Bu yazı hayatlarında hiç bir şey yapmayıp sadece konuşanlara ithaf edilmiştir.
Genellikle çalışmanın ortasında geliyorlardı. En fazla iki-üç adım ötede durup ne yaptığımıza bakıyorlardı. Bakıyorlardı deyişim sözün gelişi, gözlerini dikiyorlardı daha çok. Olmamış olan, ne olabilir onu arıyorlardı. “E.G.” diyorduk biz onlara kendi aramızda. Kesinlikle erkek oluyorlardı. Başka yerde kadın olanları da var tabii ki. Oldukça çok. “E.G. geldi hocam” diyordu birlikte çalıştığımız arkadaşlardan biri. Gülüyorduk kendi aramızda. Toprağın içine alçı ve kireci katıp güçlükle karıştırıyorduk. Kalıba doldurup, bütün gücümüzle sıkıştırıyorduk. Kalıbı hemen söküyorduk. Çok güzel kocaman bir toprak blok oluyordu; 60 santim yüksekliği, 120 santim uzunluğu ve 50 santim genişliği. Ev yapıyorduk evsizlerle, yoksullarla birlikte.
Bankalar, konut faizleri, kâr etmeye sıkıştırılmış imar, işçi cinayetleri ve özellikle müteahhitlerden koymuyorduk içine. Bu yüzden sağlam oluyordu.
“E.G.”, bir hareketin baş harfleriydi bizim aramızda, hani ellerini arkadan kavuşturmak. Bekleneni yapıyordu hemen E.G.; “Olmuyor hocam” diyordu. Hepimiz kıs kıs gülüyorduk ama bir yandan suyun içinde kireci ve alçıyı karıştırıp, yeni kalıbı kuruyorduk. “Olur, olur” diyordum ben. Biraz daha bakıyordu ama kesinlikle biraz. Bakmak, dedim ya sözün gelişi. ‘İlk yağmurda dağılır bu’ diyordu biraz daha çok E.G ise. “Görürsün” diyorduk sadece, eğer keyfimiz yerindeyse. Şöyle olduğu yerde, merkezinin etrafında dönüp, başını sağa sola sallayarak ve mutlaka haklı olduğu inancı, imanı ve kuşkusuz haklılığıyla çekip gidiyordu. Elleri aynı yerde.
Eğer yorgunsak biraz ya da keyfimiz yoksa E.G.’den çıkarıyorduk hıncımızı. “Sen kaç kere yaptın böyle ev?” diyordum, o sırada elimdeki küreğe yaslanarak. “Böyle yapmadık, biz kerpiç yaptığımızda içine saman koyuyorduk ve tezek” diyordu. “Peki böyle yapmadınsa, olmayacağını nereden biliyorsun” diyordum. Bütün E.G.’ler gibi hayatı kendi doğruları ile sınırlı zannediyordu. Varsa tabii doğruları.
İspanya’nın komün belediyesi başkanı Gordillo; “Pratikleşmeyen bir şey zaten yoktur.” diyordu. Marinaleda’da bomboş bir toprağı işgal edip, 10 bin hektar zeytinlik yapmışlardı. İki milyon Euro değerinde bir zeytinyağı fabrikası kurmuşlardı. Bazı yerlerde enginar, domates, biber yetiştiriyorlardı. Bir konserve fabrikası kurmuşlardı, üç milyon Euro değerindeydi. Fabrikadakiler sekiz saat, tarladakiler altı saat çalışıyor, eşit ücret alıyorlardı. Hepsi kooperatifindi. Asgari ücretin yaklaşık iki katı ücret alıyorlardı, İspanya ekonomik kriz içindeyken…
E.G.’ler gelip giderken, biz hep birlikte, 140 metrekareden sekiz ev yaptık ve 50 kişi kadar yaşıyor bu evlerde. Hiç kimseden de fon filan almadan…
E.G.’ler ‘Olmuyor hocam’ demeye devam ediyor. Elleri aynı yerde…