Ekrem İmamoğlu: Soruşturma yazısını okuyunca dehşete düştüm
Kanal İstanbul'a 'kamu kaynaklarını kullanarak karşı çıktığı' gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatılan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, "Cuma günü bana soruşturma yazısı geldi. Okuduğumda dehşete düştüm" dedi.
DUVAR - İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kanal İstanbul'la ilgili hakkında açılan soruşturma yazısında mülkiye müfettişinin kendisine 'bölücü' imasında bulunduğunu belirterek "Hadi oradan, sen kimsin ya!" diye tepki gösterdi.
FOX TV'de İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat programına katılan İmamoğlu şu mesajları verdi:
- İstanbul’daki ve Türkiye’deki durumla alakalı çözümü nasıl bulacağız? İBB’de, Nisan-Mayıs’ta yaklaşık 800 olan vaka sayısı, şu anda 2000’i aştı. Bu, neredeyse 3 katına gidiyor anlamına gelir. İBB’nin oluşturduğu Bilim Danışma Kurulu diyor ki, ‘Bu çok hızlı büyüyor, çok hızlı bulaşıyor, artık çok yaygınlaştı; kapanma şart.’ Çıktım, açıkladım. Allah aşkına, alınan tedbirlerden siz bir şey anladınız mı? Ben hiçbir şey anlamadım. Bu iş, ciddi bir iş artık. Sağlık çalışanlarının ve Sağlık Bakanı’nın özverili çalışmalarını biliyorum, ama kapanma yapmak zorundayız. Elbette, zor durumdayız. Ama demediler mi; ‘Güçlü devlet, zor zamanlarda milletinin yanında olan devlettir.’ Söylediler; hep beraber yanında olacağız. Yarın, öbür gün önünü alamayacağımız bir seviyeye çıkma ihtimali ve riski var. Önce insanımızı yaşatacağız.
Devlet, insanını yaşatır. İBB Başkanı istemez yani bunları konuşmayı. Kolaycılık nedir? Yaslan arkana, seyret! Nasılsa karar alma yetkisi bizde değil. Yapamam tabi. Ben, sorumlu bir yöneticiyim.
- HES uygulaması var. Gayet güzel. Beni; Bakan haksız bulmuyor, Vali Bey haksız bulmuyor. Yalvarıyoruz, diyoruz ki; ‘Bulaş sayısını azaltmak adına çok değerli bir şey HES uygulaması, tebrik de ediyorum, eyvallah. Otobüslerde HES uygulamasını yapalım. Hastaların bilgisini bize verin. Biz, onları sistemden iptal edelim, hatta bir hasta otobüse bindiği zaman, öyle bir alarm sesi çıksın ki orada, hasta olduğu belli olsun ve gerekli işlem yapılsın.’ Kişisel verilerin paylaşımı gibi şeyler söylüyorlar. Ya ben devletin bir parçasıyım; yapmayın. Şuna dönüyor iş: ‘Efendim siz bize, binenlerin listesini yollayın. Biz bakalım hangi hastalar binmiş.’ Bindikten 1 gün sonra yollasam ne olur? Entegrasyon ve bir arada çalışma düzeni olmazsa, olmaz.
- Benim vefat sayılarındaki artışla ilgili sosyal medya paylaşımlarımdan sonra Sayın Bakan beni aradı, ‘Ya işte Twitter üzerinden olmasaydı…’ dedi. Sayın Bakan dedim; ‘Bu sayı meselesini ta Nisan'dan beri sizinle paylaşıyorum.’ Ben, iki-üç defa kendisini aradım bu konuda. ‘Bana bambaşka şeyler anlattınız’ dedim. Ben, bugün yakın çevremde yaşıyorum ve gerçekten tereddüt duyuyorum. Şu anda hastanelerde yer bulmakta zorluk çekiyor insanlar. ‘Biz, gerekli tedbirler için çalışıyoruz’ dedi. ‘Ben, size yardımcı olmak istiyorum. İşin büyüklüğünü göstermek istiyorum’ dedim. 17 Kasım'daki toplam vefat sayımız ne biliyor musunuz? 410. Aynı gün bulaşıcı hastalıktan vefat sayısı, 164. Sadece İstanbul'u söylüyorum. 18 Kasım; toplam vefat sayısı 424, bulaşıcı hastalık sayısı 167. Dün, ben salondayım Meclis’te. Gece 11'de bitti. Üzüntüden bir ara yüzüm düştü. 441’e ulaştı dün toplam vefat sayısı. Bulaşıcı hastalıktan ölen toplam vefat sayısı, 180. Sadece İstanbul'da.
- Son 3 gün, İstanbul tarihinde ilk defa dörtyüzlü sayılar gidiyor. Geçen yıl Kasım ayında günlük ortalama vefat ne biliyor musunuz İstanbul'da? Günlük ortalama yaklaşık 205. İki katını aşmış. Bizim, İstanbul’da, 1 Mart’tan 19 Kasım’a kadar ulaştığımız vefat sayısı, 10 bin 681. Sadece İstanbul. Feryat ediyorum: ‘Hep beraber, el birliğiyle 3 haftalık kapanma istiyorum.’
- Sayın Bakan'a (Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum) kısa ve öz bir cümle söylemek istiyorum: Makamının adında, ‘çevre’ ve ‘şehircilik’ geçen bir bakanın, burada yapılacak, ‘Boğaz’ın özgürlüğü’ dediği kanalı, Süveyş’le Panama ile paralel tutması... Yani ne diyeyim? Tanımlayacak laf bulamıyorum. İrtibattan bahsediyor Sayın Bakan. Kaç tane davetimiz var. Sunumumuz var, brifingimiz var, panelimiz var kanalla ilgili. Ben, kaç kere davet ettim. İlgi duyup davetimize icabet ettiler mi; etmediler. Temsilci yolladılar mı; yollamadılar. Onunla da yetinmedim. Çalıştayın kitabını yaptım, kendi makamlarına yolladım. 30'a yakın bilim insanı, raporlarını kitap haline getirdi; onu yolladım. Dönüp, 'Sayın İmamoğlu ne düşünüyorsunuz' dediniz mi Sayın Bakan? İstanbul’a geldiniz bu kritik dönemlerde, süreçlerde. ‘Sayın İmamoğlu, 2 saat şu konuyu konuşalım, anlat bize’ dediniz mi? Melen’den örnek verdi. Melen ile ilgili, Cumhurbaşkanı rahmetli Demirel, yanına DSİ Genel Müdürü'nü alıyor, yanına bakanını alıyor, İstanbul’a geliyor, Melen’le ilgili, şimdiki Cumhurbaşkanı’mız Sayın Erdoğan'ı belediye başkanıyken ziyaret ediyor.
- Şimdi gelelim soruşturma konusuna. Cuma günü, bana soruşturma yazısı geldi. Okuduğumda dehşete düştüm. Bu arada Sayın Meral Akşener'e duyarlılığı için çok teşekkür ediyorum. Cuma günü, ben, bu yazıyı aldıktan sonra benim Sayın Akşener'e bir ziyaretim oldu. Sizin programınıza katılacağını bilmiyordum. Kendilerine bahsettim, çünkü çok üzüntülüydüm. Dehşet içindeydim. Anayasa’nın 123’ncü maddesine göre, idare bütünlüğünü bozucu bir eylemde bulunduğum iddiasında bulunuyor müfettiş. Daha ötesi; tam 1 sayfa, ‘Bölücü devlet otoritesi tanımaz’ gibi benimle ilgili imada bulunuyor. Hadi oradan ya. Sen kimsin ya? Bir kere, bölücülük yapan kendisi. Bunu yazıp, bir iddianame düzenleyip, benden ifade isteyen kendisi. Bazıları ortaya çıkıp diyecek ki; ‘Bölücülük yok, algı yapıyor. Sadece kamu kaynağını israf etmekten ifade etmekten isteniyor filan…’ Geçin bu işleri.
- Kanal İstanbul projesi, bir seçim projesidir. Adı da ‘çılgın proje’. İstanbul’un çılgınlığa tahammülü yok. İstanbul’u zaten çıldırttınız. Bu, çılgın proje kavramı ile 2011’de ortaya atılan bir proje. Tam 9 yıl sonra, tartışmalı bir ÇED raporuyla bir daha gündeme geldi. ÇED raporuna, ben dahil, on binlerce İstanbullu vatandaş itiraz başvurusu yaptı. Onlarca dava açıldı. Benim de davam var; şahsi de var, kurumsal da var. ‘Daha dava süreçleri bitmemiş, ÇED raporu netleşmemiş’e ne denir biliyor musunuz teknik dilde? O, henüz proje değildir, tasarıdır.
- Buradaki arazilerin yüzde 70'i, artık şahıslara ait. İlk açıklandığında tanım şuydu: ‘Bu projenin detaylarını, kimseye açıklamayacağız. Herhangi bir avantaj sağlanmasın istiyoruz.’ Bugün, yüzde 70’i, şahsi mülkiyetleri ait. Bizim tespitlerimize göre, sadece 3-5 yıl içerisinde 40 milyon metrekaresi yeni el değiştirmiş. (Kanal İstanbul güzergahını gösteren haritayı göstererek) Şu ne biliyor musunuz? O müfettişe söylüyorum; ‘Müfettişin dilini ben yazdırdım, ben imza attırdım’ deyip tarafsızlığını yitiren, Sayın İçişleri Bakanı’mıza da söylüyorum: Bölücülük budur. Şimdi tutturdular, ‘devlet projesi.’ Böyle bir kavram yok. Bu bir, seçim propagandası. Günün sonunda o kadar kişiselleşmiş ki; yüzde 70’i şahsileşmiş bir arazi bir proje; nasıl devlet projesi. ‘Çevre’ ve ‘şehircilik’ bakanımız, Boğaz’la burayı anlatırken, binlerce kilometrelik yolu dolanmasınlar diye yapılan Süveyş ve Panama ile eşdeğer tutarken, Montrö’yü de unutuyor. 5 gündür konuşuluyor bu konu. Kimse arayıp, ‘Sayın İmamoğlu, bu konuda sen ne düşünüyorsun’ demiyor.
- Yazılı ifademde, bunun bir devlet projesi olmadığını, böyle bir ifade da bulunamayacağını söyledim. Gelelim, bunun kamu kısmı bölümüne. Biz, mücadelemizi çocuklar için veriyoruz. Tek bir kuruşun hesabını, onlar için veriyoruz. Ama asıl benim bağırmam lazım, ‘Ey müfettiş, ey İçişleri Bakanı; neredeydiniz’ diye bağırmam lazım. Seçimde, rakibim, İBB’nin araçlarıyla seçim kampanyası yaparken, neredeydi kamu kaynağı? Acaba o ‘kamu kaymağı’ mıydı?
Sayın İçişleri Bakanı, devletin helikopteri ile Gaziosmanpaşa’ya indiğinde, bu titizlik neredeydi? Sayın Cumhurbaşkanı, İstanbul’da günde beş miting yaptı. Ben bu mitinglerin maliyetini biliyorum, çünkü bütün bu maliyetin kaynağı bizim kampanya ekibimizden çıktı.
İçişleri Bakanlığı, tarafsızlığını yitirecek bir makam değil. Sadece ifade vermekle kalmayıp, bütün yasal haklarımı kullanacağımı belirtmek isterim. (HABER MERKEZİ)