öğretmenlerin niteliğini ve niceliğini artırmak olmalı; okulları ülkedeki toksik ortamın zehirlediği bir başka alan haline getirmek değil. Bu da ancak okulların çağdaş, bilimsel ve laik temellerini sağlamlaştırmakla mümkün.
Bu ve daha nice öneri, eğer gerekli irade ortaya konursa, hızla harekete geçirilebilir. İnanın o duvarlar, bir mimar ve mühendis titizliğiyle, zaten her türlü depreme karşı doğru ve güçlü örülürse ne çocuk yıkılır, ne de eğitim sistemi...