Buenos Aires... İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrası... İspanyol devrimcileri, Naziler, Patagonya'nın anarşistleri, Peron, iktidar, para, Tango, aşk ve kim olduğu bilinmeyen gizemli bir adam: El Turco! Bir labirent öykü. Bir Metin Yeğin polisiyesi...
YUGOSLAV
Herkes gelmeye başladı geceye. Benim rüyama geliyor gibilerdi. İş adamları, armatörler, hayvan tüccarları, bankacılar, politikacılar, Bakan Jimanez, İsviçreli doktor Hessler, polis şefi… Ve hepsinin eşleri, metresleri, yani herkes rüyama en şık kıyafetleriyle geliyordu. Hatta kiliseden de iki kişi gelmişti. Sürpriz (!) olarak bağışlayacağım 200 bin pesoyu alacaklardı. Bu da Florance’ın fikriydi. Son günlerde her şeyi o sürüklediği için buna da ses çıkarmadım. Az para değildi ama en az 1 milyon pesoyu topladığımız garantiydi. Bakan Jimanez çok iyi çalıştı doğrusu. İyi bir çalma aparatı olarak görüyordu bunu. Özellikle o El Turco denen adamla konuştuktan sonra iki elle sarıldı bu işe. Henüz ortada yok ama El Turco da 200 bin peso atacaktı yatırım havuzuna. Arkasında bizim hisse senedinin resmi olan dev bir pankartın önünde kocaman bir sepetti bu havuz dediğimiz. Şimdiden Columne’da canlanacak hipodromu görüyordum havuzun içinde, boğa güreşlerinin oley seslerini duyuyordum ve ruletin üstünde dönen rüyamı…
Polis şefinin son gecesiydi bu. Aç, sefil, hırsız. Dayanamayıp boş da olsa havuzun yakınında duruyor. Para kokusunu aldı ya uzaklaşamıyor etrafından makam köpeği. Sen benim arkamdan işler çevireceksin ha. Hessler ve elmaslarını özel bir daireye aldırıp, senden habersiz dışarı çıkmasın diye üç çember polis çevirteceksin öyle mi? Senden başka kimse girmeyecekmiş içeri. Bakan bile. Sen kimsin? Sana o gücü veren benim ve yarın onu elinden alacağım senin. Sokakta domino oynarken anılarını anlatırsın artık emekli arkadaşlarına. Hessler’in elmasıyla senin yanında dolaşan o suratsız karın da durmadan bu geceden bahseder mutlaka. Eteklerimin kenarındaki kıytırık şatafatınızın son gecesi bu.
POLİS ŞEFİ
Muhteşem bir gece. Muhteşem bir sofra ama bu gece yapacağıma emin olduğum şey hiçbir şey yememek olacak. Yanlışlıkla da olsa Bakan için hazırlanmış bir tabaktan tatmak istemem. Şilili aşçının maharetli elleri belki de ilk defa birilerini doyurmayacak, öldürecek bu gece. Sonra hiç kimse çıkamayacak buradan. İçişleri Bakanı'nın cenazesinde katilleri nasıl hemen yakaladığımdan bahsedilecek ya da yeni İçişleri Bakanı'nın benim olacağından.
POLİS ŞEFİ YARDIMCISI PEPE
Tabii ki Bakan hiçbir şey yemeyecekti bu gece. Aşçıyı o bilmiyordu ama ben biliyordum ve Bakan basit bir uyarıyı bile her zaman ciddiye alacak kadar ölümden korkan bir insandı. Bu gece sonunda basit bir muhbirin çocuğu polis şefi olacaktı. Sanki benim için bir kutlamaydı bu ve yalan da olsa bu şefi kapı kenarlarında el pençe beklemelerimin son gecesi.
AŞÇI
Tabii ki kimse zehirlenmeyecekti. Bakan Jimanez bile. Kimseyi yemeğimle zehirlemem. Mutfaktan elimde bir kepçe yerine bir revolverle çıktım. Salona girip Bakan Jimanez’i, o polis şefini, yardımcısını ve parazitlerden birkaçını öldürebilirdim tabii ama bu partinin düzenleyicisi El Turco’ydu. Bu yüzden kilere girip, benim iki aşçı yamağı yoldaşın günlerdir kazdığı tünelden otelin dışına çıktım. Tam çıktığım yerde polis şefinin arabası beni bekliyordu.
FERNANDO
Sadece iki sokak sonra indik motosikletten. Pancho elmayı çoktan bitirmişti ama hâlâ barut kokuyordu ya da bana öyle geldi. Siren sesleri ve patlamanın alevinden belki. Bir sokaktan yürüyerek geçtik. Köprünün altına indik. Polis şefinin arabası yanaştı yanımıza, biz iner inmez. El Turco kapıyı açtı. Bizi içeri davet etti. İlk defa bir polis arabasına bu kadar istekli bindik. Sireni açtı El Turco. Bizim için kurulmuş barikatlar arasından otele döndük.
ŞİLİLİ – YAMAK (!)
Çok bilmiyorduk ne yaptığımızı aslında. Bazen mutfakta soğan doğradığımız oluyordu. Bazen kilerde tünel kazıyorduk, bazen otomobil kaportası boyayıp, silahlarımızı yağlıyorduk. Eski iki maden işçisi için eğlenceli işlerdi bunlar. Son gece de iki papaz kıyafeti vardı üstümüzde. –Tanrı taksiratımızı affetsin.– Doktor Hessler’in dairesine doğru giden iki papaz pek dikkat çekmedi. Otelin şapeli de oradaydı çünkü ve polisler kimseyi dışarı çıkartmamak için emir almışlardı daha çok. Doktor Hessler’in dairesine girdik. Bir otel çalışanı her anahtara sahip olabilirdi kolayca. Kasanın üstüne küçük dinamit lokumlarını yerleştirdik. İki madenci için bir kasayı havaya uçurmak çocuk oyuncağıydı ama saatini bekledik. Tam zamanında patladı İçişleri Bakanlığı ve bizim kasa kapağı. Küçük bir konserve kapağı gibi dışarı kıvrılarak yere düştü kapı. Belki İçişleri Bakanlığı'nı uçurmaya bile gerek yoktu ama belki başka şey için düzenlemişti onu da El Turco. Belki de sadece İçişleri Bakanı'nı sevmediği için de olabilirdi. Elmasları iki torbaya koyduk. İki madenci için de hafif sayılmazdı torbalar. Şu anda papaz olduğumuzdan daha da ağır geliyor olabilirdi bize. Şapele geçtik pencereden, kapıdan dışarı çıktık. Polisler bizi bekliyorlardı. Polis şefinin arabasının kapısını onlar açtı.
BAKAN JIMANEZ
Patlama yüksek müzik sesi arasında bile duyuldu. Herkes önce birbirine baktı, sonra bize baktılar. Sakince bekledim. Tam curcunalı bir zamandı. Herkes hisse senetlerini alıyor ve havuza kahkahalarla paralarını atıyordu. Yugoslav endişeyle havada paraları eksik atıp atmadıklarını saymaya çalışıyordu. Halbuki paralar sayılıp tekrar ellerine veriliyordu. Kimsenin bizden para çalmasını sevmem. Buna da müsaade etmem. Şefin yardımcısı telefonla konuştuktan hemen sonra yanıma geldi. Kulağıma eğildi. İçişleri Bakanlığı bombalanmış, dedi. Bakanlığın kapısı. Polis şefinin yanına gittim. Çok sakindi. "Hayır sayın Bakan" dedi. "Kimse kıpırdamasın, burayı soymak istiyorlar. Ben önlemlerini aldım. Hiç sorun yok." Küstah ve kibirli. Pepe’ye baktım, yarın onu polis şefi yapacaktım.
POLİS ŞEFİ
Patlamayı önce bana değil Bakan'a söylüyor Pepe. Gözü benim yerimde. Hah, pabucumun polis şefi olacak. Bu basit bombalamayla beni tuzağa düşüreceklerini sanıyor diğerleri de. Ben kaç yıllık polis şefiyim. Öyle politika oyunlarıyla gelmedim buraya. Eğer düşündüğüm gibi Jimanez’i öldürmek istiyorlarsa da zaten vazgeçmezler bundan. Ölüm onlar için çok önemli bir şey gibi gelmiyor birçok zaman. Aşçının yemekleriyle sakin bir suikast olacak çok muhtemel. Bu yüzden burada olmak ve sakince beklemek en iyisi ve şu havuzun peş peşe paralarla dolması da başka bir keyifti doğrusu.
ELÇİ
Ne curcuna. Kapitalizm denen illet bu havuza avuç avuç atılan paralar, coşkulu alkışlar, havaya yayılan güç kokusu, her şeyin, hayatın koca bir talanın hisselerinden başka nedir ki? Etrafta bu paranın ve gücün, düşük ücretli silahlı kölelerinin bakışı altında havuza doldukça doluyor paralar. Bunu kim düşündü bilmiyorum ama bir kumarhane için para toplamaya biçilmiş kaftan. Çok muhtemel El Turco denen adamın başının altından çıkmıştır bu. "Ticaretten elde edilen kârla, kumardan elde edilmiş bir kazanç arasında ne fark var sanki" diyordu Dostoyevski. İşte ikisinin de harika bir karışımı bu havuz. Tam bunu düşünürken onun romanlarındaki gibi bir sahne oldu. Üç polis ellerinde akordeona dönmüş koca bir kasa kapağı ile içeri girdi.
DULCANIA
Polis şefi çıldırdı. Hiç kimseyi dışarı çıkardınız mı, diye bağırdı. Polislere emirler yağdırdı. Kapıları tutun, dedi. Mutfağa koşun aşçıyı getirin, diye haykırdı adeta. Havuza dolan paralarla hipnotize olmuş polisler, birden gerçek hayata dönüp, manalı manasız silahlarına sarılıp çil yavrusu gibi dağıldılar. Havuza para atanlar ne olduğunu anlamadan, büyük salonun ortasına bırakılan para kasasının kapağını seyretmeye başladı. Ne olduğunu çok anlamadım ama sevgilimin, El Turco’nun payı vardı bunda kesin. Bir sanatçıydı o. Ben de polis şefinin karısıyla çarpıştım o sırada. Pardon, dedim. Siz Sebastian değilsiniz. Güldüm. Hiçbir şey anlamadı kadın. Boynundaki elması aldığımı da tabii…
FLORANCE
Dışarı çıktılar hep beraber, Bakan, polis şefi, yardımcısı, polisler. Pencereden görünüyorlardı, bahçede şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı. Duvarların oraya makineli tüfek bile kurdurdu polis şefi. Sonra Doktor Hessler, Bakan ve polis şefi Hessler’in dairesine girdi. Birazdan Bakan dışarıya atıldı adeta. Peşinden çığlıklar atarak Doktor Hessler boğmaya başladı Bakan'ı. Pek karışmıyor gibiydi polis şefi. Karısı yanına gelmiş bir şeyler anlatmaya çalışıyordu sanki. Polisler kimse kaçmasın diye duvarların dibinden ayrılamıyorlardı. Bu sırada salonun ağır kapısı içeriden kapandı. İki papaz çıktı ortaya bir de rahibe. Galiba kiliseye yapılacak bağışı alacaklardı.
PANCHO
Yine dar kazmışlardı. Hiç beni düşünmezler. Bir gecede iki ayrı tünelde olmak yeni bir rekordu benim için bile. İki papaz bir rahibenin salona girdiğinin pek kimse farkına varmadı. Kenarda köşede polisler, oturdukları sandalyelerden kalkıp bize yer verdi. Biz de paraların havuza atılmasını seyrettik önce. Sonra salonun ortasına eğri büğrü bir para kasası kapağı attı polisler. Bizim Şilili madencilerin işiydi. Bizi tünele bırakıp aşçı ile birlikte onları almaya içeri girmişti El Turco. Henüz biz elbiseleri giyerken onlar dışarı çıkmıştı bile. Polis şefinin arabasının içinde iki papazla dışarı çıkmasına ne diyebilirdi polisler? Talimata da aykırı değildi. Polis şefi dışında kimse dışarı çıkmayacaktı. Herhalde onun arabasını da kimse çalmış olamazdı. Çalmamıştık zaten. Aynısını yapmıştık sadece. Bir El Turco fikriydi. Çok sahte kimlik, pasaport filan yapmıştım ama ilk defa bir polis müdürü arabası yapmıştım. Hessler Bakan'ı boğazlıyordu dışarıda. Bakan'ın şoförü bile kenarda oturmuş, görmemiş gibi yapıyordu. Birazdan kalkıp sakince Hessler’i vurdu. Biz o sırada kapıları kapadık. Rahip elbiseleri çok uygundu altında otomatik silah taşımak için. Herkes yere yattı. Yugoslav ağlayarak paraların üzerine atladı. Duygusal bir sahne denilebilirdi belki ama zamanı değildi. Garsonlar ve Dulcania Yugoslav’ı kenara itip paraları çuvallara doldurmamıza yardım ettiler. Güzel kadındı aslında Dulcania ve boynuna bir elmas kolye takmıştı galiba. Tünele kadar taşıdılar parayı. Birer balya bahşiş verme inceliğini gösterdi Fernando. El Turco’yu öp, dedi Lu’ya Dulcania. Kafasını salladı ama gözlerinden bir bulut geçti Lu’nun. El Turco elmaslarıyla beraber çoktan Uruguay yolundaydı. Sarıldılar birbirlerine. Sonra bir eline silahını aldı Lu, diğer eline bir çuval para alıp yürüdü.
Bir sarılmayla iyileşebilir her zaman, ölmüş bir şey…