Dilediğiniz kadar “onlar kayıp değil, terörist yakını” deyin… Sözlerinizin gerçeği arayanların ve adaletin her şeye rağmen, hâlâ mümkün olduğunu düşünenlerin nezdinde hiçbir inandırıcılığı olmadığını siz de biliyorsunuz. Bu fotoğraflar sinirlerinizi bozuyor olmalı. Bozmalı da…
Diğer pek çok şeyin yanında, bu ülkenin henüz ve sadece size ait olmadığını gösteriyor bu üç fotoğraf. Gözaltında kaybedilen evlatlarını ve onların katillerini arayan Cumartesi Anneleri’nin bütün baskı, zulüm ve tehditlerinize rağmen Galatasaray Meydanı’nda tam 700 haftadır devam eden eylemlerinin sizleri ne denli ürküttüğünü gösteriyor. Dilediğiniz kadar “onlar kayıp değil, terörist yakını” deyin… Sözlerinizin gerçeği arayanların ve adaletin her şeye rağmen, hâlâ mümkün olduğunu düşünenlerin nezdinde hiçbir inandırıcılığı olmadığını siz de biliyorsunuz. Bu fotoğraflar sinirlerinizi bozuyor olmalı. Bozmalı da… Bu yüzden teker teker ele almaya değerler.
Birinci fotoğraf. Neden buradayım? Gazi olaylarının hemen ardından gözaltına alınan ve cesedi aylar sonra kimsesizler mezarlığında bulunan Hasan Ocak’ın annesi. Hasan Ocak’ın otopsi raporunda tel veya iple boğulduğu ve yüzünün tanınmayacak şekilde parçalandığı yazıyordu. 27 Mayıs 1995’te Ocak gibi gözaltında kaybedilenlerin aileleri Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemi başlattılar. Dönemin insan haklarından sorumlu devlet bakanı Algan Hacaloğlu, gelişmeleri “susma hakkımı kullanmak istiyorum” sözleriyle yorumluyordu. Oğlu için adalet arayan Emine Ocak, 1997’de gözaltına alındı. Ahmet Şık’ın objektifine yansıyan o anda, Emine annenin henüz kır düşmeye başlayan saçlarını aydınlatan güneş, yüzündeki acıyı ve kararlılığı tüm açıklığıyla göz önüne seriyordu. Bakışları uzaklarda bir yere, belki oğlunun katillerinin yakalanacağı ve işkencenin insanlık suçu olarak tanınacağı günlere çevirmişti. Fotoğrafta birkaç kadının (polis) daha yüzleri net biçimde görülüyordu. En öndeki, Emine Ocak’ın kolunu arkasından sağ ve sol eliyle sıkıca kavrayan genç kadın polis, haftalardır ellerinde kayıp yakınlarının fotoğraflarıyla oturmaktan başka hiçbir şey yapmayan ve çoğu kadınlardan oluşan bu kalabalığa müdahale edenlerden biriydi. Merak ediyorum, şimdi hayattaysa ve bu fotoğrafı görüyorsa ne geçiyordur aklından? Belli ki mesleğinin ilk günlerinden birindeydi. Yüzündeki endişe, genişlemiş burun delikleri, yarı açık dudakları, çatılmış kaşları… Bunlar içinde bulunduğu anın dehşetini, amirlerinin verdiği emirleri hakkıyla yerine getirmenin telaşını yansıtıyor olmalı. Ancak benim asıl dikkatimi çeken, bakışlarındaki hüzün, düşkırıklığı ve belki “ben neden buradayım?” diye soran çaresizlik oldu. Sahi, Emine annenin neden o anda, orada olduğu belliydi. 30 yaşında, sorgusuz sualsiz ellerinden alınan oğlunun katillerini arıyordu. Peki o neden buradaydı?
İkinci fotoğraf. Siz neredesiniz? Birincisinin üzerinden 21 yıl geçmiş. Tam 700 haftadır Galatasaray Meydanı’nda elinde oğlunun fotoğrafıyla oturan Emine Ocak gözaltına alınıyor. Sadece aradan geçen yıllar değil belini büküp saçlarını ağartan. Bu bitmek bilmeyen, AİHM’in hak ihlali kararına ve etkin soruşturma yürütülmediği tespitine rağmen hep aynı meydana açılan yolun yorgunluğu var yüzünde. Onu iki kolundan yakalayan kadın polislerin yüzleri kasketlerinin altına saklanmış yarı yarıya. Ciddiler, üzgün oldukları, belki bize göre sağdakinin yaptığından memnun olmadığı söylenebilir sadece bir anlığına bile olsa. Arkada bileğinden yakaladıkları iki kayıp yakınını gözaltına götüren bir kadın ve bir erkek polisin daha görüntüsü var. Onlar doğrudan objektife bakıyor. İşleri gözaltında kaybedilenlerin yakınlarını gözaltına almak. Bunu yapıyorlar.
Emine anne ise, bu sefer adaletin kazanılacağı uzak geleceğe değil, tam objektifin içine, yüzümüze bakıyor bakışlarına sabitlediği acıyla. Neredesiniz, der gibi.
Üçüncü fotoğraf. Zulme karşı bir arada. Bazen tek bir fotoğraf karesi, sayfalarca yazının, saatlerce dudaklardan dökülen sözün, haykırışın anlatamayacağını göz önüne serer. O tek bir anda, birinci fotoğrafı çeken Ahmet Şık, artık objektifin arkasında değil, tam karşısındadır. Herkesin gözü önünde, bilgisi dahilinde katledilen ve tetikçiler dışındaki failleri hala yargılanmayan Hrant Dink’in oğlu Arat’ı polise vermemek için direnenlerin arasındadır. Kollarını Arat’ın boynundan geçirmiş, ellerini kenetlemiş, “bu sefer olmaz, bu sefer alamazsınız” demektedir adeta. Yanında Garo Paylan, Hrant’ın yadigarı Arat’ın koluna sıkıca yapışmıştır. Serpil Kemalbay, Hüda Kaya Arat’ın etrafında etten duvar örenler arasındadır. Faili meçhullerin avukatı Tahir Elçi de, çerçeveye sığmasa da, oralardadır mutlaka. Meçhul bırakılan kendi katilini arayanların yanındadır. Her zamanki gibi. Galatasaray Meydanı’nda…
Emine anneyi görmeyiz bu karede, ama onun bakışlarına düşen “neredesiniz?” haykırışına yüksek sesle verilen yanıtı görürüz.