Yahudiliği sonradan Nazi Almanya’sında “keşfetmiş” ve benimsemiş olmasına rağmen, Roditi’nin bir damla mürekkebe bir okyanus kadar değer veren bir kültürü miras aldığı aşikâr. Hem dışarıda hem içeride olanın aşkınlığı ve sabrıyla yaşamış, kendiliğinden cömert ve kendinden başka bir şey olamamış saf bir yürek olduğu da. Eşcinselliği, Yahudiliği, ötekiliği suratına durmadan tokat gibi çarpılırken bile, haklı direncinde öfke biriktirmemiş.
Birkaç hafta önce Clifford Endres’in İngilizce bir makale olarak yazdığı, sonra eşi Selhan Savcıgil-Endres’in Türkçeleştirilip Kırmızı Kedi Yayınevi’nde bastırdığı 'Edouard Roditi ve İstanbul Avangardı' (2018) kitabını okudum. Bu minicik kitabın içinde devasa bir hayat, onun dokunduğu başka devasa hayatlar ve ağız sulandıran koskoca bir tarih var. İstanbul, New York ve Paris’i içine alan, birçoğumuzun yakından bildiği ve sevdiği yazarlar, sanatçılar ve tarihi yaşarken yeniden yazmış insanların kesişen yolları, belki duyduğumuz belki hiç duyamayacağımız hikâyeler. Şimdilerde pek nadiren duyduğumuz isim ise bunca hayatı bir araya toplamış, başka dillere ve ülkelere taşımış, yaratımlarına müthiş katkılar sağlamış ve kültür-sanat emekçisi sıfatını en çok hak edenler arasında olan Roditi’nin bizzat kendisi.
Sürrealist yazar, şair, çevirmen, eleştirmen, hikâye toplayıcısı, gezgin (neredeyse derviş), çok dilli bir bibliyofil, misafir gittiği evin bulaşıklarını yıkamadan çıkmayacak kadar alçakgönüllü ve yakın dostlarından Alain Bosquet’nin dediği gibi “olası her kültürün diğer olası her kültüre kendinden menkul elçisi” idi Roditi. 1910’da Paris’te doğmuş ama babası İstanbullu bir Sefarad. Annesinin tarihi ise buraya sığmayacak kadar uzun. Babaannesinden Ladino’yu öğrenmiş fakat babaannesinin görme problemleri başlayınca ona İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Yunanca ve İspanyolca gazete ve kitap okuyabildiği için en sevilen torun mertebesine yükselmiş. Daha ilkokuldayken tanıştığı Joseph Conrad’dan aldığı ilhamla yazıya bulaşmış, ölene kadar mürekkep yalamış, gittiği her yeri müthiş bir kıvraklık ve ehillikle kendi mekânı kılmış Roditi’nin bir arşivci ya da edebiyat tarihçisinin en keyifli ve uzun rüyası olması ise kaçınılmaz —En azından kendi adıma böyle. Onun ülkelere, şehirlere, mektuplara, kitaplara ve (ne yazık ki) hafızalara sığmamış tarihini ve geride bıraktıklarını anlamak için belki de en az üç dil bilmek gerekiyor, ayrıca onun gibi her ortama girecek kadar geniş bir yürek, halis bir alçak gönüllülük ve bitmek tükenmek bilmeyen bir merak. Sara nöbetlerini de deneyimlemişsek ne âlâ!
Yahudiliği sonradan Nazi Almanya’sında “keşfetmiş” ve benimsemiş olmasına rağmen, Roditi’nin bir damla mürekkebe bir okyanus kadar değer veren bir kültürü miras aldığı aşikâr. Hem dışarıda hem içeride olanın aşkınlığı ve sabrıyla yaşamış, kendiliğinden cömert ve kendinden başka bir şey olamamış saf bir yürek olduğu da. Eşcinselliği, Yahudiliği, ötekiliği suratına durmadan tokat gibi çarpılırken bile, haklı direncinde öfke biriktirmemiş. Gönlü de eli de bol, ama zaman zaman üç beş kuruşu bir araya nasıl denk getirip kiramı öderim diye ter dökmüş bir emekçi olarak da hatırlansın isterim.
Roditi ismi ilk kez Yaşar Kemal’in 'İnce Memed' romanının İngilizce çevirmeni olarak karşıma çıktı. Collins and Harvill Press’in 1961’deki ilk baskısından sonra 'İnce Memed' 2005 yılında yeniden New York Review of Books tarafından basılmış. 2010’da müdavimi olduğum kitapçının kalabalık raflarından birinde bulduğum bu baskıydı. Bu ismin o günden beri kaldırdığım her taşın altından çıkacağını bilmem tabii mümkün değildi! Bu ilk karşılaşmadan iki üç sene sonra yakın arkadaşım Ammiel Alcalay’ın kitaplığından hem Roditi’nin kendi yazıları hem çevirileri yığıldı masama — Yunus Emre’yi de çevirdiğini böyle keşfettim. Uzun uzun aralarındaki dostluğun birçok coğrafyaya ve dile yayılmış hikâyelerini dinledim. Yine o dönemde haşır neşir olduğum Dövülmüş Kuşak (nam-ı diğer Beat) şairlerinin arşivlerinden çıkıp çıkıp geldi Roditi. Ve şimdilerde Yaşar Kemal’in sadece çevirmeni değil arkadaşı da olan, Abidin ve Güzin’in İstanbul-Paris arası getir götür işlerini yapan, Yüksel Aslan’dan Andre Breton’a bahsettikten sonra Paris’e ilk sergisini açmak için götüren, Samuel Beckett’le birlikte James Joyce’u çeviren, Kamondo’ların aile dostu, 300’e yakın Yahudi’nin Nazilerden kaçışına yardım eden ya da Nürnberg Mahkemelerine çevirmen olarak katılan Roditi’yle tanışıyorum.
Endres’in aktardığı bir anekdot ise çok manidar: Roditi, hem ziyaret hem de o zamanlar yeni keşfettiği Türkiyeli bir romancının kitabını İstanbul’da yaşayan bir akrabasıyla çevirmek amacıyla 1950’lerin sonunda İstanbul’a gelir. Akrabasının eşi onu havaalanından almaya gider. Ev yolunda pek konuşmazlar çünkü her ikisi de aynı dili konuşabildiklerinin farkında değildirler. Eve gelindiğinde Roditi kuzenine üstünde Yaşar Kemal yazılı bir kâğıdı uzatıp “Bana söylendiğine göre, birlikte bir Türk [özgün imlâ] yazar çevireceğiz, adı işte burada yazılı,” der. Ev sahiplerinin neden gülmeye başladığını anlamayıp bozulur. “Niye gülüyorsunuz, yoksa bu Türkiye’nin en kötü yazarı mı?” diye sorar. Kuzeni Tilda Serrero’nun Yaşar Kemal’le evli olduğunu böyle öğrenir Roditi —Kemal Gökçeli’nin Yaşar Kemal’e evrilme hikâyesini bilmiyorsanız Endres’in kitabına başvurun derim—Serrero hem Kemal’e hem Roditi’ye unutamayacakları bir ilk buluşmayı da böyle hoş bir muziplikle yaşatır. Kemal’in, toplam 17 kitabını İngilizceye kazandırmış bir çevirmen olarak Serrero’nun adı neden 'İnce Memed'in 2005 baskısında ortak çevirmen olarak artık anılmıyor, çok merak ediyorum doğrusu. Diğer bir soru da: Kitabın 1961 baskısında neden sadece Serrero’nun adı çevirmen olarak geçiyor ama Roditi’den eser yok?
Benim zamanımda çocukları hep leylekler getirirdi. Sanırım başka hikâyeler anlatılıyor artık doğum “mucizesini” açıklamak için ya da öyle umuyorum. Ama tarih, edebiyat, bilim ya da şiir konuşurken hâlâ leyleklerle özetliyoruz kısa ya da uzun tarihimizi. O yüzden çok yalnız şairlerimiz, kimseden ilham ya da bir dilim ekmek almamış toplumcu yazarlarımız, hiç rüya görmemiş sürrealistlerimiz, kendini tek ve hür bir birey olarak yetiştirmiş ve yine kendiliğinden ünlenen sanatçılarımız, mucizevî bir şekilde daha dili tam öğrenemeden o dil üzerinden Nobel edebiyat ödülü almışlarımız, kitaptan çok kartvizit okumuş önemli düşünürlerimiz ve leyleklerin getirip getirip çatılara bıraktığı bir dünya dolusu değerli insanımız var. Şimdi Roditi’nin arşivlerine usul usul dalarken acaba bu bildik hikâyedeki leyleklerden biri Roditi mi diye düşünmeden edemiyorum.