İktidar neden eleştirilmek istemiyor, hiç düşündünüz mü? Aynı şeyi muhalefet için de sorabiliriz. Muhalefet de eleştirilmekten hiç hoşlanmıyor. Bunu neredeyse her eleştiride görebiliyoruz. Sadece parti yöneticileri değil, çekirdek taraftarlar da eleştiriden rahatsız oluyor ve sert tepkiler veriyor. Bu sert tepkinin sloganı ise “muhalefete muhalefet etmek” sözü.
Bir konuda eleştiri yapabilmek için elde veri, gözlem ve mevcut bir politika analizi olması gerekir. Bunlar aynı zamanda denetleme fonksiyonlarının bileşenleridir. Eleştiri ve denetleme arasındaki bu benzerlik, iktidarın bu iki edimi neden sevmediğini daha anlaşılır kılar. Peki ama muhalefet neden rahatsızlık duyar eleştirilmekten ve denetlenmekten? Tersinden soralım bir de: “Muhalefeti eleştirmemek kime yarar?”
Son zamanlarda muhalefetin başarılı/başarısız bulunmasına dair bir dizi tartışma yapılıyor. Bu tartışmaların önemli bir kısmı veri, politika veya olaya ya da eleştiriye konu olan süreçleri üreten sebep-sonuç ilişkilerine değil, daha çok ortaya çıkan sonuçların üst türevleri üzerine kurulu. Gayet subjektif. Muhalefeti başarılı bulanlar da başarısız bulanlar da somut, ölçülebilir kriterlere dayanmıyorlar. Dolayısıyla tartışma bir sonuç üretmiyor.
Anketler toplumun muhalefeti pek başarılı bulmadığını gösteriyor. Öyle ki, iktidarın oy oranları düşerken muhalefetin oy oranlarının da pek parlak olmadığı görülüyor. Metropoll’un “Türkiye’nin Nabzı Nisan 2021” araştırmasına göre 24 Haziran 2018’de oy kullanmayanların yüzde 39,1’i bu tavırlarını koruyor. Diğer partilere oy verecek olanların oranı da son seçimlerin altında. Benzer şekilde 24 Haziran sonrası oy kullanacaklar, yani yeni seçmenler arasında CHP bir nebze daha popüler gözükse de, söz konusu segmenti genç seçmenlerin oluşturduğunu göz önünde bulundurduğumuzda aslında resmin pek parlak olmadığını görüyoruz. Bu anketler üç şeyi gösteriyor: İktidar oy kaybediyor, muhalefete oy kazanmıyor ve hatta kaybediyor ve asıl önemlisi siyasete güven, inanç azalıyor.
Siyasetin konu alanları alabildiğine çeşitlendi ve her bir müşterek meselemiz büyüyüp devasa boyutlara ulaştı. Asıl problem, muhalefet partilerinin bu meseleleri kapsayacak entelektüel altyapılara sahip olmaması. Bunu nereden mi anlıyoruz? Muhalefetin iktidara yönelik eleştirileri konu çeşitliliği itibariyle son derece kısıtlı. Kendisinin de çözüm üretemediği pek çok konuda iktidara şu ya da bu şekilde, gönüllü ya da gönülsüz arka çıkmaktan başka çare üretemiyor. Hal böyle olunca da siyasî tartışma karşılıklı ağız dalaşından ibaret kalıyor. Salı toplantılarında hükümete kükreyen muhalefet sözcülerinin, özellikle dış politikada iktidara arka çıkması bu açmazın en önemli göstergelerinden biri. Fakat birazdan size göstereceğim gibi, bu açmaz/tavır dış politikadan ibaret değil.
Muhalefet sadece iktidarla konuşuyor. Üstelik iktidarı muhatap alırken de arkaik, eskimiş, kendini yenilemeyen bir dil kullanıyor. Oysa eleştirilere ve toplumun hemen her kesiminin ürettiği politika önerilerine biraz kulak vermeyi denese, iktidarın siyasî alanı daraltma girişimine ortak olmak, o dar alanda iktidarla paslaşmak yerine, toplumun her kesimini oyuna dahil ederek sahayı genişletebilirdi.
Muhalefetin, özellikle CHP ve İYİP’in en büyük açmazı, AKP’nin nerede başlayıp devletin nerede bittiği konusunda, yine AKP’nin 20 yıl boyunca ürettiği muğlak sınırları aşamaması. Bu açmaz, çok kritik anlarda büyücek bir göz bağına, illüzyona dönüşüyor. Her iki partinin de o kritik anlarda yalnız “başka” tabanları değil, kendi tabanlarını da muhatap almamalarının sebebi bu büyük illüzyon.
İkinci büyük sorun ise tabanı muhatap almanın yolunun, AKP’nin adeta suyunu çıkardığı “popülizm”den ibaret olduğunu zannetmesi. Oysa halka devletin, siyasetin, ekonominin üzerinde yürüdüğü mekanizmalara ilişkin rapor/bilgi vererek bu suyu çıkmış popülizmden rahatlıkla kurtulabilir. İkinci bir yol muhalefet partileri kendi tabanlarından ve “başka” tabanlardan gelen eleştirileri dinleyip kabul ederek iktidarın yaslandığı popülizmi besleyen kanalları etkisizleştirebilir.
Bu iki yöntem de, AKP iktidarının “devlet aklı” şeklinde formüle ederek tekelleştirmeye giriştiği kamusal/müşterek aklı, toplumun bakışı ve talepleriyle tazelemeye ve geri talep etmeye giden yolu sonuna kadar açacaktır. Ancak muhalefetteki partiler kendi tabanlarına o kadar küs ki ve popülist söyleme öyle kolay kapılıyorlar ki, siyaseti kendilerine ne kadar dar ettiklerinin farkında bile değiller. Meral Akşener’in, varmak istediği siyasî menzile uygun olarak yaptığı esnaf ziyaretlerini diğerlerinin taklit etmesi, farklı olarak çiftçi ziyareti ile boyut kattıklarını zannetmeleri bunun tipik bir örneği. Muhalefetin halkı toplumun bir buçuk kesimini dinlemiş gözükerek siyaset yapmasının karşılığı ne olabilir ki?
Bütün bu eksik ve gediklerin bütün açıklığıyla vücut bulduğu yer ise Meclis. Hepimiz Cumhurbaşkanlığı rejiminin kurucularının, Meclis’i iktidarın kendi siyasetlerinin prosedürel bir “dayanağı”, “meşruluk kaynağı” olarak kullandığını biliyoruz. Muhalefet bu duruma, “artık Meclis’in bir işlevi kalmadı” ezberiyle karşılık veriyor. Ve bu sloganın iktidarın ekmeğine yağ sürmek olduğunun farkında bile değiller. Meclis’in artık bir işlevi kalmadığını tekrarlamak, toplumun parlamenter rejimden beklentilerini “sıfırlamak” ve dolayısıyla vaat edilen “güçlendirilmiş parlamenter rejim”i boşa düşürmek demek. Güçlendirilmiş parlamenter rejimin neye benzediğini ve bugünküne benzemeyeceğini gösterecekleri yer gene Meclis ama onlar sırf popülist siyaset TBMM’de demokratik bir mücadeleden kolay, getirisi daha yüksek diye aslî görevlerinden kolayca vazgeçiyorlar.
MUHALEFETİN NİSAN KARNESİ
Meclis’te nisan ayında Genel Kurul 14 defa toplandı ve iki kanun teklifi geçti. Bu iki kanun teklifinden ilki 15 Nisan’da geçen “Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, ikincisi ise 29 Nisan’da geçen “Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi.” İlk bakışta hemen 'AKP halktan para toplayacağı kanunları geçirmiş, ne var ki bunda', denilecektir. Alınan sonuçlara bakılırsa, iktidarında AKP de olsa ve halktan topladığı paralarla ne yaptığı konusunda hesap vermese de, devletin halktan böyle bir dönemde daha fazla para toplamasına itirazlar cılız kalmış. İkinci yasaya baktığınızda ise CHP ve HDP’nin yazdığı şerhleri göreceksiniz. Partiler farklı bakış açılarından bu düzenlemelerin “akaryakıt şirketlerine tekelleşmeye” yol açabileceğini not etmişler kanunun altına. Vergi usul kanunu için üç parti 35 sayfa muhalefet şerhi verirken, amme alacakları ile ilgili kanuna tam 80 sayfa muhalefet şerhi yazmışlar.
Peki oylamada ne yapmışlar? Amme alacakları ile ilgili kanun teklifine sadece HDP ve İYİP’den 28 vekil RED oyu verirken, CHP’nin 44 vekili çekimser kalmış. Benzer şekilde vergi usulleri ile ilgili kanun teklifine 20 CHP vekili KABUL, 8 HDP vekili ÇEKİMSER oy kullanırken, 14 İYİP vekili RED oyu vermiş. Diğer küçük partiler ve bağımsızlar ise hiç katılmamış.
Burada sorgulamaya muhtaç beş önemli nokta var. Birincisi, muhalefet partileri toplumu, başına sarılacak bu yeni ekonomik faturalardan neden haberdar etmedi? İkincisi, muhalefet halka bilgi vermeye üşendiği bu kanun tekliflerine neden hem muhalefet şerhi yazıp, hem de KABUL oyu veriyor? Üçüncüsü, iktidarın kanun geçirmek için muhalefetin oyuna ihtiyacı olmadığı yine muhalefet partilerinin argümanlarından biri; peki üstelik detaylı muhalefet şerhleri yazılmış bu kanunlara neden KABUL oyları veriliyor? Dördüncüsü, İYİP dışında tutarlı bir karşı çıkış yokken diğer partiler ve bağımsızlar neden Meclis'te yoklar? Bu sorular bizi ister istemez beşinci bir soruya daha götürüyor. O da; kanunlarda ve Meclis tüzüklerinde yazan milletvekili görevleri ortada iken, neden görevini yerine getirmeyen yüzlerce vekilimiz vekil sıfatı taşımaya devam edebiliyorlar?
İktidar tek adam rejimini arzuluyor ve her türlü denetim mekanizmasını bertaraf etmek için elinden geleni yapıyor. Eleştirenleri de hain, terörist, yalancı, algı operasyoncusu vs. kelimelerle yaftalayarak adeta kendi seçmeni nezdinde sessize alıyor. Muhalefetle giriştiği içi boş söz düelloları iktidarın bu idare stratejisini desteklemekten başka işe yaramıyor. Çünkü gündem o kapışmalara kilitlendiğinde, arka planda halkı şu zor günlerde bile soyup soğana çeviren, ülkenin tüm kaynaklarının talan edilmesine yasal dayanak oluşturan kanunlar bir bir geçiyor. AKP’nin böyle bir parti olduğunu artık kanıksadık ve bu nedenle bir an önce idarenin değişmesini istiyoruz. Bu nedenle dönüp muhalefete bakıyoruz. Fakat o da ne, benzer eğilimler muhalefet partilerinde de var. Muhalefet de toplumun gözünü aslî konulardan kaçıracak atraksiyonlara rahatlıkla kapılıyor. Kendi tabanı ile bağını güçlendirmek istemiyor, tıpkı AKP gibi, “bize oy verin, gerisine karışmayın” diyor. AKP’nin ihtiyaç duymadığı KABUL oylarıyla, iktidarın talan siyasetine hukukî dayanaklar üretmesine destek oluyor. Daha da fenası, tek adam iktidarına karşı tek adam muhalefeti çıkarmaktan başka bir yöntem gelmiyor aklına. Adeta kendi aynasında iktidarı yansıtıyor. Eleştirel akla tahammül edemeyen ve inkârı seçen bu siyaset, insanların siyasetten umudu kesmelerine neden oluyor.
Gare Operasyonu duyulduktan hemen sonraki saatlerde muhalefet iktidarı destekleyen çıkışlar yaptı. Mevzuata aykırı kömür santrallerine izin veren kanun Meclis’ten geçtiğinde oylamaya bile katılmayan vekiller “iktidarın oyları ile geçti” diyerek kendi sorumsuzluklarını aklamaya çalıştılar. Ama bu iki olaydan az sonra toplumdan gelen eleştiriler sayesinde iktidar, hayatının en zor günlerini yaşadı. Gare’de muhalefet söylemini değiştirdi, kömür santrallerine ilişkin düzenleme de Erdoğan tarafından veto edildi. Bu iki vakanın ortak özelliği, AKP’nin muhalefet sayesinde değil, muhalefete rağmen köşeye sıkışması oldu. Enerji muhalefet partilerinden değil toplumsal muhalefetin eleştirilerinden geliyordu.
Kısacası, eleştirel aklı inkâr eden yalnız AKP ve MHP’den oluşan koalisyon değil. Muhalefet partileri de eleştirel aklı inkâr ediyor ve AKP-MHP koalisyonunun toplumu susturma siyasetine bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunuyorlar. Oysa bulunduğumuz yere eleştirel aklı inkâr ve mahkûm eden politikacılar tarafından sürüklendik. Buradan çıkış da ancak eleştirel aklı kabul etmek ve özgürleştirmekle mümkün olacak.