Emani, yirmi yıllık ömrünün neredeyse üçte birini ülkesindeki iç savaşla geçirmiş. Hayatı, kendi varlığını, insanlığı anlamlandırmaya başladığından beri savaş ve çatışmayla tanımış dünyayı. Göçle yüzleşmiş. Kendi evinden, yurdundan koparmış onu bu savaş. Milyonlarcası gibi. Sığındığı ülkemizde vahşi bir cinayetle, erkek terörüne kurban gidişiyle tanıdık onu. Katman katman trajediyle haberdar olduk varlığından. O, hayattan vahşice koparıldığında.
Suriyeli hamile kadın ve çocuğu öldürüldü
Son günlerde iyice alevlenen göçmen karşıtlığı, sosyal medyada adeta linç kampanyasına dönüşmüşken gerçekleşen elim hadise bizi derinden sarsmalı. Sarsmalı ve düşündürmeli. Her bir katmanı, tek tek soyarak düşündürmeli.
“Erkek” şiddetiyle bir kere daha yüzleşiyoruz, ilk katmanda. Evine zorla girilmesi, evinden zorla kaçırılması, tecavüz edilmesi ve vahşice katledilmesi. Dünyada ve ülkemizde yaygın olarak görülen “erkek” şiddetinin vahşi örneklerinden birisini seriyor, gözler önüne.
Savaş ve kadın boyutu var bir de. Sadece Emani, Suriye iç savaşından kaçan bir mülteci kadın olduğu için değil olayın savaşla ilişkisi. Olay, erkekler arası çatışma ve tartışmanın uzantısı olarak yaşandığı için böyle. Kadın bedenini savaş alanı ve kendi bedenini savaş silahı olarak gören evrimi yarım kalmış insansıların davranış kalıplarına uyduğu için de böyle. Yakın örnekler olarak Irak, Suriye, Bosna’da yaşananlar aynı eylemin, emir-komutayla kitleselleşmiş haliydi.
Vahşetin failleri hem iş arkadaşı hem komşu çıktı
“Trafik kazasında öldüğü” bilgisiyle cenazeyi naklettirmeye çalışan kocanın talebi de düpedüz “erkek” şiddeti ve Emani dramının diğer katmanı. Karısının, doğmuş ve doğmamış çocuklarının başına gelenlerin bilinmesini istemeyişi şişkin “erkek” egosundan. Kavgadaki, karısının bedeni üzerinde gerçekleşmiş, yenilgisi duyulmasın istiyor. Karısının, doğmuş ve doğmamış çocuklarının hayatı ve yaşadıkları onun gururu kadar kıymetli değil. Onları koruyamadığı bilinmesin yeter diyor, aklınca. Kafa aynı kafa… Nasıl bugün Saray-Bosna’da savaş suçunun canlı kanıtları olmalarına rağmen “tecavüz çocuklarının” kimlikleri yıllardır herkesten gizleniyorsa aynı şekilde. Kadının hayatı da ölümü de yaşadıkları da erkeğin egosu kadar önemli değil bu kafaya göre.
Kışkırtılan göçmen karşıtlığı ise bir diğer katman… Göçmenlerin, politik malzemeye dönüştürülerek nesneleştirilmesine ilk defa şahit olmuyoruz. Öteden beri hem iktidar hem muhalefet düşüyor bu insanlık dışı hataya. Hükümet-AB ilişkilerinde yaşanan diplomatik krizleri aşmak isterken “otobüslere doldurma, sınırları açma” ifadeleriyle, bir nevi şantaj için kullandı göçmenleri. Muhalefet dış politika eleştirilerinden seçim kampanyalarına sirayet eden güya savaş bitirici, Suriye sorununu çözücü bir öneriymiş gibi “geri gönderme” tehdidini kullandı. Şimdi yaşanan sosyal medya linç kampanyası, canını kurtarma kaygısındaki insanları siyasi rekabette araçsallaştıran bu politik çekişmenin sonucu elbet.
Emani’nin öldürülmesi, iki caninin insanlıktan çıkışından ibaret olsa da kitlesel çatışmalara dönüşme potansiyeli olan göçmen karşıtlığını dizginlemek ihtiyacını düşündürmeli ve tedbir alınmalı. Sorumluluk hepimizin. Bu günlerde iktidara yakın kaynakların örtülü ya da açık ama sıkça dile getirdiği bir komplodan söz edilecekse eğer bu göçmen karşıtlığının kışkırtılması olabilir.
Ancak iktidar kolayı seçip hak savunucularını kriminalize etmek yoluna gitti. Sevgili İlknur Üstün ve arkadaşlarının gözaltına alınışı, ülkemizde kadın ve insan hakları savunucularını çok daha zor günlerin beklediğini göstermekte.