El Turco 9: Lu

Buenos Aires... İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrası... İspanyol devrimcileri, Naziler, Patagonya'nın anarşistleri, Peron, iktidar, para, Tango, aşk ve kim olduğu bilinmeyen gizemli bir adam: El Turco! Bir labirent öykü. Bir Metin Yeğin polisiyesi...

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

Sabaha daha fazla kızıyorum mesela. O geceyi bitiren sabaha. Yanımda yoktu sabah. Ah ben kalkıp gitmek isterdim. Bir sonraki perdeye ben başlamak isterdim. Yok yapamadım. Kalktığımda soluğu beni yakaladı, kendine çekti ve fareli köyün kavalcısının peşine takılıp dudaklarına yakalandım. Ben Lu, Barcelona tiyatrosunun ele avuca sığmaz aktristi, soyluları kapısında oynatıp, anarşistleri yatağa atan, Duritti’nin sevgilisi –ah benim erkeğim- bombalar arasında sadece savaşmak değil sevişmek de lazım diyen Lu, bir soluğa yenildim o sabah. Ben de mi yaşlanıyorum yoksa tek kolumla birlikte kalbim de mi yarısını kaybetti?

El Turco - Bütün bölümler....

Hayır günler güzel. Fernando ile birlikte bir esinti geldi yine. Devrimin mütevazı rüzgar gülü Fernando. Bütün rüzgar güllerinin aksine sadece rüzgarı bulmaz rüzgarlar da gelir onu çevirmek için. Şililiye otelde bir iş buldu. Çok mutlu Şilili. Her şey bir yana parçalanabilecek patateslere, iri ve taze havuçlara, büyük kazan ve kepçesine, tabakta bir tablo gibi duran yemeklerine kavuştuğu için çok mutlu. Benim tekrar sahneye çıkışım gibi. Bu yüzden istemiyorum ve sahneye çıkmıyorum zaten; çok mutlu olacağım için. Sahne tozları yerine keskin soğan ve sarımsak kokusu bu adamı da mutlu kılan ve kişniş ince dilimlenmiş. Kızıl peruğu ile horoz gibi duruyor. İbikleri sağa sola sallanan mutlu bir horoz. Ne düşündüğünü bilmiyorum Fernando’nun ama Pancho’nun ucu tutuşmuş fitil ve dinamitleriyle oraya girebilmesinin bir yolu açılmış oldu. Eh tabii Şilili mutfağının havaya uçurulmasına izin verirse!

Hava haziran soğuğu ama beni ısıtan iki şey var. Bir yeniden tutuşan devrim sıcağı ve diğeri El Turco ile her an yeniden sevişecek olmamız…

ELÇİ

Herkes tanıdık. Tabii ki Lu imiş o kadın. Barcelona tiyatrosunun güzel aktristi Lu. Onun çevresindekiler de aynı. Bizim partili sendikacıların söylediği gibi İspanyol bir anarşist ekip. Her şey yeniden burada kuruluyor. Bu sefer işçiler üzerine kurulmaması lazım ama oyunun. Biraz daha sabırlı olmalı Sovyetler. Bir başka macera hele bu savaştan sonra uzak topraklarda bu yeni dünyada biraz zor. Bu yüzden başka bir yöntem uygulamalı. Peron denen adam benim favorim. Hiçbir şeyi uçlaştırmadan yavaş yavaş yürümek. Dahil olduğum bütün savaşlardan sonra benim öğrendiğim bu. Ve bu yüzden yazdığım son rapor, daha fazla işçiyle, Peron’u doğrudan olmasa da dolaylı olarak desteklemek. Yoksa bu doktor Hessler gibi Nazi bozuntuları ve daha da kötüsü maceracı anarşistler arasında uçuruma sürüklenecek bir ülke olacak buraları. Oyun sahnesi buraya taşındı ve aktörler neredeyse aynı. Başrol yine Pasrifel yani Lu’da. Bir de şu adam var. Gizemli El Turco. Herkesin sevgilisi. Çok zengin ya da çok mütevazı. Hatta komünist olduğuna dair yemin edecek işçiler bile var. Aynı şekilde bir burjuva, kont, asilzade de diyebiliriz. Bu kadar herkes için iyi olan biri her zaman çok tehlikelidir. Sınıflar teorisine uymaz öncelikle. Emperyal otelde İspanyol anarşist Fernando ile konuşması da tesadüf değildi bence. Aynı anda Bakan Jimanez ile Doktor Hessler’in buluşması da. Her şeyin bir nedeni var ve biz bu nedenler arasında koştururken tarihin çarkını bir yandan diğer tarafa çevirmeye çalışan işçilerden başkası değiliz. Tarih işçilerinin dokuduğu bir ülke olacak burası da. Herkesin safları aşağı yukarı belli de El Turco burada nerede yer alıyor orası biraz muamma. Daha doğrusu nerede değil? Yani daha karmaşık bir mesele bu. Hatta dün Buenos Aires’in entelektüelleri, kadın hakları savunucuları ve şu erkek gibi saçlı kadın Celia de la Serna’yla, onun hep yanında dolaşan sık sık Baudelaire, Neruda şiirleri okuyan o genç oğlu ile birlikteydi. Onlarla şiirden, edebiyattan konuşurken tam bir entelektüeldi bu sefer El Turco. Tropik ormanların hayvanı bukalemun gibi. Yok, bu benzetme doğru değil. Çünkü bukalemun sadece üstünde durduğu şeyin rengini alır. El Turco öyle değil. Doğrudan kendisi oluyor adeta. Kartlar tekrar karıştırıldı önümüzde ya da zarlar yeniden atıldı. Ben bu sefer Peron’a oynuyorum. Şu anda bütün otel sakinlerinin etrafına toplandığı adama. Sıkıldım artık savaştan. Değişim yavaşça ve kurnazca olmalı artık dünyada. Peron’u komünist yaparsak zaten Arjantin komünist olmayacak mı? Küçük ve güzel hamleler bunlar, tarihin nakış işçilerinden….

.

DULCANEIA

Annem yine haklı çıktı. Küçük bilgi kırıntıları önüme yeni kapılar açıyor. Böylece onun deyimiyle ‘İşte bu şekilde kapı kırmak zorunda kalmıyoruz kızım. Bu yüzden biz hırsızlar ve dolandırıcılar, suç aleminin aristokratlarıyız. Senin serseri baban gibi değil.’ Bunu söylemesinin nedeni gene babama sövmektir ama olsun. İyi ya da kötü onu anmasına seviniyorum. Babamı hiç tanımadım. Arada bir cezaevine yiyecek taşıdığımız birisiydi, o benim için. Kaba adamdı, diyordu annem. Bunu demesinin nedeni ona kaba davranması değildi. Yola bir kütük atıp yolcu arabalarını soymak isterken yakalanmış olmalarıydı. Cezaevi arabasının önünü kestiklerinde, soyacakları arabanın içinde mahkumlardan başka bir şey olmadığını anladıklarında, iş işten geçmişti. Aynı arabaya tıkılıp aynı cezaevine gönderildiler. Bu yüzden annemin lafından çıkmam. Şu El Turco’ya aşık olmak dışında pek yapmadım bunu ama beni büyülüyor adam. Eğer biz aristokratsak herhalde o prens filan olmalı. Şimdi bu otele girebilmem de onun sayesinde. Polis şefi özellikle onun hakkında bilgi toplamam için benim buraya girmeme göz yumuyor artık. Bense bu işte çok fedakarım! Onun koynuna kadar girip bilgi toplamak istiyorum!

Şuraya bakın kim hırsız biz mi yoksa burayı doldurmuş bu kadar kadın ve adam mı? Yüzyıl çalsam bu kadar şey biriktiremem. Ancak burada diyette gibiyim. Polis şefi içeriden dışarıya sadece bilgi çıkartabilirsin diye kısa bir emir verdi ki bunun manası buradan bir iğne kaybolsa, benim yüz yıl hapis yatacağım anlamına geliyordu. Ama olsun şu mücevherlerin, mesela şu gerdanda parlayan kolyelerin sahibinin kim olduğunu bilmenin bir pırlanta kadar değeri var bizim için.

"Ooo senyora Dulcania" dedi El Turco. Elinde hazır içkiyi elime tutuştururken, kulağıma iyice eğilip kahredici, tutkulu nefesini içimde hissederken yine ukalaca "Polis şefi seni kimin için gönderdi?" diye fısıldadı kulağıma. "Buraya gelmene gerek yok. Ben sana ne yaptığımı anlatırım" dedi.

Tek kelime bile konuşamadım. Nutkum tutuldu. Ben içime nefesimi çekmekten başka bir şey yapmıyordum. Bunun nedeni sadece sözleri değildi tabii ki. Elime tutuşturduğu anahtardı. Henüz o an bir sevişmenin içindeymişim gibi geldi bana. O kötü bakışlı Alman adamla, bakan Jimanez’e neredeyse çarpıyor olmam da bu nedenleydi ve üçüncü kata gelene kadar sarhoş olmam da. Ne kadar sarhoş da olsam Jimanez’in elinde sıkıcı kavramış olduğu elmasın bir parçasının farkına vardım. Meslek sevgisi bu. Yakınımda bir elmas olduğunda ölmüş bile olsam farkına varırım. Annem "Beş nesil hırsızız biz kızım" der. Üstüne basarak ve bununla kuşkusuz övünerek. Çok düşündüm benim de bir çocuğum olsa böyle mi derdim; "Altı nesil hırsızız biz kızım" Hele El Turco’dan bir çocuk olsa. Baban mı onu pek tanımıyorum ama 357 numaralı odada onunla seviştik. Evet kızım baban eminim 22 nesil hırsızdı kızım….

PANCHO

O gece gördüm kaldırımdaydı El Turco. Fernando’nun günlerce önce bir şeyler çevirdiğini biliyordum. Zaten onun en çok kendine özgü gizemini severim. Hemen yüzünden anlaşılır. Bir ışık düşer gözüne. Özellikle son günlerde böyle. Gerçi ışığa filan gerek kalmıyor. Emperyal otelde işe sokulan Şilili. Sahte kimlik ve hatta peruk. Şililinin bir işe ihtiyacı vardı ama yakalandığında öldürülebileceği bir iş olması gerekmiyordu bu. Bakan Jimanez, kendisinin de yemek yediği bir yerde, onun yemek yaptığını öğrendiği anda ne yapar eder öldürtür mutlaka. Hatta çıktığını duyduğu anda buna yapmaya çalışacaktır.

Fernando gözünde ışıltısıyla koşturup duruyor çok muhtemel eski arkadaşı, El Turco ile birlikte. Daha ilk günden onların çok eski arkadaş olduklarını anlamıştım ama bizim nasıl olup da bilmediğimizi çıkaramamıştım. El Turco da bizi tanımıyordu. Yoksa hadi beni geç ki bu cüsseyi unutmak zordur, Lu’yu unutması mümkün değildi.

Fernendo'ya sol kolumdan daha fazla güveniyordum. Her ne yapıyorsa içinde olurdum mutlaka. Eğlenceli bir şeyler olacak. İspanya’nın ölü toprağını üzerinden silkeleyeceğimiz şeyler. Ben Lu gibi dünya için umutlu değilim. Arjantin’de bir şey değişeceğinden de. İspanya’da bizim yaşadığımızı, Patagonya’da yaşadı bu ülke. Herkes daha yeni içeriden çıkıyor. "Siz devrimi bekliyorsunuz benimkisi zaten oldu." diyordu Renzo Novatore. Ben de artık aynı böyle düşünüyorum.

Daha o günden, Şililiye sahte kimlik yaptığımız günden itibaren farklı büyüklükte bombalar yapmaya başlamıştım. Uzun ve kısa fitilli, zayıf ve güçlü patlayan şeyler. Hiç telaşlanmama gerek yoktu, Fernando’nun gizemi eninde sonunda gelip kapımı çalacaktı nasıl olsa. Buradan sonra da gidebileceğimiz pek yer kalmamıştı aslında ama sadece malum günlerde coşkulu konuşmalarla mı geçecekti hayat? Şililinin Emperyal otelde işe girmesiyle yaşamımızda düzelmişti. Emperyal otel müşterilerinin yediklerinin aynısı bizim de menümüzdü. Hatta daha iyisi bize geliyordu. Kızıl peruklu bir Uruguaylının, mükemmel yemeklerinden bahsediyordu herkes. Bu yüzden kimse böyle garip bir Uruguaylı nereden çıktı diye düşünmüyordu bile. Hatta bir ara Fernando, yemekleri bu kadar güzel yapmaması için uyardı bile Şililiyi. Öyle bir bakış yedi ki Fernando kelimelerini adeta yuttu ve hatta boğazında kaldı. Ben de Şilili gibi düşünüyordum. Anlarlarsa yemekten anlasalardı. Ben zaten hiçbir şey demezdim çünkü çok lezizdiler. Her türlü yemekte böyleydi Şilili. Hatta El Turco hiç denemediği yemekleri sipariş verdiğinde bile o kadar güzel yapmıştı ki iki kere mutfakta ziyaret etmişti Şililiyi ve kesinlikle emindim ki onun parmağı vardı bütün bu işlerde… El Turco’nun…

POLİS ŞEFİ

Önümde evrakları duruyordu. Bakanın emri Alman’nın evraklarını doldurmalıyım. Ah pardon! İsviçreli olacak. Çok süratli oldu bu. Bunun manası sandığımdan da zengindi Alman. Benimse elime misket başı gibi bir küçük elmastan başka bir şey geçmedi henüz. Uzatsam sorun yaratır bakan ama çok kısa olursa da bir daha bu yoldan geçen bir şey bırakmadan bakana atlar. Aç gözlü herif.

DEVAM EDECEK…

Tüm yazılarını göster