Ne güzel deyimdir elinden geleni yapmak. Bir kere el çok güçlü, çok çağrışımlı bir organ. Uzattığın, dokunduğun. Sözün aciz kaldığı zamanlarda başvurduğun. Usulca bir hareketle, parmağın işareti, avucun sıcaklığıyla söylenmeyeni konuşturduğun.
Elinden geleni yapmak, çıkışsızlıklar içinde kendi gücünü anımsatmak ve gece yastığa başını rahat koymak demek.
Ayin sırasında polisin kiliselere girmesinin yasak olduğu Hollanda’da bir kilisede kendilerine sığınmış bir ailenin sınır dışı edilmesini engellemek üzere 25 Ekim’den bu yana durmaksızın ayin yapıldığı haberini okuduğumda aklımdan ve kalbimden geçen buydu. Elinden geleni yapmanın biricik güzelliği…
Lahey kentindeki Bethel Kilisesi’nde 25 Ekim'den beri hiç durmadan ayin yapılıyor. Bir rahibin mumu diğerine teslim edişiyle gece gündüz kesintisiz süren bu ayinin sebebi, Ermeni bir göçmen ailenin hükümet tarafından sınır dışı edilmesini engellemek.
Çaresizliğin içinden ışıldayan umut o elden ele geçen mum. Hoyratlığa karşı ince, kararlı, kocaman bir uyarı. Bu bitmeyen ayin için ülke çapında üç yüzden fazla din görevlisi gönüllü olmuş. Kilise ise hem kendilerine sığınan Tamzaryan ailesi hem de aynı durumda olan 400 çocuk için yaptıklarını söyledikleri dönüşümlü ayine herkesi davet ediyor.
Ayinle koruma çemberine alınan ailenin hikâyesi ise, resmi belgeler geçersiz kılındığında insan olma vasfını kaybetmediğini hatırlatması açısından ibret verici. Üç çocukları bulunan Tamrazyan ailesi memleketleri Ermenistan’dan dokuz yıl önce, baba Sasun’un siyasi aktivizmi nedeniyle ölüm tehditleri alması üzerine kaçmak zorunda kalmış. Ancak Hollanda’ya sığınan aileye bir mahkeme tarafından tanınan sığınma hakkı hükümetin baskısıyla geri alınmış. Tamrazyan ailesi, Hollanda’da beş yıldan uzun süredir yaşayan çocuklara sığınma hakkı verilmesini öngören ancak nadiren işletilen yasa üzerinde bir başvuru daha yapmış. Bu başvuru da reddedilmiş. Sınır dışı edilmemek için Lahey’deki Protestan kilisesinden yardım isteyen aile, 25 Ekim’de Bethel Kilisesi’ne sığınmış.
Herkes her an göçmen olabilir. Hepimiz rızamız dışında mecburiyetle başka diyarlara sığınması gereken mültecilere dönüşebiliriz. O korunaklı evlerimiz, emekliliklerimiz, arabalarımız, yazlıklarımız, sağlık sigortalarımız, çocukların okulları, ömrümüzü geçirdiğimiz işyerleri, her şey her şey bir anda elimizden kayıp gidebilir. Ve bütün bunlar gittiğinde insan sayılmaz mıyız artık? Denklik ve onur elinden alınmaya kalkışıldığında nasıl devam edersin hayata? Her nerede olursa da.
Yani mülteci meselesi öyle sınırlara dayanan, canı pahasına şişme botlarla denizleri aşmaya çalışan başka talihsiz insanlar değil. Hepimiziz. O yüzden empati değil anlayış lazım. Tevekkül dediğimiz.
Ve iş o noktaya geldiğinde önemli olan şu. Elden ne gelir mi denilecek, elimden geleni yaptım mı? Yanıt anne Anuş Tamrazyan’dan gelsin: “Bu kadar çok insanın size yardım etmesinin ne kadar özel hissettirdiğini anlatabilmek imkânsız.”
Arka planda bir gül bahçesi yok elbette. Modern zamanların en büyük sınavı olan göçmen ve mülteci sorununda Hollanda’nın da durumu hayli fena. Göçmen karşıtı hareketler yaygınlaşırken, sert sığınma yasaları da tartışmalara yol açıyor. O yüzden işte bu elden gelen çaba daha da billurlaşıyor.
KAYNAYAN DİP ÖFKE VE MÜCADELE
Aynı dönemde Fransa’da ise son dönemlerin en kitlesel protestolarından biri yaşanıyor. Akaryakıt vergisine isyanla görünür hale gelen ve yaklaşık üç haftadır süren gösteriler; Fransız yasalarına göre tüm araçlarda taşınması gereken fosforlu yelekleri giydikleri için Sarı Yelekler (Gilets Jaunes) olarak anılan bir hareketin ürünü. Hareketin neyin ürünü olduğu ise uzun uzun düşünülmeye değer bir konu.
Kapsamlı siyasi ve toplumsal analizler bu yazının çapını ve muradını aşar. Konuyla ilgili Bir Artı Bir Forum sitesinde hareketin talepleri ve aktörlerine ilişkin Alican Tayla’nın yazı ve çevirilerine göz atmak yerinde olur. Benim diyeceğim ise herhangi bir liderden yoksun, sosyal medya üzerinden gelişen, kavşakları tıkayan, trafiği durduran, özel otobanlarda ve Disneyland Paris’te bedava giriş sağlayan, anarşistler ve aşırı soldan, milliyetçiler ve aşırı sağa kadar siyasi yelpazenin tüm kesiminden insanları kapsayan bu karışık ve denetimsiz hareketin en temelde haksız zamlara isyandan çok ama çok daha fazlası olduğu. O yüzden de durum, Fransa Başbakanı Edouard Philippe’in aralıksız süren protestoların ardından hükümetin akaryakıt vergisi zammını altı ay ertelediğini açıklamasıyla dinecek gibi değil. Başbakanın devamındaki sözleri az da olsa siyasi yönetimin durumun ciddiyetini kavradığını gösteriyor: “Hiçbir vergi bizim ulusal bütünlüğümüzün tehlikeye atılmasını hak etmiyor. Fransızların öfkesini duymamak için sağır olmak gerekiyor. Hükümet önerilerde bulundu. Belki bunlar yeterli ve uygun değildi. Çözüm, büyük kentlerde ve taşrada farklı olmalıydı. Bunu gelin birlikte konuşalım, iyileştirelim ve bir sonuca bağlayalım. Ben bunun için hazırım.”
ADİL VE EŞİT DÜZEN TALEBİ
Sarı Yelekler, 29 Kasım Perşembe günü, aralarından 30 bin kişinin katılımıyla düzenledikleri anketlere dayanarak saptadıkları 42 temel talebi milletvekillerine ve medyaya gönderdi. Böylesi bir girişimin kendisi bile rastgele zam infialinden çok daha öte bir birikime işaret ediyor. Gelir vergisinin kademeli hale getirilmesinden hiç evsiz kalmamasına, herkes için aynı sosyal güvenlik sisteminden adil emeklilik düzenlemesine, iş güvenliğinden sığınmacıların insani koşullara kavuşturulmasına değin hayatın her alanına dair adil ve eşit bir düzen talebi var.
Sarı Yelekler, nicedir yerelde örgütlenen bir direnişin görünen ve karışık yüzü. Yoksa anarşist, ekolojist, feminist, LGBTİ ve daha nice hareket insanı yaşadığı yerde kendi hayatının denetimine sahip olma iradesinden yoksun kılmaya kalkışan vahşi neo-kapitalizme karşı ve elbette arkasında halk desteğinden yoksun olarak adeta ehven-i şer olarak seçildiği Cumhurbaşkanlığı’nda kararnamelerle en uç neo-liberal uygulamaları kitleleri aşağılayan bir üslupla dayatan Emmanuel Macron’un şahsında insan onurunu dışlayan bir yönetim sistemine karşı mücadele ağı örüyor.
Evet, işte bu zaten. Sen kendi yurdunda da mülteci gibi hissedebilirsin. Köksüz ve hayatın dışında bırakılmış. Ve o zaman isyanın aslında bir onur mücadelesidir. Ben buradayım ve bu da sesim. İşte benim hikâyem. Ve bu hayat sadece norm olarak dayattığınız gayriinsani uygulamalardan ibaret değil. Biz çok daha fazlasını ve başka türlüsünü hak ediyoruz. Ve o dünyayı yaratmaya muktediriz.
Hikâyemiz bitmedi. Sesimiz sönmedi. Korkumuz ve öfkemiz kadar umudumuz da dinmedi… Elimizden ne gelirse yapacağız. O eller birleştiğinde elden gelenin nasıl katlanarak muazzamlaştığını bilerek. Hayat bizden yana, mesajıdır bu.
Öylesine güçlüdür ki sonunda en sağır kulaklar bile duymak zorunda kalır.