Eksik bir aşk hikâyesi

Ogai Mori'nin 'Yaban Kazı' romanı İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Meici Dönemi’nin yaklaşan sonunun getirdiği sosyal değişimlerin gölgesindeki Tokyo’da bir yaşamöyküsünü anlatıyor.

Abone ol

Japonya, 1800’lerde büyük değişimlerin arifesindeydi; reformlar yapılıyor ve Batılılaşma hamleleri nedeniyle gelenekler ve modernizm arasında kaldığını düşünen halkın önemli bir kısmı bocalıyordu. Ogai Mori, 1800’lerin ikinci yarısında Avrupa’da öğrenim görmüş bir hekim ve yazar olarak ülkesindeki Batılılaşma hareketi ve gelenekler arasındaki ilişkisine kafa yoruyordu.

Mori, Batı’da karşılaştığı edebiyat ile Japonya’daki edebî kültürü bir araya getirerek üslubunu yaratmıştı. Böylece bir bütün olarak ele aldığı Japon toplumunun ve kültürünün yanı sıra onu oluşturan bireylerin ruh hâlini, satır aralarına eleştirilerini de katarak Batı kültürüyle karşılaştırdığı metinler kaleme almıştı. Otuz küsur yıl boyunca yazdığı kitaplarda, karşılaştığı ve tanık olduğu hemen her sorunu işleyen Mori, tıp öğreniminden izleri metinlerine yansıtan bir “âlim”di.

Öğrendiği Avrupa dillerinden okuduklarını Japonya kültürüyle bir araya getiren, tarihe ve biyografilere de meraklı bir yazar olan Mori, samuraylık geleneğinin bir evladıydı. Avrupa’da yüksek öğrenim gören ve 1888’de ülkesine dönen Mori’ye dair Japonya edebiyatı tarihi uzmanı Suiçi Kato’nun şu belirlemesi önemli: “Ogai’ın Avrupa’da geçirdiği dört yıl, onun hem bürokratlığı hem bilimsel kişiliği hem de edebiyatı ve aşkları üzerinde hayatının sonuna kadar büyük bir rol oynamıştır.”

Mori, gerek çevirileriyle gerek yazılarıyla 1800’lerin sonunda ülkesinde yeni kapılar açarken Kato’nun ifadesiyle “konu zenginliği bakımından çağdaş Japonya edebiyatını en üst düzeye çıkaran yazar” olarak anılıyor. Bunun yanında, kaleme aldığı şiirlerle pek çok şaire ilham verirken düzyazıdaki üslubuyla, tarihî romanlarıyla ve yazdığı biyografilerle dikkat çekiyor. Uzun lafın kısası, hem kurgu hem de kurgu-dışı eserleriyle zamanının bir tanığı olarak bilinirken çağdaşlarını ve kendisinden sonraki yazarları etkiliyor.

Mori’nin bu etkiyi yaratan metinlerinden biri, Japonya’da yaşanan toplumsal ve kültürel değişimlerin bireylerin hayatına nüfuz etmeye başladığı Meici Dönemi’nin sonunda Tokyo’da geçen 'Yaban Kazı'.

HAYALLER VE GERÇEKLER

Romanda iki ana karakter çıkıyor karşımıza: İlki, yaşı ilerlemiş ve pek de varlıklı olmayan babasını ömrünün son dönemlerinde mutlu etmek için zengin bir tüccarla ilişki yaşamayı kabul edip onun metresine dönüşen O-Tama. Diğer karakter ise tanıştığı O-Tama’ya âşık olan Okada.

Romanın anlatıcısı, üniversite döneminden arkadaşı Okada’yı tarif ederken “erkek güzeli”, “karakterli ve dengeli yaşayan insan” diyor. Hemen herkesin ilgisini çeken bu adam, aynı zamanda örnek alınan bir kişi. Kısacası etrafındakilerin onun gibi olmak istediği bir genç.

Yaban Kazı, Ogai Mori, Çevirmen: Alper Kaan Bilir, 144 syf., İthaki Yayınları, 2021.

Okada, iniş çıkışları fazla olmayan biri. Yürüyüş yaptığı güzergâh bile belli. İşte Tokyo’daki o yürüyüşlerinden birinde, gözünün takıldığı pencerede yüreğini titrettiğini hissettiği kadınla karşılaşıyor. Asıl hikâye de böyle başlıyor. Babasının ve kendisinin çektiği yoksulluğu hatırlayıp kendisini metres yapmak isteyen tüccarın teklifini kabul eden O-Tama’dan başkası değil penceredeki.

Hikâyenin anlatıcısı, bu karşılaşmanın öncesini ve ardını, âdeta O-Tama ve Okada’yla her an berabermiş gibi ve biraz da masal havasında aktarıyor. Satır aralarına 1800’lerin sonu, 1900’lerin başındaki Japonya’dan manzaraları ve insan ilişkilerini de katıyor. Örneğin, o senelerde kadın-erkek yakınlaşmalarının, öncesine göre nasıl farklılaştığını; duygular yerine ihtiyaçların ve dürtülerin ön plana geçtiğini koyuyor ortaya. Öte yandan, Japonya’daki Batılılaşma ve modernleşme sancılarının yanı sıra yenilik ve gelenek gerilimi de bu anlatımın zemininde yer buluyor kendisine. O-Tama ve Okada işte böyle bir ortamda, tesadüfen karşılaşıyor.

Babasının iyiliğini ve rahatını düşünerek metres olmayı kabul eden O-Tama’nın, o noktaya çok kolay ya da birdenbire geldiğini söylemek zor. Anlatıcı, genç kızın üzerindeki baskıyı ve babasının tedirginliğini tüm ayrıntılarıyla veriyor okura. O-Tama’ya ev tutan “beyi”nin içten pazarlıklı hâli ve hedefe ulaşma aşamasındaki yapmacıklığı ise bu baskıyı ve tedirginliği perçinliyor. “Günün birinde saadet beni bulursa babama şöyle yardım edeceğim” diye düşünen O-Tama’nın içinde bulunduğu durumu “Başına gelenlere razı olmak, bu genç kadının en sık tecrübe ettiği zihinsel durumdu, ruhunun o kanalı, sık sık yağlanan bir makine gibi pürüzsüz çalışıyordu” şeklinde ifade ediyor anlatıcı.

BAĞIMSIZLIĞA DOĞRU İLK ADIM

Babasını düşünerek biraz da gönülsüzce adım attığı yeni yaşam ve tercihleri nedeniyle toplumdan dışlandığını hissediyor O-Tama. Dahası, metresi olduğu adamın eşi değil, “eşi gibi” göründüğünün de farkında. Kısacası çelişkiler ve gerilimler yumağı resmeden Mori, O-Tama’nın zihninin derinliklerine ittiği okuru yalan-gerçek ikileminin ortasına bırakırken genç kadının içindeki fırtınayı ise şöyle resmediyor: “O-Tama, babasını mutlu etmek dışında hiçbir amaç gütmediği için ‘Asla olmaz!’ diye kesin bir dille reddeden babasını ikna etmiş, bir metres olmuştu. Ama beyim dediği adam bir tefeci çıkınca dünyası kararmıştı. Kalbindeki kederi tek başına defedemediği için hislerini babasıyla paylaşmak istemiş, beraber dertleşiriz diye düşünmüştü. Ama gölet kıyısındaki babasını ziyarete gidip onun huzurlu yaşantısına şahit olunca dili varıp da bir şey diyememişti. Konuşmak, ihtiyarın içki çanağına bir damla zehir dökmek gibi olacaktı. O-Tama, ‘Pekâlâ! Acı çeksem de acımı kalbime gömeceğim’ diye karar vermişti ve bu kararla birlikte, o zamana dek başkalarına bel bağlamaktan başka bir şey bilmeyen genç kadın, ilk kez bağımsızlığın nasıl bir duygu olduğunu hissetmişti.”

O-Tama, kalbinin “beyi”nden uzaklaştığını düşündüğü dönemde karşılaşıyor Okada’yla. Penceresinin önünden geçip giden sıradan bir öğrenciyken Okada’nın verdiği selam O-Tama’yı heyecanlandırıyor.

Dışarıdan bakıldığında her şeyi tam gibi görünen O-Tama’nın yaşamında kendisinin pek seçemediği, hissetse de adını koyamadığı eksiklikler var. Okada’yla ilk karşılaşmasını heyecanlı hâle getiren de bu ve konuşma, içini dökme ihtiyaçlarına yanıt veren o genç öğrenci, O-Tama için “derhal almayı arzuladığı bir şeye dönüşüyor.”

Romanın geçtiği dönemde Japonya’da yaşanan hızlı değişimlere benzer şekilde ikili arasındaki iletişim ve ilişki de süratle gelişirken O-Tama’nın zihninde kuşkular uyandığını fakat yüreğinin başka şeyler söylediğini aktarıyor anlatıcı: “O-Tama güçlü bir kadındı. Suezo’yla tanışmasından beri geçen kısa zamanda, resmî olarak herkesçe dışlanan ama gizliden gizliye de kıskanılan bir metres olmanın acısını öğrenmiş, bu sayede toplumla alay eden bir mizaç geliştirmişti. Ama özünde iyi bir insandı ve henüz yüreği katılaşmamıştı, bir yurt talebesi olan Okada’ya yaklaşmaktan korkuyordu.”

O-Tama ve Okada’nın iletişimi ve ilişkisi, 1800’lerin sonunda Japonya’daki gelenek-modernlik gerilimine benziyor. O-Tama, yüzü geleceğe dönük fakat geleneklerin kendisini frenlediği, Okada ise modernliği temsil eden bir karakter olarak çıkıyor karşımıza.

Mori, romana kattığı bu metaforlar haricinde, O-Tama ve Okada’nın “kaderini” belirleyen tanışma ve tam anlamıyla bir araya gelememe hikâyesiyle çıkıyor karşımıza. İmkânsız değil belki ama eksik bir aşk hikâyesi bu. Mori, kişilik çözümlemelerinin önemli bir yer kapladığı 'Yaban Kazı'nda, iki ana karakterin penceresinden bakarak kaleme aldığı satırlarla Japonya edebiyatında önemli bir noktada konumlanıyor.