Sınıfsal mobiliteyi sağlayan en önemli sosyal eşitleme aracı olan eğitimin bu denli sınıfsal hale gelmesi karşısında eşitlikçi ve adaleti önceleyen bir eğitim politikası tesis etmek için daha kaç bütçe dönemi geçmesi gerekecek? Bu ve daha nice sorunun yanıtı için umarım Meclis’te verimli tartışmalar ve çözümler izleyeceğimiz bir bütçe dönemi olur.
Şekilsiz kayaların ve taşların arasında berrak suya yansıyan gölgeler ve suyun üzerinde güneşin yarattığı oyunlar... Kayaların, bitki kalıntılarının, gökyüzünün ve organik kütlelerin kendileri ve yansımaları arasından birbirleriyle şakalaşan akıntılar ve büyük bir şeffaflık içerisinde su etkileşimleri... Ve hepsini çepeçevre saran bir mükemmellik, tanrısal bir uyum ve maddesel bir sevgi...
Ressam Rukiye Garip’in yaşadığı yere yakın kırsal bölgede doğanın yatıştırıcı olduğu kadar kışkırtıcı ve canlandırıcı özelliklerini tuvale aktardığı “Yansıma” isimli tablo, kendisine bu sene Venedik Uluslararası Suluboya Festivali’nde birincilik ödülü getirdi. Şehir hayatının olumsuz etkilerine karşı sanatsal bir arayışın, pastoral dünyadaki duygusal çağrışımların ve doğal olana yönelimin büyük bir bileşkesini sunuyor ressam bu yaratımında.
Kendisiyle tablosu hakkında yaptığım söyleşide ise, bu arayışını şu sözlerle ifade ediyor: “Çocukluğum boyunca, artık sadece bir idea dünyası olarak var olan ancak özü ve zamansız biçimleri bana ilham vermeye ve kalbimi nostaljik bir özlemle doldurmaya devam eden pitoresk bir yaşam alanıyla çevrelenmiştim. Değişen mevsimlerin dinamizmi; havanın, suyun, toprağın bereketli varlığı üzerimde derin bir etki bıraktı. Doğal bir ortamda büyümek ve doğanın nimetlerine gerçekten değer veren bir ailenin mensubu olmak, doğaya yönelik anlayışımın ve takdirimin şekillenmesinde önemli ölçüde katkıda bulundu. Resimlerimde, görmenin ötesinde duyusal çağrışımlar uyandıracak denli canlı, ari ve pastoral bir doğa temsili yakalamaya çalışıyorum. Bu sanatsal arayış, şehir hayatının olumsuz etkileriyle mücadele ederken kendini daha da dayatıyor.”
Yaşamın her alanında, her mücadelemizde var bu arayış... Kimi zaman kişisel gelişim öykülerimizde, kimi zaman kendini gerçekleştirme çabalarımızda... Kendini gerçekleştirmek, içindeki özü ortaya çıkarmak için gerekli ilhamı bulmakta kuşkusuz en temel araç ise eğitim...
Ancak son dönemde yüksek enflasyon ortamı ve süregiden hayat pahalılığı karşısında ayakta kalma mücadelesi veren ailelerde temel ihtiyaçlara ek olarak eğitim harcamalarının da yüksekliği birçok haneyi zorlu tercihlerde bulunmaya itiyor: ya çocuklarını yıllığı yüz binlerce liraya ulaşmış özel okullara gönderecekler, ya da giderlerinin çoğu kendilerine devredilen devlet okullarına... Üçüncü seçenek ise en acılısı...
Eğitim giderek “sınıfsal” hale geliyor – kimilerine göre de “zengin işi”...
Rukiye hanımın bu tablosu karşısında bu ve benzeri düşüncelere dalıp giderken masamın üzerinde birbiriyle hem bağlantılı hem bağlantısız onlarca rapor, onlarca kitap ve onlarca yeni veri üst üste yığılmış durumda.
İçlerinden ise eğitim politikaları konusunda her yıl merakla beklediğim rapor göz kırpıyor: Eğitim İzleme Raporu - 2023
Eğitim Reformu Girişimi’nin 2007’den beri her sene özenle verileri elde edip, konunun uzmanı kişiler tarafından analiz ettiği ve sahadaki eğitim göstergeleri ile kıyaslamalı olarak doğrulattığı, bununla da yetinmeyip ihtiyaçları tespit ettiği ve karar alıcılara da yol gösterdiği çok değerli bir referans çalışma bu... Önümüzdeki dönemde de farklı konu başlıklarında sık sık atıfta bulunup faydalanacağımız bir kaynak olmuş.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2024 bütçesinin kısa süre önce ön görüşmeleri yapılmışken ve 11 Aralık-22 Aralık arası Genel Kurul’da oylanması öngörülürken, ERG raporunun farklı alanlardaki tespitlerinin önemli bir uyarı ve tavsiye niteliğinde olması gerekiyor.
Raporda bütçe açısından en çok dikkatimi çeken noktalardan ikisi ise, toplam eğitim bütçesinin ve MEB bütçesinin yıllar içerisindeki değişimi ve eğitim harcamalarında hane halkının toplam harcamalar içerisindeki payındaki değişim.
Eğitim Reformu Girişimi’ne göre, “toplam eğitim bütçesinin ve MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesi ve gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) içindeki oranı, bütçedeki değişimin izlenmesi ve ayrılan kaynaklar boyutuyla kamu politikalarında eğitim hizmetlerinin ağırlığının ölçülmesi için önemli”.
Benzer konuları merceğine alan İstanbul Planlama Ajansı’nın Kent Gündemine Bakış serisi kapsamında kısa süre önce yayımlanan “Ekonomik Krizin Eğitim Maliyeti” raporuna göre ise, 2016 yılında eğitim bütçesinin GSYH içerisindeki payı yüzde 4,21 iken, 2023 yılında yüzde 3,48’e gerilemiş durumda. 2016 yılında eğitime merkezi yönetim bütçesi içinde yüzde 19,24’lük bir pay ayrılırken, bu rakam 2023’te yüzde 14,53’e düştü.
Eğitime ayrılan kamu bütçesi bu yıl hem reel hem de nominal olarak atsa da, merkezi yönetim bütçesine oranı düşüyor. Merkezi yönetim bütçesinden alınan pay, politika önceliklerini değerlendirmek için kullanılan bir gösterge.
ERG Politika Analisti Özgenur Korlu şu değerlendirmelerde bulunuyor: “2016’dan bu yana merkezi yönetim bütçesinden MEB bütçesine ayrılan pay azalıyor. MEB’e ayrılan kamu kaynaklarının oranı, 2014-2017 yılları arasında yüzde 13, 2018-2020 arasında ise yüzde 12 seviyesindeyken, 2023’te yüzde 9,7’ye geriledi. Aslında yüzde 12 seviyesi korunabilseydi, MEB 2023 bütçesi şu anki halinin 100 milyar TL üzerinde olacaktı. Özellikle 6 Şubat depremleri sonrası afet bölgesindeki ihtiyaçlar, ikili eğitimin sonlandırılması, erken çocukluk eğitiminin yaygınlaştırılması ve okullar arası imkân farklılıklarının azaltılması gibi hedeflerin hızla gerçekleştirilmesi için MEB bütçesinin artırılması gerekiyor.”
Diğer yandan, diğer kamu politikası alanlarının da merkezi yönetim bütçesinden kaynak aldığı ve toplam bütçeden pay almada tüm kamu politikası alanlarının rekabet içinde olduğu düşünüldüğünde, bu pastada eğitimin nasıl bir dilim alacağını öngörmek gerekiyor.
Korlu’ya göre, burada sorun, nitelikli eğitimin sağlanması için istihdam politikalarından sağlık politikalarına pek çok alanda müdahalelere ihtiyaç duyulması. Yani, diyor, diğer kamu politikalarının kaynaklarının kısılması pahasına eğitimin payının artırılması da istenilen sonuçlara ulaşılmasını sağlamayabilir.
Dolayısıyla, her biri başka bir hak alanına ilişkin hizmetler üreten kamu politikası alanları için Korlu’nun önerdiği ortak çözüm; toplam kamu kaynaklarının yani kamunun gelirinin artırılması.
Bunlara ek olarak, merkezi yönetim bütçesinden kamu politikası alanlarına ayrılan payın değişmesinin de politika önceliklerine ilişkin fikir verdiğine dikkat çekiyor Korlu:
“Örneğin, bir bakanlığın payı önceki yıla göre artmışsa temsil ettiği kamu politikasının önceliklendirildiğini söyleyebiliriz. Ama bunun oranlar üzerinden yapılmaması, bütçe görüşmeleri sırasında bu önceliğin şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması gerekiyor.”
2023 yılı bütçe görüşmeleri sonrası MEB’in, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ardından en fazla bütçe verilen ikinci bakanlık olduğu gerçeğinden yola çıkarak, eğitimden daha fazla kaynak ayrılan bir kamu politikası alanı olmadığını söyleyen Korlu, bununla birlikte şu temel noktaya da dikkat çekiyor:
“Fakat önceki yıla göre 2023’te sadece eğitimin merkezi yönetim bütçesi içerisindeki oranı değil, sağlık, gençlik, istihdam ve sosyal koruma gibi kamu politikası alanlarından sorumlu bakanlıkların merkezi yönetim bütçesi içerisindeki oranları da azaldı. Artanlar ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ydı. Bu durum politika önceliğinin ekonomik kalkınmaya verildiğini düşündürüyor. Bu noktada da sosyal kalkınma olmadan ekonomik kalkınmanın düşünülemeyeceğini vurgulamak gerekiyor.”
ERG ayrıca Türkiye’de eğitim hizmetlerinin finansmanının ağırlıklı olarak kamu idaresi tarafından karşılanması gerçeğine karşın, eğitim harcamalarında hanehalkının payının izlenmesini “eşitlik, adalet ve kapsayıcılık ilkeleri” açısından önemli görüyor.
Hane halkına düşen eğitim harcamalarının payının artması karşımıza okul terkler, çocuk açlığı, çocuk işçiliği ve erken yaşta zorla evlilikler gibi farklı şekillerde ve çocuk hakkı ihlalleri vakaları olarak çıkıyor.
Raporda 2011-2021 yılları arasındaki dönemde kademelere göre eğitim harcamalarının ne kadarının hane halkları tarafından yapıldığı ayrıntılı bir tabloyla gözler önüne seriliyor.
Buna göre, Türkiye’de 2022 yılı hane halkı tüketim harcamalarında geliri daha yüksek olan gruplar eğitime daha fazla harcama yapıyor.
Hane halkı eğitim harcamalarının yüzde 59,6’sı en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup tarafından yapılırken, harcamaların sadece yüzde 1,5’inin en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grup tarafından yapıldığı tespit ediliyor. Yani hane halkının harcama öncelikleri, ekonomik krizle birlikte doğal olarak değişiyor. Barınma gibi temel ihtiyaçların maliyeti arttıkça da diğer kalemlerde azalma görülüyor.
“Ebeveynlerin çocukları için harcama yapmasını engellemek mümkün değil. O zaman kamu kaynaklarının eşitliği artırıcı politikalara yönelmesi, daha dezavantajlı grupları hak temelli bir şekilde önceliklendirmesi gerekiyor. Bu politikaların başında da nitelikli erken çocukluk eğitiminin sosyoekonomik olarak dezavantajlı gruplar arasında yaygınlaştırılması geliyor,” diyor Korlu.
Türkiye’de halen okul öncesi eğitimin zorunlu olmadığı, sadece 36. aydan itibaren özel eğitim hizmetlerine gereksinimi olan çocuklar için zorunlu olduğunu anımsatan Korlu, 14 Ekim’de Resmi Gazete’de yayımlanan bir değişiklikle, kamuya ait okul öncesi eğitim kurumlarında katkı payı alınmasına karar verilmesinin eğitimde yeni bir fırsat eşitsizliği yarattığını belirtiyor.
Elbette gelir-harcama bağlantısı, çocukların eğitime erişimine de eğitim çıktılarına da yansıyor. ERG’nin tespitine göre, PIRLS 2021 verileri, yüksek ve düşük düzey sosyoekonomik durumdaki öğrenciler arasında 110 puan fark bulunduğunu gösteriyor. Benzer şekilde, lise ve yüksek öğrenime giriş sınavlarında da sosyo-ekonomik olarak avantajlı çocukların daha yüksek puan aldıkları görülüyor.
“Oysa,” diyor Korlu, “eğitim bir hak alanı ve okullar da sosyal politika kurumları. Eğitimle birlikte eşitsizliğin artmasını değil, hangi arka plandan gelirlerse gelsinler eğitime erişimle çocuklar arası farkların kapanması gerekiyor.”
Anayasal bir hak olarak eğitim, parasız sağlanması gereken bir kamu hizmeti. Ancak gelinen noktada böyle bir ilke, ütopyanın ötesine geçmiş durumda. Nitelikli eğitim ise, ancak üst-orta sınıf ailelerin çocuklarının erişebileceği bir “ayrıcalık” haline geldi.
Gözümün önünde Rukiye Garip’in Yansımalar tablosu...
Peki eğitime yansıyan çocuk hakkı ihlallerinin resmini çizsek tuvallere sığabilecek mi?
Sınıfsal mobiliteyi sağlayan en önemli sosyal eşitleme aracı olan eğitimin bu denli sınıfsal hale gelmesi karşısında eşitlikçi ve adaleti önceleyen bir eğitim politikası tesis etmek için daha kaç bütçe dönemi geçmesi gerekecek?
Bu ve daha nice sorunun yanıtı için umarım Meclis’te verimli tartışmalar ve çözümler izleyeceğimiz bir bütçe dönemi olur.