Bilgi ve iletişim teknolojileri ve hizmetleri alanı 1970’lerden bu yana hızlı bir gelişim gösterdi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin evrensel, siyasi, bilimsel bir mücadele olarak tanımladığı Soğuk Savaş'ın teknolojik sonucu olarak ortaya çıkan bilgi ve iletişim teknolojileri alanının gösterdiği bu genişleme, devletin piyasada doğrudan bir oyuncu olarak yer aldığı planlamaya dayalı dönemin ekonomik düzeni içerisinde, hükümetlerin bu alana yaptığı yatırımlarla doğrudan ilgili. Ama aynı zamanda da bu teknolojilerin kapitalizmin yapısal krizleri ile etkileşiminden bağımsız düşünülemez.
YENİDEN YAPILANMANIN TEKNOLOJİK TEMELİ
Bilgi ve iletişim teknolojileri, 1970’lerde kâr oranlarının azalması eğilimi ile başlayıp, petrol krizi olarak popülerleşen büyük kriz sonrasında geniş ölçüde yeniden örgütlenen sermayenin teknolojik temelini oluşturdu. Sermayenin bu yeniden örgütlenmesi iki yolla bilgi iletişim teknolojileri alanı ile etkileşime girdi. Öncelikle krizle birlikte daha düşük maliyetli üretime yönelen sermaye, bilgi ve iletişim teknolojilerini üretim süreçlerinde yoğun olarak kullanma yoluyla emek maliyetlerinden tasarruf etme yolunu seçti. Daha önceki yazılarda değindiğim üretim alanında kullanılan robotlar ve yapay zeka uygulamaları hâlâ bu durumun artarak sürdüğünün kanıtı. İkinci olarak hem daha ucuz emek gücü, hem de pazar erişimini genişletmek ya da doğal hammaddelere yakın olunması gibi gerekçelere dayanarak üretim süreçlerinin parçalanması ve üretim birimlerinin küresel olarak dağıtılmasında bilgi ve iletişim teknolojilerinin olanaklı kıldığı ağlara ve hizmetlere yöneldi. Üretimin küreselleşmesi olarak tanımlanabilecek bu durum da 1970’lerin sonundan itibaren başladı ve günümüzde de büyük bir hızla sürüyor. Bu süreçler sermaye kesiminin krizden çıkışı kadar, bilgi ve iletişim teknolojileri pazarının büyümesini de sağladı.
Sosyalizmin yıkılışının ardından kapitalizm tüm dünyaya yayılırken, piyasaların açılması, ticaretin ve sermaye akışının kuralsızlaşması, uluslararası yatırım ve ticaretin tüm ülkelerin ekonomik politikalarında daha büyük bir rol yüklenmeye başlaması gibi bir dizi süreci ifade eder bir biçimde kullanılan globalleşme döneminde, bilgi ve iletişim teknolojileri, 1990’ların ortalarında yarı iletkenlerin üretiminde yaşanan değişimler, piyasaların dünya çapında bütünleşmesi ve tüm geleneksel sınırların ortadan kalkmasını sağlayan internetin ortaya çıkışı ve bu iki gelişmenin sağladığı hem hizmet, hem de mal üretiminde yaşanan verimlilik artışı nedeni ile yeni bir ekonomik sistemin temeline yerleşti. Bilgi ve iletişim teknolojileri, bilgi ve iletişim teknolojileri üretim sanayisinin çıktısı ve diğer sanayi dallarının da girdisi olarak, 1990’lı yıllarda düşen fiyatlarına rağmen ulusal gelirler içerisindeki paylarını büyüttüler. Ülkeler açısından bu yeni ekonomiye uyum sağlamanın en önemli getirisi ekonomik büyümeydi ve ekonomik büyüme özellikle, ABD’de web adreslerinin sonu “.com” ile biten şirketlerin borsa değerleri inanılmaz yükseliş göstermeye başlaması ile gözlemlendi.
YENİ EKONOMİNİN KRİZİ
Yeni ekonomi şirketlerinin borsa değerlerinin gösterdiği yükseliş, bankacılık, yayıncılık gibi “eski ekonomi” aktörlerinin de etkinliklerinin bir kısmını internete taşımalarına, yeni ekonomiye uyum sağlamaya çalışmalarına neden oldu. Eski ekonominin aktörleri, yeni ekonomiye uyum sağlayamamaları durumunda pazar paylarını ve hatta işlerini kaybetme korkusuna kapıldılar, diğer taraftan da internetin bankacılık alanında eleman istihdamını minimuma indirmeyi sağlayan, yayıncılık ve pazarlama alanında dağıtım sorununu çözen özelliklerini fark ettiler.
“Yeni ekonomi” şirketlerinin çoğunluğu kâr etmemesine karşılık, 1990’lar boyunca borsa değerleri hızla arttı ve bu gelişme ABD dışına hızla yayıldı. Güçlü reklam kampanyaları ile marka haline gelmek, kullanıcı sayısını arttırmak ve bu sayıların da hesaba katılması ile belirlenen büyük borsa değerleri ile hisselerini halka arz etmek, tüm dünyada yatırımcıların temel amacına dönüştü ve bilgi ve iletişim teknolojileri ve hizmetleri alanına büyük yatırımlar yapıldı. 2001 yılında yaşanan NASDAQ krizine kadar yaşanan bu sürecin temelinde internete dolayısıyla bilgi ve iletişim teknolojilerine duyulan “kör inanç” vardı.
2001 yılında internet şirketleri batmaya ya da borsa değerleri hızla düşmeye başladı. NASDAQ krizi, yeni teknolojik devrimin, kapitalizmin yapısal krizlerini engellemeyeceğini ortaya koydu. 2000 yılının sonlarında başlayan ve 2001 yılında devam eden ekonomik durgunluk yanında, tüm sektörlerde bilgi ve iletişim teknolojilerine yapılan büyük yatırımlara rağmen üretkenlikte geçmişe göre herhangi bir artış yaşanmadı. Ayrıca, NASDAQ krizi sonrasında sektörde pek çok küçük şirketin iflasına rağmen, sadece en büyük beş şirketin dünya çapında ilk on sıralamasında yerini korumuş olması, bilgi ve iletişim teknolojilerinin beklendiği ölçüde büyük ve hızlı bir dönüşümü yaratmadığı, ancak yeni iş örgütlenmeleri, yeni iş alanları, yeni pazarlar yaratarak kapitalist ekonomi içindeki yerini almış olduğu anlamına geldi. NASDAQ krizi ile 3 trilyon dolar kaybedildi, 500 dot-com şirketi battı ve yarım milyon ileri teknoloji işi ortadan kalktı.
NASDAQ krizi sonrasında bilgi ve iletişim teknolojileri alanının kendine gelebilmesi için hükümetlerin büyük projelerle piyasaya müşteri olarak girmeleri gerekti. Enformasyon toplumu tezleri eşliğinde sayısal eşitsizliğin ortadan kaldırılması, bilgisayar okuryazarlığının arttırılması ve e-devlet uygulamaları gibi projelerle tüm ulusal devletler alana en büyük müşteriler olarak dahil oldular. Bilgi ve iletişim teknolojileri ve hizmetleri piyasasının böylece en önemli talep kaynağı başından beri yerini koruyan ulusal ordular yanında, bu projelerle hükümetler haline geldi.
2008 KRİZİ VE ALGORİTMALAR
2008’de yaşanan krizde ise bilgi ve iletişim teknolojileri kriz ile yoğun bir etkileşim içindeydi. Aslında bu da kaçınılmazdı. Zira finans sektörü, tarihsel olarak hem ağ hizmetleri, hem de karmaşık işlemler gerçekleştiren yazılım ürünleri açısından bilgi ve iletişim teknolojileri yatırımının en yoğun gerçekleştiği alan olarak görünüyordu. Finans sektörü sadece bilişim teknolojilerinin en önemli talep kaynaklarından birisi olmakla kalmıyor, aynı zamanda teknoloji şirketlerinden daha fazla teknolojiye ilişkin kaynak kullanıyor, yazılım şirketlerinden daha fazla yazılım geliştirici çalıştırıyordu. Bu durum bilgisayarın ilk çıktığı dönemde müşterilerinin tüm dünyada bankalar ve finans hizmetleri sunan kuruluşlar olmasından bu yana herhangi bir kesintiye uğramadan sürüyor.
2008 krizi sonrasında finans sektörüne dair yapılan analizlerin pek çoğunda hiç adı anılmasa da, 1980’lerde finans alanında yaşanan yükselişten itibaren finans işlemlerinin büyük bir bölümü insanlar tarafından değil, bilgisayar yazılımları tarafından yönetilmekteydi. Örneğin 2006 yılında Londra borsasındaki işlemlerin yüzde 40’ı algoritmalar aracılığıyla otomatik olarak yerine getiriliyordu. Bu oranın bazı ABD piyasalarında yüzde 80’i bulduğu iddia ediliyordu. 2008 krizini algoritmalar yönünden ele alan pek az analizde genellikle risk yönetimi alanında uzmanlaşmış fizikçi ya da matematikçi yazılımcıların yazdığı bu tamamen niceliksel ve olağanüstü ölçüde karmaşık algoritmaları 1980’lerden beri sadece bu niceliksel analistlerin anladığı, bu yüzden de güvenmek dışında seçenek kalmadığı vurgulanıyordu. 2008 krizi bu analizlere göre, algoritmalara güvenmemek gerektiğini ortaya koymuştu.
ALGORİTMALARIN MERHAMETİNE TERK EDİLMEK
Bu algoritmalar, sadece piyasayı temel alan ve toplumsalın diğer alanlarını gözardı eden ciddi derecede kusurlu risk değerlendirmelerine dayanıyordu. Dahası son derece karmaşık algoritmalar tarafından üretilen finansal araçlar doğal üretim faktörlerinden ya da üretilen mallardan değil, yalnızca diğer finansal araçlardan yeni para üretiyordu. O günlerde bir New York Times yazarının dediği gibi “Her nasılsa dahi, Wall Street şirketlerinin alabileceği en iyi ve en parlak niceliksel analizciler, 'süper bilgisayarlar'ına 1 trilyonluk yüksek riskli konut kredisi borcu yüklediler, bir takım türevler eklediler, düzenlemeleri bilgisayar algoritmaları ile ovaladılar ve puf diye 62 triyon dolarlık bir hayali zenginlik” yaratmışlardı. Ama her şey hayaliydi ve 2008 krizi göstermişti ki küresel finansal sistem ve her şeyin temeline finans piyasaları yerleştiği için elbette ki küresel ekonomik, politik ve toplumsal sistem bu hayali zenginliği üreten karmaşık algoritmaların merhametine terk edilmişti. Bu eğilim ise artarak sürdü.
Türkiye’de yılbaşından bu yana yaşananların, Türk Lirası'nın dolar karşısındaki değer kaybının aslında bu algoritmaların yarattığı finansal araçlar sayesinde birbirine sıkıca bağlanmış, hayali zenginliklerle bugüne dek gelen bir sistemin krizi olduğunu, Türkiyeli şirketlerin neredeyse tüm Avrupa bankalarına dağılmış 200 milyar doların üzerindeki borcunun bu krizi hızla küresel bir krize evirtebileceğini hatırlamak, meselenin bize anlatıldığı gibi rahip krizi falan değil, sistemin yapısından kaynaklanan bir kriz olduğunu ve krizi yaratanın da bir ölçüde teknoloji destekli “algoritmik kapitalizm” olduğunu unutmamak gerekiyor.