Ekolojik bir suç öyküsü

Marek Sindelka'nın ilk romanı "Anormal", Çınar Yayınları tarafından yayımlandı. Egzotik korku edebiyatından ekolojik gerilime, gizemli bir polisiyeden intikamla örülü bir arkadaşlık öyküsüne uzanan roman, suç dünyasının tehlikeli kumarlarının oynandığı bir dünyada, sellerin götürdüğü yıkık dökük bir şehrin, Prag’ın sır perdesiyle kaplı sokaklarında, tuhaf bir bitki etrafında kesişen ölümleri anlatıyor.

Abone ol

Ilgın Uzunservi

Çek edebiyatının son yıllarda öne çıkan yazarlarından olan Marek Šindelka, hem bir şair hem de disiplinlerarası eğitiminin yanında sinema eğitimi de almış bir roman ve öykü yazarı. İngilizceye çevrilen ilk romanı Anormal sayesinde Prag’ın sınırlarını aşıp daha geniş bir kitleye ulaşan Šindelka’nın diğer eserleri de Hollanda’dan Suriye’ye kadar uzanan bir yelpazede, farklı dillerde dünyaya yayılıyor. Anormal’in Türkçe'de yayımlanması da yazarın genişleyen edebi ağının bir göstergesi. Çınar Yayınları’nın Tülin Er çevirisiyle yayımladığı bu roman, özgün dilinde ilk olarak 2008’de yayımlanmış da olsa, son yılların edebiyat gündemine yerleşen ve yaygın bir türe dönüşen ekolojik kurgunun kendine has bir örneği.

Anormal’in söz konusu kendine haslığının temelinde, ekolojik kurgu çatısı altında farklı türleri bir arada barındırması yatıyor. Bu roman için bir polisiye ya da gerilim yakıştırması yapmak mümkün çünkü ilk cümlede bir ölüm sahnesiyle karşılaşıp kitabın geri kalanında da bunun perde arkasını, maktulün öyküsünü öğreniyoruz.

Anormal, bir yandan da bilimkurgu hatta fantastik edebiyat olarak da kategorize edilen bir roman, çünkü az önce bahsettiğimiz suçun arka planında iç içe geçen masalsı veya büyülü gerçekçi diyebileceğimiz unsurlar olduğu gibi, söz konusu mesele gelip ekolojiye, doğadaki dengeye, insan ve bitki arasında ilişkiye dayandığı için kendimizi bilimkurgunun ve hatta bir Avrupa distopyasının alanında da bulabiliyoruz.

EKOLOJİK KORKU EDEBİYATINA GÜNCEL BİR ÖRNEK

Ekolojik korku edebiyatının önemli ve güncel bir örneği diyebileceğimiz bu eserde, bugüne kadar bu alanın birçok başyapıtında gördüğümüz, bitkilerin o zehirli ve karanlık dünyasının bir yanıyla gizemli ve çekici, bir yanıyla da son derece dehşetengiz taraflarıyla karşılaşıyoruz. Hayranlık duygusu ile karşı konulamaz bir ürkme duygusunun iç içe geçtiği gotik edebiyatın bu ikircikli yönünü ekolojik bir bağlama oturtan yazar, doğanın ne kadar karanlık olduğunu ve insanı nasıl da basit bir şekilde egemenliği altına alabileceğini düşündürdüğü gibi dünyanın doğal ayarının da giderek bozulduğunu ustalıkla gündeme getirmeyi başarıyor. Anormal, işte tam da bu kapsamlı ve girift çerçevesi nedeniyle spekülatif edebiyat türlerinin kesişmesi için mükemmel bir zemine sahip. Çok kısa ve öz bir biçimde tanımlamamız gerekirse ekolojik bir suç öyküsü diyebiliriz buna, ama karanlık tarafının ağır bastığını da belirtmek gerek.

Anormal, Marek Sindelka, Çevirmen: Tülin Er, 248 syf., Çınar Yayınları, 2020.

Bu farklı türlerin iç içe geçtiği, birbirlerine yedirildiği romanda, içerik olarak yaşadığımız dalgalanmayı ve zevki üslup anlamında da yaşıyoruz, çünkü aynı zamanda bir şair olduğunu az önce belirttiğimiz Marek Šindelka, miktarı az da olsa bazı bölümleri şiir şeklinde yazmış. Bu nedenle romanda anlatılan spekülatif öykünün halihazırda zengin olan imge dünyası, şiirselliğin verdiği derinlikle daha da zenginleşiyor.

BOTANİK DÜNYASI İLE GOTİK DÜNYANIN BULUŞTUĞU BİR ÖYKÜ

Kitabın kahramanlarından Kryštof, çocukluğunda zehirli olduğu düşünülen bir bitkiyle tanışıyor. Daha ilk sayfalarda bitkiler ile hayaletlerin yer değiştiği şu satırlar sayesinde botanik dünyası ile gotik dünyanın buluştuğu bir öyküye giriş yapıyoruz: “Tavşancılotu. Bu kelime Kryštof’un zihninden bir daha hiç çıkmadı. Çocukluğunun geri kalanında bu bitkiden korktu. Tehlikeli bir hayvanmış gibi korktu ondan. Prag’daki evlerinde büyümesinden korkuyordu. Belki bodrumda veya koridorda büyür ve onlar kaçmayı başaramazdı. Kâbuslarına giriyordu. Annesi böyle bir şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını, tavşancılotunun şehirde yetişmeyeceğini söyleyerek onu rahatlatsa da bu sakinleşmesine pek yetmiyordu. Çünkü Kryštof için onlar bitki değil, bitki kılığında hayaletlerdi.”

Kryštof, korkusunun kaynağıyla kâbuslarında yüzleşmek zorunda kalan ve nihayetinde de onunla barışıp iletişim kurmayı başarabilen biri. Hatta bu öyle derin bir iletişim ki, adeta bir bütünleşme belki, çünkü zehirli bitki -ki bu bitki de kitabın baş kahramanlarından biri olarak kabul edilebilir- Kryštof’un önce bir parçası oluyor, sonra da onu ve hayatını ele geçiriyor. Roman da bize bu “ele geçirme”nin öyküsünü anlatıyor diyebiliriz. Bir bitki, insanı nasıl ele geçirir? Bitkinin sahibi olduğunu sanan insan, nasıl olur da onun kölesine dönüşür? Tabii bu sürecin ve haliyle romanın da tek kahramanı Kryštof değil. Onun çocukluk arkadaşı Andrej’in de ilginç ve genel çerçeveyi tamamlayan bir tarafı var. Bu iki eski arkadaşın arasındaki gerilim de bir aşk ve kıskançlık meselesine dayanıyor. Böylece, konusunun zenginliğiyle nitelikli temaları işleyen, şiirselliğiyle edebi çıtasını yükselten, iç içe geçen türlerin yarattığı tempoyla bir aksiyon ve kovalamaca romanına dönüşen Anormal, bir yandan ana konuya hizmet eden duygusal bir gerilim öyküsünü de anlatılanlara yedirmeyi başarıyor.

Geçtiğimiz beş-on yıl içerisinde yükselişe geçen distopya türünün ardından son birkaç senenin popüler teması haline gelen ekoloji, dünyanın gidişatına bakılırsa edebiyatta daha kalıcı bir yer kaplayacak. Anormal de Avrupa’dan çıkmış güncel ve karanlık bir ekolojik roman olarak türünün okunması gereken örneklerinden.