Emek ve Özgürlük İttifakı ne yapmıyor?
Tek tek örgütler bir birlik modeli oluşturuyorsa, örgütlerini aşan bir kimliğe, eyleme ve söyleme sahip olmaları gerekir. Asıl sorumluluk, “emekten, barıştan, demokrasiden yana güçler”e karşıdır.
Türkiye, klasik tabirle, bir yüzyılını bitirip ikinci yüzyılına gireceği yılda, kritik ama çok kritik bir seçim yapacak. Bu seçim, 20 yıldır iktidarda olan Tayyip Erdoğan’ın bir 5 yıl daha iktidarını devam ettirmesi ya da devam ettirmemesi değil sadece. Aynı zamanda “Başkanlık Rejimi”nin devam edip etmemesi, seçimi olacak.
Erdoğan kazanırsa bu rejim kalıcı hale gelir. Rejimin gerek kurumsal yapısı gerekse de toplumsal formasyonu yerleşir. Bir sonraki 5. yılda Erdoğan’dan kurtulunur ama çok daha gerici ve faşist bir seçmen kitlesi 2028’de sandığa gideceğinden sadece sağcı birinin başkan olması değil, ikinci tura kalacak adayların ikisinin birden sağcı aday olması kesinleşir.
Şu anki koşulların o zaman da geçerli olacağını varsaymak sadece hayal. Yani CHP’nin çağrısına bugün icabet eden partilerin, o zaman da aynı tutumu alması imkânsız. Şu an bu tercihi yapıyorlarsa asıl nedeni Erdoğan’dır, tali nedeni de başkanlık rejimi. Erdoğan’ın olmadığı bir başkanlık yarışında bu ülkeden en az 3 adet sağ ittifak çıkar. CHP’nin desteğini almak isteyen herhangi birisinin de yapacağı ise bugün CHP’nin HDP’ye yaptığı gibi olur; “sen, beni dışarıdan destekle ama çaktırma, yanlış anlarlar yoksa”.
Bu rejimin nasıl işlediğini yaşayarak gördük. Tek bir adamın, iktidara ama iktidarın bütününe sahip olduğu bir model. O tek adam olabilmek için yüzde 50+1 almak yeterli, bunun için de “sağ”da olmak şart. Toplumun en az yüzde 70’inin sağcı olduğu bir durumda –ki bu oranın gelecekte azalacağını öngörmek safdillik olur- başkan olmak, solcular yani sağcı olmayanlar için hayalden de öte bir “şey” olur. Bırakın Başkan olmayı, eski rejime dönülmeyeceğinden başbakan olmak ya da koalisyon ortağı olmak bile imkânsız olacak. Denilebilir ki “o rejimde de tek başına başbakan olmak imkânsızdı, koalisyon ortağı birkaç kez olundu da ne oldu!”. Ancak bilinir ki iktidar hedefi olmayan bir faaliyet ne siyasi ne de toplumsal olarak ilerleyemez. Olsa olsa bir “eriyik” olarak sosyal dokularda tutunmaya çalışır.
Yukarıdaki bütün kurgu, solcuları yani sağcı olmayanları korkutmak için idi. Gidecek başka bir ülkeniz yoksa, bırakamayacak bir tarihiniz ve gelecek planlarınız içinde bu topraklarda yaşayan birileri varsa, eyy solcular korkun ama gerçekten korkun! Siyasi iddiası ve hırsı olanlar ciddi ciddi kaygılanın, “aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp/söyleyip farklı sonuçlar bekleme” dönemi de kapanacak.
Şu an; Erdoğan’ın kazanacağı bir geleceğe hazırlık yapmak ama Erdoğan’a kaybettirmek için de bugün her şeyi yapmak, gerek…
DEKLARASYON, SENKRONİZASYON MUDUR?
CHP’nin Erdoğan’ın kazanacağı bir geleceğe ne hazırlık yaptığını bilmiyoruz[1] ama Erdoğan’ı kaybettirmek için belirlediği taktiği biliyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse; “makul sağcılarla” ittifak yap ve sağ ideolojinin “makul yönlerini” sahiplen.
Sağcı olmayan ama aynı zamanda CHP’li de olmayanlar, yani solcular? Onların stratejisi, sonrasına ilişkin hazırlıkları, bugüne ilişkin taktikleri?
Bu konuda en kayda değer ve ciddiye alınabilir hamle; HDP merkezli oluşan Emek ve Özgürlük İttifakı –ki bu yazının asıl konusu-.
Bilindiği üzere 24 Eylül günü Emek ve Özgürlük İttifakı kuruluşunu ilan etti. Emekçi Hareket Partisi (EHP), Emek Partisi (EMEP), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP)'nin bir araya gelerek oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı, “Birlikte değiştireceğiz” sloganı ile yola çıktığını ilan etti.
Yazının burasında söylemek gerekir ki buradan sonra yazılacak olanlar “haince” bir eleştiriden çok “dostça” önerilerden ibaret olacak. (Acaba neden böyle bir izahata gerek var?!)
İttifak’ın deklarasyonundan;
“emekten, barıştan, demokrasiden yana güçlerin ortak ve birleşik mücadeleyi güçlendirmesi ve kararlı bir şekilde sürdürmesi büyük önem taşıyor. Bu birlik ve mücadele, yeni dönemin belirleyici ve etkin bir gücü de olmak zorundadır.”
…
“.. hedeflediğimiz ittifak, sömürülen ve ezilen bütün halk kitlelerinin ittifakıdır. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin, doğa ve insan hakları savunucularının dayanışması ve ittifakıdır.”
Bu İttifak’ın önemini ve değerini anlatmaya gerek yok aslında. İkili bir önem mevcut.
1-Kürt seçmen olmadan üstelik HDP’nin işaret ettiği Kürt seçmen olmadan Millet İttifakı kazanamıyor daha doğrusu Erdoğan kaybetmiyor.
2-"Devrim yolu sarp, dolambaçlı ve engebelidir" diyen sosyalistler için hem Kürt halkıyla birlikte mücadele etmek hem de “sağcı olmayan ama aynı zamanda CHP’li de olmayanlar”a bir “siyasi hedef” göstermek ve bunu sürdürülebilir kılmak için.
Bunun yanında EÖİ’nin, 6’lı masanın kapsayamadığı önemli dinamiklerle bağ kurma, onları siyasi mücadelenin öznesi yapma konusunda da çok ciddi potansiyeli var. 6’lı masanın yedeklemeye çalıştığı (ama başaramadığı ve başaramayacağı) emek hareketi, kadın hareketi, kent-doğa hareketleri ve üniversite gençliği EÖİ’nin potansiyel “bileşenleri” aslında.
SİYASETİN TURNUSOLÜ; NE YAPTIĞIN NE SÖYLEDİĞİN DEĞİL, NE YAPMADIĞIN NEYİ SÖYLEMEDİĞİNDİR!
Bu “fırsatlar” ve misyon uygun değerlendiriliyor mu, değerlendirildi mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek, en azından şimdilik mümkün değil!
Politik-pratik sürece ortak müdahale etmede, kendi kurumsal yapısını oluşturmada-genişletmede ve kendisini, diğer öznelere “dayatmada” EÖİ’nin etkinliğine tanık olmadık.
-Geçen bir aydan fazla sürede önemli sorunlar yaşandı, hepimiz gördük. En azından iki tanesi, EÖİ’nin mutlaka ortak tavır almasını ve tavrın genişletilmesini zorunlu kılıyordu. Bartın’da gerçekleşen “madenci katliamı” ve Şebnem Korur Fincancı üzerinden başlayan ve TTB’ye, TMMOB’ye uzanan linç kampanyası. Özellikle Bartın Katliamı; emek örgütlerinin-hareketinin parçalanmışlığının, sol-siyasi öznelerin ortak bir siyasi özne oluşturmaktan uzak oldukları öznelliklerinin bir kez daha sergilenmesine neden oldu, aynı zamanda. (İttifak bileşenleri tek tek gitmeyi ve tek tek açıklama yapmayı tercih ettiler). Madenci ölümlerinin “kader olmadığını” haykıran bizler, bu dağınıklığın “kader olduğuna” mı inanalım?
Var olan politik sürece müdahale bir yana solun, tarihten gelen bir alışkanlığı da mevcut; kendi tercih ettiği gündemi, politik süreci domine etmek için kullanma. Ne yazık ki şimdi bunu Kılıçdaroğlu hayata geçiriyor. (En son örnek uyuşturucu gündemi).
-Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tek tek bileşenlerinin bir araya gelmesiyle, toplumdaki tüm sol potansiyelin de otomatik olarak bir araya geldiği iddia edilemez. İttifak oluşunca, yukarıda sözü edilen “emek hareketi/örgütleri, kadın hareketi, kent-doğa hareketleri, üniversite gençliği” ve toplumsal duyarlılığı oluşturan diğer tek tek bireyler de bir araya gelmiş olmuyor. Bu sürecin aşağıdan ve yukarıdan örgütlenmesi kaçınılmaz(dı).
Diğer yandan, tek tek örgütler bir birlik modeli oluşturuyorsa artık kendi örgütlerini aşan bir kimliğe, eyleme ve söyleme sahip olmaları gerekir. Örneğin; bu ittifakın sözcüsü kimdir? Altı temsilcinin hepsi birden mi, içlerinden biri mi, yoksa hiçbirinden olmayan “dışarıdan” biri mi? Temsilcilerin bir araya geldiği bir düzlemin dışında, başka yan/alt/ayrı düzlemler oluşturulmuş mu? Akademisyeninden hukukçusuna, gazetecisinden sanatçısına kadar genişleyen bir katılım kanalı örgütlenmiş mi? Yurtdışında yaşayan önemli sayıda Kürt seçmen ve solcu yerleşimciler için proje ne? Gibi, gibi…
Deklarasyonda yazılan “İşçilerin, emekçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin, doğa ve insan hakları savunucularının dayanışması ve ittifakıdır” iddiasını hayata geçirecek somut model nedir?
-Tüm bunların yanında Türkiye siyasetine müdahale etme gücü nasıl oluşacaktır? Yani deklarasyonda ifade edilen biçimi ile “Bu birlik ve mücadele, yeni dönemin belirleyici ve etkin bir gücü de olmak zorundadır”. Evet zorundadır ama nasıl!
Biliyoruz ki bu dönemde siyaset, seçim(ler) üzerinden kuruluyor ve kurulmaya da devam edecek. Ve bu “dönemin belirleyici ve etkin bir gücü” olmak seçim stratejisi ve taktiklerinden geçecek. Görülüyor ki yol/yöntem/içerik asıl belirleyici olan değil. Belirleyici güç olmanın en “basit yolu” cumhurbaşkanı adayını açıklamaktan geçiyor. Hatta daha da “basitleştirip” herkesten önce seçim kampanyası ve mitingler düzenlemekten. Her bileşenin aynı metni okuduğu, aynı sloganı haykırdığı ama farklı yerlerde farklı kitlelere hitap ettiği. Politika tekrardır, aynı zamanda.
Anlaşılıyor ki başta HDP olmak üzere bileşenler, diğer 6’lı masanın (Millet İttifakı’nın) cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecine etkide bulunmak istiyorlar. Ancak 6’lı masa içerisinde dillendirilen adaylar arasında bir tercihe itiliyorlar ve yine görülebildiği kadarıyla bu tercihler arasında da Kılıçdaroğlu’ndan yana eğilim göstermek zorunda kalıyorlar. Ancak bu eğilimi hayata geçirirken planlanmış bir taktik mevcut mu? Yani Ahmet Türk’ün “Kılıçdaroğlu aday olursa ona oy vermeyi düşünüyoruz” ifadesi yeterli etkili bir müdahale midir?[2] Daha etkili bir taktik? Yani ya Kılıçdaroğlu’nu daha “yüksek bir sesle” söylemek ya da pazarlığı farklı bir aday açıklayarak başlatmak! (Başka bir aday açıklamak, Kılıçdaroğlu’nun 6’lı masada elini güçlendirecek bir formüldür).
Bu noktada belki de etkili müdahale Selahattin Demirtaş’ın adaylığının açıklanmasıdır. (Farklı bir isim de olabilir elbette. Bartın’dan bir madenci, Cumartesi’den bir anne, erkek şiddetine direnmiş bir kadın, .., hatta toprağından sökülmüş bir zeytin ağacı). Demirtaş’ın yasal olarak aday olamayacağı ortada ancak fiili adaylığı, en azından ilk turda Kürt seçmenin, seçimi boykot etmesi anlamına gelir.[3] Bakalım o zaman, Mansur’u, Babacan’ı, Akşener’i Millet İttifakı’nın adayı yapmaya çalışanlar, bu riski göze alabilecek mi?
HEMEN ŞİMDİ
Emek ve Özgürlük İttifakı, kuşkusuz sandık taktiğini hiçbir biçimde önemsemiyor da olabilir. O zaman yapılacak olan, seçimden sonra oluşması muhtemel her iki duruma da yanıt verebilecek bir “hazırlık”ın şimdiden planlanması ve örgütlenmesidir. “Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasına sıkışmış bir egemen siyaset” gelecekte de devam edeceğine göre müdahale hemen şimdi başlatılabilir ve sürdürülebilir.
Hedef ne olursa olsun; “emekten, barıştan, demokrasiden yana güçlerin ortak ve birleşik mücadeleyi güçlendirmesi ve kararlı bir şekilde sürdürmesi büyük önem taşıyor” diyerek yola çıkanların sorumluluğu sadece kendilerine ve kendi örgütlerine karşı değildir, asıl sorumluluk, “emekten, barıştan, demokrasiden yana güçler”e karşıdır.
NOTLAR:
[1] CHP’nin bir bütün olarak ne hazırlık yaptığı bilinmiyor, yoksa CHP’lilerin içinden çokça yeni genel başkan adayının çıkacağının farkında herkes.
[2] HDP resmi olarak bu açıklamayı sahiplenmedi ama “Kılıçdaroğlu aday olursa oy vermeyeceğiz” de demedi.
[3] İkinci turda Demirtaş’ın, kimi işaret edeceği artık ona kalmış:)