Evet, önce ekmekler bozuldu… Sonra her şey.
Ve şimdi farklı cenahlardan, farklı tonlardan, farklı “bilimsel”, maddi, toplumsal gerekçelerle aynı talimat yükseliyor: Ekmek yemeyin!
Talimat önce üst tabakaya yönelikti. Ekmek derdi olmayan, ekmekle derdi olanlara, hayatı ve canı kıymetli olanlara, “aman, ekmekten kaçının” diyordu beslenme uzmanları. O bir gıda değil, sağlığın baş düşmanı! Bağımlılık yapıyor, şişmanlık, obezite, şeker vb hep ondan kaynaklanıyor.
Oysa binlerce yıl dünyanın hemen her yerinde, hemen bütün dillerde ekmek, nimet olarak görülüyor, öyle anılıyordu: Tanrının armağanı, lütfu. O nedenle de kutsal. Kırıntısını bile yere düşürmek, israf etmek günah.
Hekimliğin, tıbbın babası Hipokrat, “ekmek mitolojiye aittir” der. Yani, insanın kendisini, dünyayı ve hayatı anlamlandırmak üzere kurguladığı ilk anlatılara, efsanelere aittir ekmek.
Doğru. İlk kenti, devleti, tapınağı kuran, uygarlığa öncülük eden Sümerliler, bütün bunlarla birlikte ilk efsaneleri de yaratır: Gılgamış, ölümsüzlüğün ardına düşer. Yaban adam Enkidu, onu öldürmekle görevlendirilir. Destan’da yazıldığı üzere.
Ceylanlarla birlikte ot yiyen ve vahşi hayvanlardan süt içen dağ adamı Enkidu, ekmeği ilk kez tattığında şaşakaldı.
O tadın ardından dağ adamı, öldürmekle görevlendirildiği Gılgamış’la dost olur, kötülüklerle birlikte savaşırlar. Ekmeği keşfetmekten, üretmekten çok paylaşmaktır insanı insan yapan. Yabanlıktan çıkaran.
Ekmekten kaçının talimatını bilimsel ve tarihsel temellere oturtmaya soyunan yeni tür bilim insanları yeni tür yabanlıklara çağırıyor şimdi bizi: Geçen yüzyılın sonlarında, 1997’de yayımlanan ve Pulitzer Ödülü’ne değer Tüfek, Mikrop ve Çelik’le perdeyi açtı: Tarım, dünyanın sonunu hazırlayan ilk büyük hata, ilk büyük günahtır diyordu Jared Diamond.
Son dönemin popüler tarihçisi Y. Noah Harari ondan devraldığı bayrağı daha ileriye taşıdı, daha da yükseltti: İnsan buğdayı evcilleştirmedi, buğday insanı evcilleştirdi, esir aldı … “Tarım Devrimi bir tuzaktı” diyor Harari 2012’de yayımlanan Hayvanlardan Tanrılara Sapiens kitabında.
BUĞDAYIN VE EKMEĞİN ZARARLARI
Sayılar ilminin kurucu babası, Platon ve Aristo’ya, onlar üzerinden bütün Batı düşüncesine kılavuzluk eden Pisagor’un (Pythagoras) teorisi meşhur üçgenin kenarlarından, matematikten, geometriden ibaret değildir. Öncelikle ekmekle, insanın dünyadaki varoluşuyla da ilgilidir M. Ö. 6. Yüzyılda yaşayan Sisamlı düşünür: Evren ekmekle başlar, der.
Ama Harari’ye bakarsanız, insana ekmeği getiren Tarım Devrimi, “tarihin en büyük aldatmacasıdır”.
Tarımla beraber insanın sahip olduğu gıda miktarı arttığı elbette doğru, diyor gözde tarihçi ve kanaat önderi. Ama bu artış daha iyi beslenme, daha rahat, daha zevkli, verimli, anlamlı bir hayat getirmedi, diye de ekliyor: “Ortalama çiftçi ortalama avcı toplayıcıdan daha fazla çalışarak karşılığında daha kötü besinlere sahip oldu.”
Niye daha kötü besleniyoruz, ekmek niye zararlı?
İnsan türünün tarihini yazan Harari, beslenme uzmanlarının ötesine geçiyor bu yönde: Tahıl temelli beslenme, mineral ve vitamin yönünden zayıf. Tahıl, diş ve dişetlerine zararlı, sindirimi zor.
Ağız, diş, mide yapısından da öte insan anatomisi, “iş” yapmaya; bedensel uğraşa uygun değil demeye getiriyor süper tarihçi anatomist, biyolog ve fütürolog; gelecekbilimci.
İnsanın yabanıl hayattan, doğada hazır bulduklarını toplayarak, avlayarak asalak – tüketici halden tarıma, üretime geçişi, sanıldığı gibi onun yeryüzündeki varlığını anlamlı kılmaz, üstadın da vurguladığı gibi, toprağa mıhlar her şeyden önce. Dağ bayır gönlünce dolaşıp, acıktığında önüne ne çıkarsa toplayıp, otlayıp, avlayarak –kurt, kuş, sığır misali- yaşayacakken, ekmeğe mahkum oluyor akılsız, şaşkın atalarımız. Yine kendisinin işaret ettiği üzere “şafaktan gün batımına kadar buğdayla ilgilenmek dışında hemen hiçbir şey yapmaz” hale geliyor insan soyu.
Öyle kolay bir iş de değil tarım denen şey. Buğday hem çok emek istiyor, hem de çok narin, kaprisli. Yanında, yöresinde kendinden başka bir otun, börtü böceğin, canlının varlığına katlanamıyor. Kıskanç, haris.
Ne oluyor?
Buğdayın ve ekmeğin sevdasına kapılan Sapiens denen gariban, toprağı tarlaya çevirmek; tahıl tohumunun özgürce beslenip büyümesine uygun hale getirmek için debeleniyor önce. Sonrasında da sulamak, temiz tutmak için “beli çatlayana kadar” çabalıyor, “erkekler ve kadınlar kavurucu güneş altında uzun saatler çalışarak ot yolarlar”.
Bitmiyor; “Buğday hastalık da kapabilirdi, bu yüzden Sapiens küf ve kurtlara karşı da tetikteydi. Buna ek olarak, buğday kendisini yemek isteyen diğer organizmalara karşı savunmasız olduğundan çiftçiler çekirge sürülerine ve tavşanlara karşı önlem alarak bitkiyi korumaya çalıştılar, çok su istediği için kaynaklardan ve derelerden su taşıdılar, hatta tezek toplayarak yetiştiği toprağı beslemek zorunda kaldılar.”
EKMEK İÇİN EZİYET
Gelin görün ki, insan denen varlığın, Homo sapiens’in ne bedeni, ne bünyesi daima toprakla cebelleşmeye; eğilip doğrulmaya uygun değil, Harari’ye göre. Av peşinde koşma, deseniz, tamam. Ağaca tırmanıp, meyveyi dalında yeme, deseniz, elbette. Şempanze atalarımızdan geri kalmayız.
Ve fakat saatlerce iki büklüm çapa sallayan, tarla sulayacağım diye ha bire eğilip doğrulan “insanlar bunun bedelini omurga, diz, boyun ve bel ağrılarıyla ödediler. Eski iskeletler incelendiğinde tarıma geçişin insanlara bel fıtığı, eklemlerde kireçlenme ve diğer fıtıklar olarak geri döndüğü görülmektedir. Dahası, bu yeni tarımsal işler o kadar çok zaman almaktaydı ki, insanlar buğday tarlalarının yakınına kalıcı yerleşimler kurmak zorunda kaldılar. Bu onların yaşamını tamamen değiştirmişti. Biz buğdayı evcilleştirmedik, buğday bizi evcilleştirdi.”
***
Hasılı, ekmeğe ve beraberinde emeğe saydırdıkça saydırıyorlar. Dört koldan.
Ekmeğin kıtlaştığı, ulaşılması aslanın ağzından daha zor, daha vahşi hal aldığı zamanlarda yeni tür bilim insanlarının tarihi revize edip yeniden kurma faaliyeti yoğunlaşıyor… Zenginleşiyor. Daha ekonomisi var bunun, politikası var.
Önce Ekmek, diyordu, Orhan Kemal. Evet, öyle.