'E- Nabız’da böbreğimi vermiş olduğum var mı, bilmiyorum'
Türkiye’de organ bağışından sonra sağlık hizmetlerine erişimde vericilere kolaylık sağlanıyor mu? Konuştuğumuz gönüllü organ bağışçısı anlatıyor: “2016’da böbreklerimden birini paylaştım. Devlet nezdinde herhangi bir durumda sağlığa erişimde kolaylık sağlanmıyor. Ben zaten güvencesiz alanda çalışan biriyim. Mesleğimde SGK uygulanamıyor. Elimden geldiğince 6 aylık kontrollerimi kendi rutinime göre yaptırıyorum. E- Nabız sisteminde bile böbreğimi vermiş olduğum var mı bilmiyorum.”
DUVAR- Sağlık Bakanlığı verilerine göre Temmuz 2019’da organ nakli bekleyen hasta sayısı 26 bin 524. Bunların 22 bin 868’i böbrek nakli bekleyen hastalar. 2250 kişi karaciğer, 1116 kişi kalp ve 289 kişi pankreas nakli bekliyor.
Organ nakli iki şekilde yapılıyor: Canlıdan canlıya ve beyin ölümü gerçekleşmiş kişilerden yani kadavradan. Canlıdan yapılan nakiller sadece böbrek ve karaciğerle sınırlı. Kadavradan yapılan nakiller ise böbrek, karaciğer, pankreas, kalp, kalp kapakları, kornea, yüz, el, kol ve bacakları kapsıyor.
Türkiye’de kadavradan organ bağışı oldukça düşük seviyelerde. Avrupa ülkelerinde organ vericilerinin %80’i kadavra, % 20’si canlı kaynaklıyken, Türkiye’de tam tersine organ vericilerinin % 80‘i canlı, % 20’si kadavra kaynaklı.
Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sağlığa erişim neoliberal standartlara uyumlu. GSS (Genel Sağlık Sigortası) primini ödeyemeyen, sigortası olmayan kişiler devlet hastanelerinde muayene ücreti ödemeden sağlık hizmeti alamıyorlar. Peki organ naklinde verici olan kişiler için Türkiye’deki sağlık sistemi kolaylık sağlıyor mu?
‘BİR YAŞAMI YEŞERTMEK MÜMKÜN’
Bu durumun çarpıcı örneklerinden bir organ bağışçısı, isminin haberde geçmesini istemiyor. 2016 yılında bir böbreğini arkadaşıyla “paylaştığını” söylüyor. “İki yıl önce tanışmış olduğum bir arkadaşıma verdim. Hatta çok yakındık da diyemem. Benzer alanlarda üreten insanlardık. O da tek çocuk, ben de. Operasyondan sonra böyle duygusal bir kardeşlik durumu oldu.”
Organ bağışçısı kararı almakta hiç zorlanmadığını anlatıyor: “Zaten hayatımız gün içinde onlarca tehlikeden geçerek devam ediyor. Mühim olan bizim bize yapabileceğimiz şeyler. Böbreğe ihtiyacı olduğunu duyduğumda karşımda somut olarak yapılacak bir şey vardı. Çeşitli yerlere bağış yaparak, para vererek vicdan temizlemek değil de gerçekten bağırıp çağırmadan, kendi kendine yapabileceğin bir şey, attığın taşın bir anlamı olduğuna tanıklık edebileceğin bir şey… Böbürlenen bir yerden söylemiyorum ama bir yaşamı yeşertmek mümkün. Arkadaşımın babasında kalıtsal bir problem vardı. İşte biz hallettik kendi aramızda.”
‘SANILDIĞI GİBİ HAYAT KALİTESİ DÜŞMÜYOR’
Sonraki süreçte herhangi bir sorun yaşamadığını da özellikle vurguluyor: “İnsanlar verici olduktan sonra hayat kalitesinin düşeceğinden korkuyor, fakat öyle olmuyor. Nitekim beş yıldır yaşayan biri olarak da bunun teminatı olarak değerlendirilebilirim.”
Ameliyattan sonraki karşılaşmalarını soruyorum. Şöyle anlatıyor: “Verici için ameliyat yaklaşık iki saat sürüyordu o dönem. Alıcı için 6 saat falan sürmüştü. O gün zaten narkozun etkisiyle geçiyor. Ertesi gün onun odasına gittiğimde tabii ki duygusal anlar yaşandı, fakat enterasandı. Ne hissettim? Kıymetli, kudretli hissettim kendimi.”
'VERİCİLER AÇISINDAN DEVLET NEZDİNDE BİR HİMAYE SÖZ KONUSU DEĞİL'
Meselenin sağlık sistemi ile ilgili kısmına geliyoruz. Türkiye’de vericilerin sağlık sistemine erişimlerinde çeşitli kolaylıklar sağlanıyor mu? Şunları söylüyor: “Bazı özel hastaneler, vericiye operasyondan sonraki altıncı ayında sağlık kontrolünden geçirmeyi taahhüt ediyor, fakat devlet nezdinde herhangi bir durumda sağlığa erişimde kolaylık sağlanmıyor. Ben zaten güvencesiz alanda çalışan biriyim. Mesleğimde SGK uygulanamıyor. Elimden geldiğince 6 aylık kontrollerimi kendi rutinime göre yaptırıyorum. Aile hekimliğine gidip, durumumu anlatıp kan tahlili rica ediyorum. Yılda bir kere ultrasonla böbreğimin durumuna baktırıyorum. E- Nabız sisteminde böbreğimi vermiş olduğum var mı, bilmiyorum. Sağlık notları kısmına kendim yazdım.”
‘BEŞ YIL BOYUNCA BÖBREĞİMDEN KAYNAKLI TEK BİR SORUN YAŞAMADIM’
"Nasıl olabilirdi? Sağlık sisteminin vericiler için ne yapması gerekirdi?" sorusunu ise şöyle yanıtlıyor: “Ben organ verdiğim için emekli olma derdinde değilim. Böyle çıkarcı bir yere taşıma değil ama, mesela hayat boyu her türlü sağlık harcamam devlet tarafından karşılansaydı ya da bu vaat edilseydi çok daha rahat olurdum. Grip için bile doktora gitmenin külfetli olduğu bir memleketten bahsediyoruz. İnsanlarda ‘Hastanelere düşersem ne yaparım’ çekincesi olabilir ama şunu defaten belirtmek isterim; Beş yıl boyunca böbreğim nedeniyle herhangi sağlık problemi yaşamadım.”
‘BÖBREĞİMİ SATARIM ŞAKALARI SAÇMA, GEREK YOK YANİ’
Bu kararını ailesi nasıl karşılamış?; “Annem ilk duyduğunda panik yaptı. Babam bir süre sessizliğini muhafaza etti. Sonra şey dedi: ‘Mal, mülk bırakamıyorum galiba oğluma ama iyi bir insan yetiştirdiğimi görüyorum, bu bana yeter.’ Bunu duymak çok değerliydi benim için.
Yokluktan organlarını satan insanlar olduğu biliniyor hatta bazen dalgası geçilir, ‘yeni telefon almak için böbreğimi sattım’ diye… Bu da sağlıksız bir geyik. Buradan sesleniyorum: Onlar hoş geyikler olmayabilir. Saçma, gerek yok yani… Benim için sorun yok ama alıcı bundan hüzünlenebilir, kırılabilir. Bir şeyi vermek, ikram etmek, paylaşmak daha kolay ama kabul etmek, almak daha zor.”
‘BİR YILDIR ORGAN NAKLİNİ DURDURDUK’
Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları ve Nefroloji uzmanı Ramazan Danış ise organ nakli için gerekli şartları şöyle sıralıyor: “4. derece akrabalığa kadar nakil gerçekleşebiliyor. Bu yoksa kan grubu uyumluluğu gerekiyor. Kişinin reşit olması ve sağlıklı olması gerekiyor. Bunların dışında alıcı ile verici arasında bir çıkar ilişkisi olmaması gerekiyor.
Diyelim kişi 4. dereceye kadar akrabası değil. Bu durumda etik kurul devreye giriyor. Etik kurulu sağlık müdürlüğünden, doktorlardan, emniyet ve valilikten birer yetkili oluşturuyor. Heyet bu iki kişinin arasında bir çıkar ilişkisi olup olmadığını inceliyor.”
Ramazan Danış, pandemi döneminde organ naklinde çok dramatik düşüşler olduğunu belirtiyor: "Diyarbakır Eğitim ve Araştırması olarak pandeminin pik yaptığı yerlerde maalesef organ naklini durdurduk. Bir yıl içinde hiç nakil yapmadık. Bir kişinin böbreğini bir kişiye verdiğinde alıcı o böbreği atmasın diye bağışıklığı baskılayıcı ilaçlar veriyoruz. Bırakın korona virüsü herhangi en basit enfeksiyonda kişiyi kaybedebiliyoruz. Mutasyonlar başımızda bela olmazsa Mart ayında tekrar nakillere başlayacağız.”
‘DONÖRLER FARKLI BİR KİŞİLİK ÖRNEĞİ’
Danış, organ bağışı konusunda çekinceler olduğunu ama en çok da yanlış inançlar olduğunu vurguluyor: “Türkiye’de yapılan böbrek nakillerinin sadece yüzde 20’si kadavra. Avrupa’da bunun tam tersi yani yüzde 80’i kadavra. Halk daha bilinçli. Dini engeller çok fazla yok. İslam dininde de bu konuda engel yok. Hatta 1980 yılında Diyanet’in organ naklini teşvik ettiği bir genelge var. Fakat halk içinde yanlış inanışlar ve bilgiler yaygın. Vücudu paramparça edecekler, tanınmaz hale gelecek gibi…
Bana göre organ naklinin önemi ta çocukluktan başlanarak anlatılmalı. Türkiye’de her gün yüzlerce beyin ölümü gerçekleşiyor. Her bir kişi 7 kişiye hayat verebilir. Her bir kişi iki böbrek, bir kalp, karaciğer, akciğer, kornea (…) verebilir ama maalesef beyin ölümü konusunda korkunç bir ketumluk var. Şu an sadece 26 bin böbrek hastası böbrek bekliyor. Ben de organlarımı bağışladım. Bu konuda duyarlı olmak lazım.”
Son olarak Danış’a konuştuğum organ bağışçısını, haberin çıkış nedenini anlatıyorum. Tepkisi şöyle oluyor: “26 yıldır hekimim. Donörler farklı bir kişilik örneği. Asaletlerine hep hayran kalmışımdır.”