Ekonomide hal ve gidiş: Düdüklü tencere patladı patlayacak

Hiçbir sektör, pek yakında karşı karşıya kalacağımız gelişmelerden etkilenmeden bu buhrandan çıkamayacak. Hele ki döviz borcu olan şirketler!.. 29 Mayıs itibarıyla, kurları ite kaka baskı altında tutmaya çalışacaklar. Birkaç gün, hadi bilemediniz bir-iki hafta idare edip, yine son kalan döviz stokları da piyasaya verildi, ya sonra? İşte sonrası düdüklü tencere!..

Süleyman Karan karan.suleyman@gmail.com

29 Mayıs’ta bizleri güzel bir gün beklemiyor. İyimser bir yaklaşımla, Cumhur İttifakı seçimleri kaybederse, elimizde sadece bir umut olacak. Yok eğer kazanırsa, o umudu da unutun... Bugüne kadar izlediğimiz gerilim-polisiye filmiyse, bu kez bizi pulp korku filmi bekliyor. Hemen vizyona gireceğinden emin olabilirsiniz. Bu uzun bir film olacak ve biletinin fiyatı da elimizi değil, ülkeyi yakacak!

Birikmiş yapısal sorunlar, yanlış para politikaları, olmayan maliye politikaları, yolsuzluklar, beceriksizlikler, ideolojik körlükler, irrasyonel ve tek bir kişinin emirleriyle hayata geçirilen ekonomik kararlarla geldiğimiz nokta, geleceğimiz noktanın garantisi...

PİŞMİŞ TAVUĞUN BAŞINA GELECEKLER

Burada sadece sinopsis yazabileceğim, gerisini beraber izleyeceğiz. Araya birkaç fragman da girecek, ama filmin o iç karartıcı atmosferi hep devam edecek. 

Önce gündelik hayattan başlayalım. Kırmızı et, artık orta gelir grubu için hayal edilmesi bile güç bir besin olacak. Fiyatlar artmaya devam edecek. Beyaz etin, çok kısa vadede alım gücüyle dalga geçerek büyük zamlarla erişilmez olduğunu göreceğiz. İlk etapta bütün tavuğun 120-150 TL fiyat aralığından, tavuk bonfilenin 250-270 TL aralığından satıldığını gördüğünüzde şaşırmayın! Süt ve süt ürünlerindeki artış da devam edecek. Hububat ve biraz da bakliyatla karnını doyurmak zorunda olan bir millet olmaya mahkum olacağız. O da eğer ki, bu yılın rekolte beklentileri tutarsa...

PANTOLON ALACAKSANIZ HEMEN ALIN!

Bu demek değil ki, bulgurun, pirincin, domatesin, patatesin fiyatı artmayacak, artacak. Biraz bolluk varsa, astronomik değil de, yüzde 50-yüzde 70 artacak.

Eğer giysiye ihtiyacınız varsa, cebinizde de biraz para kalmışsa, hiç düşünmeyin hemen çıkıp pantolona, cekete yatırın. 29 Mayıs itibarıyla giyim-kuşama para ayırmanız pek mümkün olmayacak.

CİROYU DÖNDÜRMEK İÇİN PATRON ÇILDIRACAK

Hiçbir sektör, pek yakında karşı karşıya kalacağımız gelişmelerden etkilenmeden bu buhrandan çıkamayacak. Hele ki döviz borcu olan şirketler!.. Şimdiden ihracatçıların, “Dolar 25 TL olmalı” feryadını duyuyoruz. Bunun anlamı şu, eğer TL ucuzlarsa orta kaliteli ve katma değeri düşük ürünleri, sudan ucuza dünyaya ihraç ederek ciroyu döndürmeye çalışacaklar. Turizm için de aynı şey geçerli, bu yıl oteller kapılarına kilit vurmamak için yabancı turisti en düşük fiyatla ağırlamaya hazırlanacak. Tabii ne hizmet kalitesi ne de sunumlar eskisi gibi olmayacak.
İyi güzel de Türkiye ekonomisini en temel yapısal sorunlarından biri, ihracatın ithalatı karşılama oranının çok zayıf olmasıyken, bu ucuzculuk nereye kadar?.. Yani dolar 25 TL olduğunda, hammadde ve aramalında yurtdışına bağımlı olan tüm sektörler, girdi maliyetlerini karşılamak için kıvranıp duracak. Tabii eğer dolar, euro bulup da girdileri alabilecek dövize erişebilirlerse...

‘NET HATA VE NOKSAN’I ÖZLER OLACAĞIZ

29 Mayıs itibarıyla, kurları ite kaka baskı altında tutmaya çalışacaklar. Birkaç gün, hadi bilemediniz bir-iki hafta idare edip, yine son kalan döviz stokları da piyasaya verildi, ya sonra? İşte sonrası düdüklü tencere!.. Buharı serbest bırakılsın diye ötüp duran tencere patlayıp, mutfağı da harap edecek! Pandemi öncesinde başlayan, gri ekonomi ve kara parayla döndürülmeye çalışılan ekonomik işleyiş bir şekilde çökecek. Katar’dan, Suudi Arabistan’dan ve kaynağı bilinmeyen yerlerden gelen, hani o net hata ve noksandaki garip hesapları özler olacağız!

Birikimli krizin yıkıcı etkisinden kurtulmak, biraz nefes alıp krizi asgari etkilerle savuşturmak için gerekli kaynak en az 200 milyar dolar. Hemen belirteyim bu çok iyimser bir öngörü... Ve böyle bir kaynak sağlamak, bugünkü küresel ekonomik koşullarda neredeyse imkansız. İmkan olsa bile, o ülkenin ekonomi yönetimine güven duyulması gerekir ki, bugün öyle bir güveni bir köşeye koyun, koskoca bir şüphe var!

YENİ VERGİLER SALINACAK, AMA YARAYA MERHEM OLMAYACAK  

Devletin işleyebilmesi için vergi gelirlerini acilen artırması, asgari ücretin, EYT kararının, seçim ekonomisinin yarattığı devasa karadeliği öyle ya da böyle kapatması lazım. Yani vergi oranlarını yükselterek, ek vergiler salarak bir kaynak yaratmak zorunda iktidar... Türkiye’de devlet bunu en zengin o mutlu azınlıktan alır mı? Pek sanmıyorum. Öyleyse, vur abalıya!.. Rakıya, biraya ek vergilerle başlayıp, bulgura kadar ne varsa vergi yükü artacak. Belki bir ya da birkaç kereye mahsus ek vergiler alınacak. Bakmayın söylemlerine, ne kadar bankalara, holdinglere parmak sallasalar da, zenginleri tehdit etseler de, bir servet vergisi salacaklarına pek ihtimal vermiyorum. Zira siyasal İslam soslu neoliberalizmin en vahşisini uygulayanlardan biri bunlar! Servet vergisini salsalar, bu da domino etkili başka bir krizi tetikleyip, sermayenin yurtdışına kaçış hızını artıracağından, günü kurtarsa da, kısa vadede geleceği daha da beter hale getirir.  

BANKACILIK SEKTÖRÜ İÇİN ZORLU BİR SINAV YOLDA

Ama battıkça agresifleşeceklerini ve ellerinden kimsenin kurtulamayacağını da söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Bankaların kârının yüzde 400’ler civarında artmış olmasına bakmayın siz. Artık bankacılık sektöründe deniz bitmek üzere. Düşük faiz politikasıyla bankalara ucuz para aktaran Merkez Bankası, bunun karşılığında Hazine borçlanma senetlerinin mecburi alımını şart koşmuştu ya, şimdi ona iyice yüklenecek. Devlet tahvilleriyle kaynak yaratma girişiminin sonu, bir finansal felakete dönüşebilecek potansiyel taşır. Yakında bu filmde bunu da göreceğiz.

Ama bankaların başındaki en büyük dert bu değil şimdilik. Söz gelimi, Haziran 2023 itibarıyla doların 25 TL olduğunu düşünün ve kur korumalı mevduat hesaplarında oluşacak devasa yükü! Yine dövize endeksli borcu olan şirketlerin bu kredileri geri ödemede krize girmelerini... Veyahut şişmiş tüketici ve ihtiyaç kredilerinin geri ödemelerinde yaşanacak bir sıkıntıyı... İşte bu sebeple kredi kartlarından nakit çekimini sınırlamaya kalkıştılar ve seçim sebebiyle şimdilik ötelediler. Ama bazı bankalar bu ötelemeyi iplemedi bile... Zira temerrüt korkusu artık bir gerçek.

MUDİLER İSTEDİĞİ GİBİ PARA ÇEKEBİLECEK Mİ?

Bankaların genel olarak kısa vadeli mevduatlarla uzun vadeli krediler verdiği bir sistemde, nasıl bir sonuç beklersiniz? Hiç hayal gücünüzü zorlamaya gerek yok, örneğin komşu Yunanistan ya da bizden çok uzakta ama bize çok benzeyen bir ülke olan Arjantin’den verelim. Banka kapılarında kuyrukta bekler, ATM önünde sinir krizi geçirerek sınırlı bir para çekersiniz, o da çekebilirseniz! Ya da yakın zamandaki ABD bankalarının batışına bir bakalım. Hem tahvil yükü, hem faiz oranlarındaki artışla nakit sıkıntısı yaşayan bankalar, mudilerin paniğiyle birkaç gün içinde devriliverdi.

BANKALAR MEVDUAT BULABİLECEK Mİ?

Bu sarmalda, nakite sıkışan bankalar daha yüksek faizle kaynak arayışına girer, mevduat toplamaya çalışır. Kredi faizlerinin de zıplaması bir zorunluluk olur. Eğer nefesleri yeterse, kredi verdikleri şirketlerin ve bireylerin boğazına sarılırlar. Ticari kredileri vadesi dolmadan geri çağırmaya da kalkışabilirler. Bu koşullarda geri ödemeyi karşılamayan şirketler batar ya da ‘ölü eşek fiyatı’na yerli ve yabancı akbabaların insafına kalır. ‘Vulture capital’ şirketleri için tam bir beslenme alanı ortaya çıkar. Bireysel kredilerde yaşanacak sıkıntılar, kredi borçlarının takibinin, bugüne kadar avukatlık bürolarının yürüttüğü işlerin daha organize yasal, ama mafyozi borç takibi firmalarıyla yürütülmesini getirir. Binlerce insanın, bir o kadar ailenin hayatı kararır.

KOBİ’LER ÖNDEN BUYURSUN!

İcra işlemleri zirve yapar, zaten eriyen milli servetin kalıntıları da kapanın elinde kalır. Bundan önceki krizlerden hatırlayacağınız, batmış tekstilcilerin taksi şoförü olduğu dönemlerden farklı olarak, direksiyon başında sektörel çeşitlilikle karşı karşıya kalınır. Ama taksiye binecek müşteri bulmak da hiç kolay olmayacaktır!

Siyasal İslamcıların ve provokatif ırkçıların oy deposu olan esnaf için de hayat kabusa dönüşecektir. İki yıldır korkunç bir enflasyon altında mecalini yitiren alım gücü, üçüncü yılında yüksek enflasyon altında iyiden iyiye ezildiği için, siftahsız dükkan kapatanların sayısı hızla artar. Hava parasıyla dükkanı devretmek furyasına da umut bağlamamak gerekir, çünkü aklı yerinde olan biri böyle bir ekonomik ortamda bırakın hava parası ödemeyi, kelepir kirayla dükkan bulsa bilse yeni bir işe girişmez.

Sonuçta, önce KOBİ’ler, ardından esnaf, derken büyük işletmeler iflasla karşı karşıya kalır. KOBİ’lerde bir doğal ayıklanma yaşanır. Batan esnaf eğer iş bulabilirse işçi sınıfına katılır, ama büyük olasılıkla yüzde 30’larda gezinen işsizler ordusunun bir neferi olur. Büyük işletmelerde işten çıkartmalar, vardiya sayısını azaltmalar sonucunda işsizlik artmaya devam eder.

SGK NE KADAR BU YÜKÜ TAŞIYABİLİR?

Çalışanlar için kabus enflasyon karşısında kuşa dönen ücretlerle hayatını sürdürme mücadelesidir artık. Eğer ki çalıştığı işyeri zamanında maaşlarını ödeyebiliyorsa tabii... Kamu sektöründe çalışanlar için de aynı sorun kapıyı çalmak üzeredir bu sıralarda... Belki erken emeklilikle işgücü yükünü azaltma seçeneğine gidilebilir, ama o da ayrı bir yükü sosyal güvenlik sistemine getireceğinden bu da pek bir ilaç olmayacaktır. Bu süreçte, EYT yüküyle iyiden iyiye nefessiz kalan SGK’nın emekli aylıklarını nasıl ödeyeceği de ayrı soru olarak çıkacaktır karşımıza... 

‘AL TAKKE VER KÜLAH’LA NEREYE KADAR?

Şimdi gelelim, düdüklü tencerenin patlamadan ne kadar daha basıncı kaldıracağına, nasıl bir soğutma imkanı olduğuna... Tek adam rejiminin en başarılı olduğu konulardan birinin ‘celep pazarlığı yapmak’ olduğunu biliyoruz. Bugüne kadar idare edebildiyse, işte bu yeteneği sayesinde... Büyük olasılıkla, ABD-Avrupa Birliği eksenine bir göz kırpmaya çalışacak öncelikle, ama Rusya ile bağları koparmadan bir ip cambazı edasıyla... Nereden ne gelir, bir hesap yapacak. Mülteciler yine masaya getirilecek ve birkaç ayı kurtarabilecek bir para gelirse gelecek. Rusya ile en azından enerji girdilerinin yükünü azaltmanın ya da ötelemenin yolunu arayacak. Belki ulusal para birimiyle ticaretin önünü açmanın yollarını arayacaklar. Ki bu kötü bir şey değil, bunu belirteyim, ama yetmez! Arap ülkelerine bir ziyaret ve elde kalan ne varsa haraç mezat satmak da bir seçenek olarak önünde olacak. Ancak bu da yetmez! Bu kadar berbat durumdaki ekonomiyi kurtarabilecek tek bir ülke var o da Çin. Ama Çin’in önceliği hala Türkiye değil. Tabii bu ambargolar sayesinde, ‘ambargo delen’ ülke olarak bir süre daha yetersiz olsa da bir kaynak sağlamak mümkün, ama bu zaten yapılıyorken, daha ne kadar ek kaynak sağlanır o muamma! Sonuçta al takke ver külah ekonomisi, gri ekonomik ilişkiler, kara para, işte tüm bu alanlarda da dans edecek pek bir yer kalmış görünmüyor.

Büyük olasılıkla yerel seçimlere kadar popülist politikaları devam ettirecekler ve bu ülkeye bir kötülük daha yapacaklar. Ama sonrası yok... Ben diyeyim iki yıl, siz deyin iki buçuk yıl içinde erken seçim olur. Seçim olmazsa mı, o zaman zaten sağ popülizm postmodern faşizme dönüşmüştür ve ülkeyi berbat bir sosyal koas beklemektedir.

Öyle ya da böyle, kavanoz dolusu bir acı ilaç bekliyor bizi, üstelik test edilmemiş, yan etkileri süründürecek bir acı ilaç... Ve doktorun diploması yok!

Tüm yazılarını göster