“Ege’nin iki yakası” dediğimizde aklımıza gelen, hayat veren bir
denizin iki kıyısında yaşayan iki halk. Politikacıların sürekli
nefreti körüklediğine, düşmanlığı ön plana çıkarttığına bakmayın,
aslında halklar nezdinde kardeş iki ülkeden söz ediyorum.
Kültüründen yemeklerine, alışkanlıklarından müziğine her şeyiyle
aynı iki ülke. Şüphesiz farklılıklar var ama bu, insanları
birbirinden uzaklaştırmıyor. İki halk, asırlar boyu birbirine
yaklaştı, yaşanan onca acıya rağmen en ufak bir şeyde hep
birbirinin yardımına koştu. Birlikte sevindik, birlikte üzüldük.
Neşeli şarkıları iki farklı dilde ama aynı notalarla söyledik,
sesimize ses kattık. Horonda buluştuk, zeybek ve sirtakiyi
karşılıklı sevdik.
Yazdıklarını severek okuduğum Kavel Alpaslan, dün bu mecrada
yayımlanan yazısında, Grup Yorum
repertuvarında yer alan, farklı coğrafyalarda filizlenmiş
şarkılardan bahis açıyordu. Bunlardan biri “karşı kıyı”nın sesini
buraya taşıyan “Oğula Ağıt”. Teodorakis’in “O Levendis” adlı
şarkısının Türkçe versiyonu bu. Bizim kuşak Grup Yorum’la duydu,
onların sesinden bildi ama aslında eski bir şarkı bu… ‘70’li
yılların sonuna doğru Türkçeleştirildi. Bir dönem Selda kayıt
altına aldı, bir kasetinde bu şarkıya yer verdi ama halk karşısına
ilk çıkışı, Timur Selçuk’un meşhur ODTÜ konseri. Sanatçı,
piyanosunun başında, “katil oligarşi” ve “faşizme ölüm, halka
hürriyet” sloganlarını müteakip şu sunuşu yapıyor: “Sevgili
arkadaşlar, Yunanistan’da devrimci müzik konusunda en büyük
öncülüğü yapmış olan Teodorakis’in bir marşını, Çiğdem Talu
sözleriyle biz bugün sizlere ilk kez söyleyeceğiz…” Sonrasında,
şarkı başlıyor. Oğlunu faşizme kurban veren bir annenin (ya da
babanın) ağıdı bu. Grup Yorum, bir dizesini, biraz da dönem
koşulları yüzünden yumuşatır ve “zulüm yılanı” diye söyler ama
Çiğdem Talu’nun yazdığı sözler şöyle: “Kurşun değildi / Top tüfek
değildi / Faşist yılanıydı / Boğan oğlumu…”
Karşı kıyıyla sadece sevinçlerimiz değil, acılarımız da ortak.
Alpaslan, andığım yazıda Bandista’dan söz ediyor. Topluluk, 2009
yılının 12 Eylül günü dinleyicileriyle buluşturdukları albümleri
“Paşanın Başucu Şarkıları”nın kapanışında yer alan “Yan Babilon”da
şunları söylüyor: “İster polis olsun ister astinomia fon / Burda
vurdu Ferhat'ı orda gitti Aleko'n / Lakin Atina'da bu kez işlemedi
tiyatron / Bu sefer de sen yan, yan yan yan Babilon…” Ekip, şarkıyı
şöyle tanıtıyor: “Babilon [Babil] kenti Tora ve Yeni Ahit
ikonografisinde müesses nizamın, sürgünün, işkencenin, ticaretin,
paranın ve 'günahın' içinde cisimleştiği bir tarife sahiptir ve
ayrıca Rastafaryan harekette çürümeyi ve batı toplumunu simgeler.
80 darbesinin yarattığı toplumsal atmosfere ve sistemin kökenlerine
dair göndermeler ve temelde devlet şiddetinin iki kurbanını
Yunanistan aralık isyanı çerçevesinde anarak Babilon'un
temellerinden sarsılıp yıkılmasına dair bir çağrıyı metin bloğunda
sunan şarkı müzikal, vokal ve koral tercihleriyle Bandista'nın
‘ista’ icraları içinde bir ilk çalışmadır.” Alexis’ten Ferhat
Gerçek’e, Berkin Elvan’a, Ali İsmail Korkmaz’a ve nicelerine uzanan
köprü, şarkılar yapılırken unutulmamış.
Albümde bir buluşma daha var: Bandista, “Benim Annem Cumartesi”
adlı şarkının sonunda, “Oğula Ağıt”a, ezgisiyle selam çakıyor.
Bugünlerde anneleri ayıranlara, acılarını karşılaştıranlara,
Cumartesi Anneleri’ni görmezden gelip başka annelerin yaşadıklarını
politikaya alet edenlere inat “bir”leştiren, bize insan olduğumuzu
hatırlatan şarkılardan biri bu. Güneydoğu’da dağa çıkan çocuğun
annesinin çığlığını yıllardır her cumartesi buluşan, kaybolan
çocuklarını arayan annelerle karşılaştırmak, birini ön plana
çıkartmak abes. Bunu yapan, 14 yaşında öldürülen çocuğun annesini
alanlarda yuhalatmıştı. Yazık ki bunu gördük. Bugün (sadece bu
yüzden bile) samimiyetine inanmak güç.
Konuyu dağıtmayayım... Söylenecek söz çok elbette ama gün, güzel
şeylerden söz açma günü. “Ege’nin iki yakası”ndan söz etmişken, bu
iki yakayı birleştirmek üzere yola çıkan bir oluşumu ıskalamak
olmaz. Bu hafta bir vuslata tanık olacağız aslında: Yöresinde
efsane olarak anılan Çeşme Festivali, 25 yıllık zorunlu bir aranın
ardından geri dönüyor. Çeşme Belediye Başkanı M. Ekrem Oran
himayesinde gerçekleştirilecek festival, iki yakanın her şeyini
sahneye taşıyacak. Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin sahneleyeceği
“Zorba”nın coşkusu Hüsnü Şenlendirici’nin klarnetinden çıkacak
nağmelerle şenlenecek, Yeni Türkü’nün şarkıları –ki iki yakayı bir
araya getiren şarkılardır– Elefteria Arvanitaki’nin
söyleyeceklerine karışacak. Café Aman ve Kırıka performansları da
cabası! 18 Eylül’de başlayacak festival, 22 Eylül’de sona erecek.
Etkinlikler sadece merkezde gerçekleşmeyecek, Çeşme civarına da
yayılacak. Bir dönem Duran Duran’dan Patricia Kaas’a, Al Bano &
Romina Power’dan Kylie Minogue’a pek çok yıldızı hayranlarıyla
buluşturan, bünyesinde bir de uluslararası yarışma bulunan
festival, yenilenmiş olarak yoluna devam ederken dönüşmüş, özüne
dönmüş.

Festivali tanıtmak üzere düzenlenen basın toplantısında, Bülent
Ecevit’in bir şiiri anılmış: Fikret Kızılok tarafından (“Olmasın
Varsın” adıyla) bestelenen “Türk-Yunan Dostluk Şiiri”. Dizeleri,
barışın simgesi: “aramızda bir mavi büyü / bir sıcak deniz /
kıyılarında birbirinden güzel iki milletiz // bizimle dirilecek bir
gün / Ege’nin altın çağı / yanıp yarının ateşinden / eskinin ocağı”
Bülent Ecevit, şairliğiyle özel, siyasetiyle tartışmalı ama bugün,
onun şair yanını anmak elzem zira gerekli olan şey, barış.
Festival, bu anlamda önemli bir boşluğu dolduracak gibi
duruyor.
Gidip yerinde görmeyi, bizzat şahit olmayı çok istiyorum. Umarım
bir sonraki yazıyı bizzat oradan yazarım. Ben gidemesem de siz
yolunuzu Çeşme’ye düşürün. Orada önümüzdeki haftanın ortasından
itibaren güzel şeyler olacak, kayıtsız kalmayın.