Toplumsal teorilerin yaşam ya da varoluş süreleri gerçekliği
yorumlama kapasiteleri ile sınırlıdır. Bu kapasitelerini
yitirmeleri teorileri geçmişe hapsederek, eski bir yorum haline
getirir (teorinin ölümü). Gerçekliği açıklama gücü olan teorilerin
“eskisi” olmaz; yeni koşulları olan yeni gerçekliğe ilişkin, yeni
yorumlanış biçimleri olur. Lenin’in emperyalizm teorisi de
bunlardan biridir. 20'nci yüzyılın başında kapitalizmin küresel
ölçekte yarattığı çelişkilerin analizidir; ama onunla sınırlı da
değildir. Geçmiş yazılarımızda “devlet/sermaye” kompleksi
bağlamında tartışmaya başladığımız emperyalizm çelişkisi, 20'nci
yüzyılın başında tekil sermaye bloklarının ulusal karakterlerini
güçlendirerek devletler arasında siyasal bir çelişkiye dönüşmüş ve
emperyalizm savaşlarını yaratmıştır. Sermaye çelişkisinin devletler
arası siyasal çelişkiye dönüşümü Lenin’in emperyalizm teorisinin
kendisi değil, sonucudur. Lenin’in Kautsky’e yaptığı eleştirileri
hatırlayalım. Lenin’e göre emperyalizm tek başına siyasal bir
projenin ürünü olmadığı için, emperyalizm çelişkisinin de tek
başına siyasal bir çözümü olamaz. Emperyalizm, kapitalizmin doğal
sonuçlarından biridir.
Lenin sömürgecilik ve emperyalizmin eski bir birliktelik
olduğunun altını çizer. İlki doğrudan siyasal bir tahakküm
biçimidir ve tarihi çok eskilere uzanır. İkincisinin “genelleşmiş”
bir sömürü aygıtına dönüşmesi kapitalizmle mümkün olmuştur. Bu
nedenle emperyalizmin dün ve bugün kazandığı biçimlerin doğru
olarak anlaşılması sermayenin küresel ölçekte nasıl
toplumsallaştığının doğru analiz edilmesiyle mümkündür. Lenin’in
bize “ev ödevi” olarak bıraktığı “analiz yöntemi” de işte budur.
İlk yazımda ana hatlarıyla değindiğimden burada yeniden tekrar
etmiyorum.
Bir
önceki yazımda küresel meta zincirleri analizini kullanarak
bugün küresel ölçekte kapitalizmin üretim ve ticaret ağları ve bu
ağların oluşturduğu iş bölümüne ilişkin gözlemleri paylaştım. Bu
yazımda, bu yapıların merkezi kurumları olan çok uluslu şirket
(ÇUŞ) oluşumları için gözlemler aktaracağım; bu gözlemlerin Türkiye
ve emperyalizm tartışmaları içinde yararlı bir zemin sunacağını
düşünüyorum (1). Burada sunulan gözlemler UNCTAD (2) verilerinin
“devlet ve sermaye” perspektifiyle yeniden düzenlenmesiyle elde
edilmiştir. Elde edilen sonuçlar tablolar halinde sunulmaktansa,
genel eğilimler olarak paylaşılmaktadır.
UNCTAD, ÇUŞ’lar için gözlemlerini “küresel” ve “gelişmekte olan
ülkeler” şeklinde ayrıştırdığı iki farklı düzeyinde, finansal
olmayan en büyük 100 ÇUŞ’u kapsayan bir sınıflandırmayla
sunmaktadır. Yazının izleyen bölümünde ÇUŞ tanımını UNCTAD’ın
analizine uygun olarak finansal olmayan şirketler için
kullandığımızı belirtelim ve ilk olarak UNCTAD’ın 2019 yılı için
sunduğu, küresel olarak en büyük 100 ÇUŞ’lar için temel eğilimleri
paylaşalım:
Dünyanın en büyük ÇUŞ’ları 19 devlet arasında dağılmaktadır. Bu
şirket topluluklarının 13 tanesi merkez kapitalist, 6 tanesi ise
çevre/yarı çevre ekonomilere aittir. Hemen belirtelim bölgesel güç
(alt-emperyalist) olma arzusunda olan Türkiye’nin bu yapılar içinde
yeri yoktur.
Merkez kapitalist devletler menşeli ÇUŞ’lar toplam varlık
büyüklükleri ve devletlerin sahip olduğu şirket sayılarına
(parantez içinde) göre şöyle bir dağılım sergiliyor: ABD (19),
İngiltere (13), Japonya (9), Almanya (11), Fransa (15), İtalya (3),
İspanya (3), Belçika (1), Kanada (3), İrlanda (1), Lüksemburg (1),
Norveç (1), Hollanda (1).
Bu grupta yer alan çevre/yarı çevre ekonomi (Ç/YÇ) menşeili
ÇUŞ’ların büyüklük ve şirket sayılarına göre dağılımları ise şu
şekildedir: Çin (9), Hong Kong (1), Tayvan (1), Güney Kore (1),
Suudi Arabistan (1), Malezya (1).
2019 yılında bu şirketlerin varlık değeri toplamı 27.087.199
milyon dolar olup; 29 milyon 254 bin 752 kişi istihdam
etmektedirler. Devletlerin bu yapıların toplam (varlık/istihdam)
içindeki (yüzde payları) en büyük olanlar- ABD (14.8/19), İngiltere
(6.6/3.9), Japonya (7.4/4.8), Almanya (7.6/9.3), Fransa (6.6/7.2)
ve Çin (7.2/8.7)- şeklinde sıralanıyor. Diğer devlet merkezli
ÇUŞ’ların bu yapılar içindeki varlık/istihdam payları yüzde 1 ile
0.2 gibi görece önemsiz bir aralıkta seyretmektedir.
Elbette bu yapılar belirli bir devlet oluşumlarıyla eşleşseler
de sermayenin küresel düzeyde ortaklıklarını da temsil
etmektedirler: Bu yapıların yabancı iştirak payları dikkate
alındığında şöyle bir eğilim gözlem belirginlik kazanmaktadır:
Varlık yapılarında yabancı sermaye payları (yüzde olarak) en düşük
olan devletler, sırasıyla, Suudi Arabistan (13), Güney Kore (29),
Malezya (29), Çin (36) ve ABD (40)'dir. Yani bu devletlerin en
büyük ÇUŞ’ları bir yönüyle “ulusal” diyebileceğimiz karaktere
sahiptirler.
Diğer devletlere ait ÇUŞ’ların yabancı varlık payları ise yüzde
60-97 aralığında değişim göstermektedir: Almanya (69), Japonya
(61), Fransa (62), Tayvan (87), İngiltere (90), Hong Kong (92).
Bu farklılıklar söz konusu devlet temelli ÇUŞ’ların sektörel
özelliklerine bağlı olduğu kadar (özellikle petrol, enerji gibi
stratejik sektörlerde faaliyet gösteren ÇUŞ’ların yurtiçi sermaye
paylarının yüksek oluşu gibi); başka sermaye gruplarıyla kurulan
küresel, bölgesel iş birliklerine bağlı olarak da değişim
göstermektedirler. Örneğin, Tayvan ve Hong Kong menşeli ÇUŞ’ların
yabancı katılım paylarının yüksek oluşu, geçen
yazımızda tartıştığım, Çin merkezli bölgesel iş bölümü ve meta
zincirlerinin bir sonucudur.
Faaliyet kolları dikkate alındığında ÇUŞ’ların (toplam
varlıkları içindeki payları ve bu faaliyetlerde ÇUŞ örgütlenmesine
sahip devlet sayıları) şu şekilde bir eşleşme sergilemektedir:
Motorlu taşıtlar (17/12), madencilik (12.5/10), petrol rafineleri
(10.8/8), telekomünikasyon (8.9/8), elektrik, gaz, su (7.4/9), ilaç
sanayi (6.4/10), kompüter ve veri işleme (5.4/5), gıda sanayi
(3.8/6), kimyasallar (2.8/5), perakende ticaret (2,3/2), e-ticaret
(1.3/1), inşaat (1.1/1), tütün (1.1/1), tekstil ve giyim sanayi
(0.6/1).
Aynı faaliyet alanı içerisindeki ÇUŞ’lar sayıca artıkça, bu
alanlardaki rekabet çelişkisinin de artacağı beklenen bir
eğilimdir. Nitekim, motorlu taşıtlar, madencilik, telekomünikasyon,
enerji, ilaç sanayi gibi alanlar ÇUŞ’ların tekelci rekabet
çelişkilerinin en yoğun olduğu faaliyet alanların başında
gelmektedirler.
UNCTAD’ın ikinci gözlem seti 2018 yılı için Ç/YÇ ekonomilere ait
en büyük 100 ÇUŞ’u içeriyor. Yine hemen belirtelim “büyük ülke”
Türkiye’nin kendi konumunu temsil eden bu ülke grubu ÇUŞ’ları
içerisinde de yeri yoktur. Bu yapıların toplam varlık değeri
8.388.765 milyon dolar, çalışan sayısı ise 13 milyon 212 bin 487
kişi. UNCTAD’ın iki veri seti arasında bir yıllık fark olsa da, bu
yapıların göreli büyüklüklerini karşılaştırmak yine de öğretici
olacaktır. Ç/YÇ ekonomilere ait ÇUŞ’lerin toplam varlıkları ve
istihdam büyüklükleri, merkez ekonomilere ait ÇUŞ’ların, sırasıyla,
yüzde 35 ve 42,2’sine karşılık geliyor. Bu azımsanmayacak bir
büyüklük ve son on yılda giderek güçlenerek küresel kapitalizmin
yeni bir gerçekliğine dönüşmüş durumda.
Bu bloku kendi içinde incelediğimizde ise şu temel gözlemlere
erişiyoruz: Çin, Ç/YÇ ekonomilerin en büyük 100 ÇUŞ’unun 34’üne ve
bu yapıların toplam varlık büyüklüklerinin yüzde 52.7’sine sahip.
Çin’i (ÇUŞ sayısı/toplam varlık büyüklüğünün yüzdesi olarak) Güney
Kore (9/11.3), Hong Kong (10/6), Tayvan (7/3.8), Singapur (8/3),
Malezya (5/2,6), Hindistan (5/2.3) izliyor. Birlikte “Asya
Fabrikası” olarak tanımlanan bu grup Ç/YÇ ekonomilere ait 100 büyük
ÇUŞ’ların 78’ine sahip ve bu yapıların üretim ve istihdamının yüzde
82’sini temsil ediyor.
Bu yoğunlaşmayı Meksika (4/1.7), Güney Afrika (4/1.2), Suudi
Arabistan (2/5.3), Rusya (3/6.8), Brezilya (2/1.4), Birleşik Arap
Emirlikleri (3/1), Şili (1/0.3), Katar (1/0.2), Kuveyt (1/0.2),
Arjantin (1/0.1) izliyor.
Bu yapıların faaliyet alanlarına bakıldığında ise varlık
dağılımlarında şöyle bir (yüzde) dağılım ortaya çıkıyor:
Madencilik, petrol (24.9), elektrik, gaz, su (13.3), inşaat (10.9),
petrol arıtma (6.2), kimyasallar (5.2), metal ve metal ürünleri
(4.8), iletişim araçları (4.8), taşımacılık (4.2), gıda (3),
kompüter ve elektronik donanım (1), tekstil ve giyim sanayi
(0.1).
Devletler düzeyinde bu oluşumların varlık bileşimlerindeki
(yüzde olarak) yabancı sermaye payları, en düşükten en yükseğe
doğru, şu şekilde sıralanıyor:
Yabancı sermaye payları göreli olarak düşük ekonomiler: Rusya
(9), Suudi Arabistan (12), Güney Kore (23), Çin (31), Şili (38),
Brezilya (41), Malezya (43), Hindistan (44).
Yabancı varlık payları göreli olarak yüksek olan ekonomiler:
Birleşik Arap Emirlikleri (51), Meksika (60), Hong Kong (60),
Tayvan (64), Singapur (68), Güney Afrika (69), Katar (76), Arjantin
(84), Kuveyt (92).
Tıpkı küresel 100 ÇUŞ’ta olduğu gibi bu grupta da yabancı
sermaye payları düşük olan ÇUŞ’ların çoğu petrol, maden, enerji
gibi stratejik sektörlerde yoğunlaşan devletlerde belirginleşiyor.
Bu açıdan tek istisna Çin. Çin çok geniş bir faaliyet yelpazesine
sahip ÇUŞ’lara sahip olsa da, bu yapıların “yerli” sermaye
karakterini koruyor, güçlendiriyor.
SONUÇ YERİNE...
ÇUŞ’lar klasik emperyalizm döneminde olduğu gibi bugün de
küresel sermayenin en önemli örgütlenme hücresini oluşturuyor.
Sermayenin küresel ve bölgesel hareketliliği, yayılma ve egemenlik
alanları bu yapılar eşliğinde şekilleniyor, gerçekleşiyor. UNCTAD
verileri ABD’nin küresel düzeyde ÇUŞ’lar üzerindeki hakimiyetinin
hâlen sürdüğünü, yani hâlen süper emperyalist güç olma özeliğini
koruduğunu ortaya koyuyor. Ama bu gücü Çin merkezli “Asya
Fabrikası” (alt-emperyalist bölge) karşısında giderek azalıyor. Bu
eğilimin “uyum ya da çelişki” olarak yaratacağı sonuçların, bu
yapıları şekillendiren “devlet/sermaye” komplekslerinin zaman
içerisinde kazanacağı özelliklere göre içerik kazanacağını beklemek
yanlış olmaz. Bu yapılar arasında şimdilik aksak olarak süren uyum
(paylaşım) stratejisinin, rekabet (savaş) çelişkisinin
derinleşmesiyle yerini emperyalist bloklar arasında siyasal krize
bırakması (hegemonya krizi) ve her zaman ihtimal dahilindeki
çözülme ve paylaşım savaşı sorununu tetiklemesi mümkündür.
Peki Türkiye bu sürecin neresinde ve hangi özellikleriyle yer
almaktadır? Bu aslında gelecek yazıların konusudur. Ama yine de
mega projelere, bölgesel güç, yerli ve milli söylemlerine müptela
olmuş memleketim için birkaç örnek vereyim:
Mesela yerli ve milli otomobil projesini sokak panolarındaki
resimlerinden çıkarıp, “duble” karayollarımıza, müteahhitlere
peşkeş çekilen köprü ve tünellere indirmek mümkün mü? Şöyle
yanıtlayalım; küresel motorlu taşıt pazarı (parantez içinde ÇUŞ
sayılarıyla) Alman (4), Japon (3), Fransız (2), ABD (2), İngiltere
(1), Güney Kore (3), Çin (1), Hindistan ( 1) şirketleri tarafından
neredeyse kapatılmış vaziyette. Resim sokağa inecekse (!) milli ve
yerli karakterinde tağşiş edilme kaçınılmazdır. Yani bu ya bu
zincirlerin bir uzantısı olur ya da poster olarak kalırsınız…
Ya mevcut iktidarın bir anlamda organik sermaye koalisyonu
temsil eden inşaat sektörüne ne demeli? Hani şu İstanbul
Havalimanı’nı, Çanakkale Köprüsü'nü, Gebze-İzmir Otoyolu’nu, Büyük
İstanbul Tüneli’ni, Anadolu Doğal Gaz Boru Hattını ya da şehir
hastanelerini inşa eden.
Rönesans, Limak, Tekfen, TAV, Yapı Merkezi, Ant Yapı, Enka gibi
gruplar Türkiye’deki iktidar yapısından bağımsız, küresel
büyüklükteki sermaye grupları mı? Bu yapılar (parantez içinde ÇUŞ
sayılarıyla) Asya ve Ortadoğu'da geniş hareket alanına sahip Çin
(5), Hong Kong (2), Singapur (1), Malezya (1) gibi devletlerin
inşaat sektöründeki ÇUŞ’larının gücünü temsil ediyorlar mı?
İzleyen yazılarımızın asıl sorularını bunlar oluşturuyor.
Şimdilik şu saptamayla yetinelim. Bir devletin “emperyalizmle
imtihanının” gerçek kimliğini sermayenin küresel belirlenimlerden
bağımsız sorgulamamız mümkün değildir. Eğer devletlerin sermaye
ayağı güçlü değilse ve hala alt-emperyalizm stratejisi izlemeye
niyetliyse, bu yönelimi destekleyen tek strateji doğrudan devlet
eliyle siyasal güç alanının genişletilmesidir. Bunun da siyasal
literatürdeki adı alt-emperyalizmden çok alt-sömürgecilik olsa
gerek…
1- Bir yarı-çevre ülke olan
Türkiye’nin alt-emperyalizm yönelimi için İlhan Uzgel’in Gazete
Duvar’da yayınlanan
“Türkiye’nin Emperyalizmle İmtihanı” başlıklı yazısına
bakınız.
2- Birleşmiş Milletler
Ticaret ve Kalkınma Konferansı. Bu yapı Birleşmiş Milletlerin
içinde olup, ECLA’nın (Latin Amerika Ekonomik Komisyonu) bir
uzantısı olduğu kabul edilir.