Ece Erdoğuş Levi: Bir şey yapamamanın isyanı kitap yazdırdı

Ece Erdoğuş Levi'yle 'Şehrazat’ın Son Sözleri' kitabını konuştuk. Levi, "Romanın tümü bu isyandan, bir yazar olarak bu isyanı kalemimle dile getirme isteğimden doğdu" dedi.

Abone ol

DUVAR - Ece Erdoğuş Levi'nin yeni kitabı 'Şehrazat’ın Son Sözleri', Kafka Kitap tarafından yayımlandı. Levi, kitapta Şehrazat adlı editör bir kadının yeni tanıştığı bir adamla yaşadığı bir geceden yola çıkarak kadın cinayetleriyle ilgili hikâyeler anlatmaya başlıyor. Ardından da mektuplarla Şehrazat olayların iç yüzünü ve sonrasını anlatıyor. 

Ece Erdoğuş Levi'yle kitabını konuştuk. 

Kitabın başında Şehrazat isimli bir editör var, 'Binbir Gece Masalları’nın Şehrazat’ı gibi başlıyor romanınız biraz. O Şehrazat’la günümüz, modern dünya Şehrazat’ı arasında bir fark var mı sizce?

Evet, bahsettiğiniz benzerlikten yola çıktım, yani kahramanımı kurarken eserin aslında bir anlamda ‘itici gücü’ olan ‘anlatarak hayatta kalma, böylece hem kendini hem de diğer kadınları kurtarma isteğini’ kullandım. Yani farklardan çok özdeki bu benzerliğe odaklandım. İki romanda da Şehrazat, ölüm tehdidi karşısında yaşamak için hem kendisi hem de diğer tüm kadınlar adına anlatma eylemine girişiyor. Anlatarak hayatta kalıyorlar. Benim kitabımdaki Şehrazat, hem hayatta kalıyor, tehdit kalktığında dahi anlatmaya devam ederek de kendini gerçekleştiriyor.

Kitap, bir roman akışında ilerlese de ayrı ayrı kadına şiddet, cinayet, cinsel taciz hikâyeleriyle ilerleyen, hatta Şehrazat’ın mektuplarıyla da devam ettirilen bir iş. Bu mektuplarda siz ne kadar varsınız? Bu kurguyu yapmak nereden aklınıza geldi?

Her gün yaşananlarla artık içimde öyle çok kadın hikâyesi birikmişti ki bunları anlatan bir roman yazmak istiyordum. Üst bir kurgu yapıp yapmama konusundaysa kararsızdım. Önce 'Şehrazat’ın Kitabı’nı yazdım, yani hikâyeleri. Fakat hikâyeleri öylece bırakmak içime sinmedi. Öyle kötü şeyler yaşattım ki onlara. Aslında daha kötüsü gerçeğin tam da bu olmasıydı, yani benzer olayların yaşanmış ve yaşanıyor olması. Neden böyle yazmak zorunda kaldığımı anlatmak, onlarla kendimce dertleşmek istedim. Belki biraz umut, belki biraz destek, özür dilemek için... Özellikle o bölümlerde Şehrazat’la, aynı zamanda kitabın yazarı o olduğu için öyle çok bütünleştim ki kimi söylemek istediklerimi o benim yerime söyledi.

Mektuplar sanki istenen adaletin maalesef ilahi olarak tecellisiyle mümkün olduğunu gösteriyor. Burada içten içe adalete, yasaya da isyan var gibi hissettim. Doğru mu?

Yaşananlara, açık açık geliyorum diyen olayların yaşanmasına isyan aslında. Bunları tüm açıklığıyla gösterme, yansıtma isteği. Çaresizliği görmenin ve bir şey yapamamanın isyanı... Mektuplarda o ilahi adaletin tecellisine atıflar var evet, 'Temiz Yüzlü' hikâyesinde bunu özellikle yaptım, o hikâye yazarken içimi çok yaktı çünkü. Aslında romanın tümü bu isyandan, bir yazar olarak bu isyanı kalemimle dile getirme isteğimden doğdu.

Şehrazat'ın Son Sözleri, Ece Erdoğuş Levi, 150 syf., Kafka Kitap, 2022.

Kitapta gerçekle kurgunun iç içe olduğunu, hatta araştırma yapmadan yazdığınızı söylediniz. Peki yer yer bir erkeğin konuşma jargonuyla yazmak sizin için zor olmadı mı?

Evet, gerçekle kurgu iç içe ve biz o gerçeğin içinde yaşadığımız için araştırmaya gerek kalmaması da bir başka acı. Şöyle ki bazı hikâyeler tümüyle kurgu, birkaç hikâyede ise beni gerçekten çok etkilemiş olaylardan yola çıktım ama onları birebir aktarmak gibi bir isteğim ya da kaygım olmadığı için, bende kaldıkları kadarıyla yetinip yeniden kurgulamayı tercih ettim. Bu yüzden de romanıma, "Türkiye’de şiddet ve baskı gören, cinsel tacize uğrayan, yaralanan, öldürülen, sır olan, sesini duyuramayan tüm kadınlar için, onlardan ilhamla.." diye başlayarak bunları yaşayan tüm kadınlara ithaf ettim.

Jargonlar ve diyaloglar konusunda, uzunca bir zaman tiyatro yapmamın yararını görüyorum bence. Ayrıca beynim sürekli kayıt halindedir, hep biriktiririm, gördüğüm yüzü, konuşma şeklini, seçtiği kelimeleri unutmam. Bu aslında hiç fark etmeden yaptığım bir şey, doğam böyle... Sonra metnin bir yerinde aniden konuşmaya başlar o erkek, kadın ya da çocuk... Hem tanırım hem de tanımam o kişiyi ama bilirim.

Anlattığınız bir hikâyede, 2018 yılında bir kadını bardan kaçıran adamın haberini konu alıyorsunuz. Takip ettiğim, konuyla ilgili çıkan son haberde hakkında işlem yapılmadığı, hala aramızda olduğu yazıyordu. Bu haberleri unutturan gündem, kadını eşya gibi görmek ve alıştırılmak size ne hissettiriyor? Kitabı yazarken haberin akıbetini araştırdınız mı?

Bu olay bugüne dek beni en çok etkileyen olaylardan biridir. Kitaptaki bir hikâyemin ilhamı, yazarken yola çıkışım bahsettiğiniz haberdir. Tabii benimki bir hikâye, sonuçta o görüntüden yola çıkarak tümüyle benim kurguladığım bir şey ve bambaşka yerlere giden bir kurgusu var. O günlerde o olayda bir sonuç alınamadığını, işlerin çok karıştığını haberlerden öğrenmiştim, çok öfkelenmiştim fakat sonrasında ne olduğunu bilmiyorum açıkçası. Eğer ki dediğiniz gibi bir sonuç alınamadıysa, o gece her ne yaşandıysa onun kadar vahim bir durum bu.

'BİR YAZAR OLARAK ÜZERİME DÜŞENİ YAPTIĞIMI DÜŞÜNÜYORUM'

Sizce toplumsal farkındalığı yaratmak nereden başlıyor? Bu kitabı kadını korumakla görevli mercilere de göndermek gibi bir niyetiniz var mı?

Kesinlikle hep kadın diye ayırmak doğru değil, bu meselelerde hemcinslerine hiçbir duyarlılık göstermeyen kadınlar olduğu gibi, çok daha işin içine giren erkekler de var muhakkak. Dediğiniz gibi kitabı okuyanlar daha duyarlılık sahibi insanlar olabilir, ben de öyleydim ama bu kitabı yazmam o duyarlılığımı bir adım ötesine taşıma isteğimdi. Benim kendimce harekete geçişim ancak böyle olabilirdi. Çünkü bir yazar olarak yapabileceğim en çok şey de bu romanın okurunda yarattığı duyguyla o duyarlılığın bir adım ötesine geçip, ‘Acaba ben nasıl ses verebilirim, kendimce ne yapabilirim?’ sorgulamasına girişmesidir.

Bence toplumsal duyarlılık evde, ailede başlıyor. Okur için bahsettiğim sorgulama da ‘annenin oğlunu yetiştirirken bu konuda ona müthiş bir hassasiyet kazandırması’ olabilir örneğin... Ya da bir öğretmenin öğrencilerine... Herkesin kendince yapabilecekleri muhakkak var. Ben yazar olarak üzerime düşeni yaptığımı düşünüyorum.

Kitabın ilk sayfalarında öğlen kuşağında her gün bir şekilde maruz bırakılan evli çiftlerin kaçma, başka biriyle evli olduğu halde evlenme hallerine ve daha başka bir sürü absürtlüğe şahit oluyoruz. Bu cümlelerin altını çizme nedeniniz farkındalık mıydı?

Bu konuda kocaman bir şakanın içinde yaşıyor gibiyiz, kadın erkek ilişkisi, aile kavramı, çocuk sahibi olmak... Bir yandan müthiş hesaplarla, on kere düşünülüp taşınılırken, bir yandansa akıl almaz şekilde acayip bir boşvermişlikle, aldırışsızlıkla, neredeyse salt güdülerle yaşanıyor. Şiddet de buna benzer şekilde yaşanıyor mesela. Bu derin uçurumu, yani o ‘çok normalmiş gibi yaşananların’ gerçekteki karşılığına vurgu yaparak ortaya koymayı, 'siz ne konuştuğunuzun farkında mısınız?' demeyi istedim. O hikâyedeki kadın da kendi hikâyesini, kendinden o çok farklı sosyal yapıdan çiftin yaşadıkları üzerinden sorguluyor. Benzerlikleri de yok değil, hatta kendini eksik görüyor. Bu da trajikomik bir sonuç doğuruyor tabii.

Okuyanlardan size gelen eleştiriler nasıl? Siz yazarkenki hislerinize benzer şeyler mi düşünmüşler? Size gelen yorumlar arasında hiç böyle düşünmemiştim dedirten var mı?

Çok etkilendiğini, birçok duyguyu bir arada yaşadığını, üzüldüğünü, öfkelendiğini söylüyor okuyanlar. Tüm bu söylenenlerin ışığında güçlü bir duygu uyandırdığımı görüyorum okurda... Şehrazat da, ben de bu içimizde biriken o çok acı görüntülerin, okuduğumuz haberlerin belki de artık sessiz kadınlarına ses olmak istemiştik, bunu da en çok kalemimizle yapabilirdik, başarabilirsek ne mutlu...