Emrullah Alp ‘Sanı’sı
Emrullah Alp’in şiir kitabı "Sanı" Yitik Ülke Yayınları tarafından okurla buluştu. Emrullah Alp "Sanı"yla en başa, şiire ilk adım attığı ana, zamana, duruma, olaya ya da tüm bunların vuku bulduğu yere dönüyor, şairliğini başa alıyor.
İnsanlığın, insanın hırpalandığı, insanlık idealinin hızla irtifa kaybettiği zamanlardan geçiyoruz. Çiğ zamanlardan geçiyoruz. Dünya hiç bu kadar usanç verici bir yer, hayat hiç bu kadar sıkıntılı olmuş muydu diye tekrar tekrar düşündüren, sorduran zamanlardayız?
Elbette dünyada insanlık için; doğayla, çevreyle ve kendisiyle barışık, eşit, adil ve özgür bir uygarlık idealinin öznesi olan insanlık için geçmişte kalmış bir altın çağ söz konusu değil. Ama gelecekte bir altın çağ yaratma düşü, arayışı, arzusu da yeni değil. İnsan yıkıcı. Ama gelecek umudunu yükselterek ütopya oluşturarak dünyayı yaşamı daha iyiye doğru dönüştürmek için çabalayan da insan.
Sanat, kavramı sınırlandırarak söylersek şiir, insanlık için bir altın çağ düşünün, arayışının, arzusunun, umudunun sürmesinde önemli rol oynamıştır ve öyle olmaya devam ediyor. Bu hiç de az bir şey değil.
Öte yandan şiirin, şiir imkânı olan dillerde varlığını, verimini sürdürmesi de son derece önemli. Modern Türkçe de o dillerden, hâlâ şiire imkân veren dillerden. Ne yazık ki birikiminde büyük şairler ve şiir yapıtları olan bazı dillerin günümüzde şiirsizleştiğine tanık oluyoruz.
Türkçe hâlâ şiirsel imkânı geniş bir dil, ancak şiire gittikçe hoyratça davranıldığı da bir gerçek. Şiire hoyratça davranılmasının bir başka boyutu da daraltıcı, kurutucu, ölü bir varlığa, eşyaya indirgeyici girişimler. Fakat her şeye rağmen şiir var, sürüyor ve yenilenerek, değişerek hayata, dünyaya karşılık vermeye çalışıyor. Karşılık vermek…
Şiirin önemli nedenlerinden biri de “karşılık vermek” olduğunu söyleyebiliriz. Kuşatmaya, daraltıcı, yok edici girişimlere tepki göstererek, karşılık vererek sürüyor şiir. Kıymetini bilmek gerekir. Şiirin kıymetiniyse en çok şiirin deneyimine, birikimine katılan ve sahiden yeni olan yapıtlar arttırmakta. O nedenle şiir yapıtlarının yayımlanmasını, kitaplaşma oranının artmasını önyargısız biçimde değerlendirmek, hatta buna koşulsuz sevinmekten yanayız. Yayımlanan şiir kitapları, şiirin geleceği için zamana atılmış bir potkal olarak da düşünülebilir. Geçen günlerde, zamana atılan bir potkal olarak okurun ulaşacağı yere bırakılan şiir kitaplarından biri de Emrullah Alp’e (1988) ait Sanı oldu.
Emrullah Alp, şiir yolculuğundaki süreyi dikkate alarak söylersek, genç bir şair. Ancak kısa sürede iki kitap yayımlamış olduğunu da belirtelim. Alp’in daha önce İçimden Hiçime (2013), Kekeme Kırıntı (2017) adıyla yayımlanmış iki şiir kitabı bulunuyor. Yitik Ülke yayınlarından çıkan Sanı (Ekim 2019) ise şairin üçüncü şiir kitabı.
'SANI, ŞİİRİN SUYUNU BULANDIRMIYOR'
Emrullah Alp’in Sanı'sına ilişkin ilk izlenim olarak her şeyden önce şiirin güneşini bulutlandırmadığını söyleyebiliriz. Bu kanıyı, şiirin suyunu bulandırmıyor diyerek pekiştirmek de mümkün. Şiir, her şeyden önce dilin eğilip bükülmesini de gerektirir. Ama dile yönelik biçim ve biçimsel amaçlı müdahalelerden de sözü kanatlandırması, açması, genişletmesi beklenir. Bu gerçekleştiğinde zaten okurken ergin bir şiirle, şiire erişmiş bir dille meşgul oluruz. Şiir, aynı zamanda okurunu diliyle meşgul eder. Bunun hemen hemen her şiir için geçerli olduğu söylenebilir. Şiirde dilin şiiri güçsüz bırakan, çıkmaza sokan kullanımının mazereti yoktur. Şiiri de, dili de tıkamaktan, sakatlamaktan başka sonuç yaratmayan denemelerse beyhudedir. Bu türden girişimlerin kabul görmesi de, olumlanması da beklenemez.
Aslında dilin, şiirde yeniden üretimiyle ilgili deneyimsizlikten kaynaklanan aksamaların, kusurların, engellerin genç şairleri meşgul eden ve aşılacak önemli bir sorun olarak görülmesi gerekir. Dilin şiir diline dönüştürülmesindeki becerinin çoğunun deneyimle sağlandığı açıktır. Şairin deneyimi, bilgisi, görgüsü, birikimi şiirinin, yapıtının hem güncel, hem tarihsel olarak yerini de tayin eder.
Sanı dil sorununu, şiirin bir dil olayı olduğu gerçeğini içselleştirmiş bir kitap. Emrullah Alp’in şiir dili daha çok araçsal bir dil olarak beliriyor. Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü Alp’in şiir yazdığı dil anadili değil. Onun anadilini kullananlar, konuşanlar hâlâ şiddete maruz kalıyor. Öte yandan Alp’in Türkçeyi, şiir yazdığı dili, kendi anadili gibi kullanarak şiire dönüştürdüğünü görüyoruz. Dil ve şiir konusunun uzaması, son dönem şiirinin bu konuda bir hayli sıkıntılı görünmesinden. Soruna dikkat çekmek için belki daha geniş bir çalışma gerekir. Bizimki geçerken değinme oldu.
Sanı iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde kitaba da adını veren on iki parçalık tek şiir Sanı yer alıyor. İkinci bölümün başlığıysa “Ahdaş”. Bu bölümde de değişik adlarla yirmi bir şiir bulunuyor. Kitabın Sanı başlığı altında toplanan parçalarında şiir öznesinin bir yanılgı, hayal kırıklığı sonrası yüzleşme girişimi, hesaplaşması sorun ediliyor diyebiliriz. Ancak bunun okuma, yorumlama için ihtimallerden biri olduğunu belirtelim. Çünkü Alp’in “Sanı”sı birden çok okuma, yorumlama seçeneği içeriyor. Sanı'nın beşinci bölümünü okuyalım:
Kuşatılmış bir şehrin
Sokak savaşlarını anlatıyordun
Kutsal hikayesini anlatır gibi örümceğin
Duvarda mermi izleri
Ağzında sarafin kırmızısı harfler
Savaş sesleri çoğalıyor
Kıyıya vuran çocuklara
Deniz anaları ağlıyor
Seni ben, kimsenin göremeyeceği yere sakladım sandım
“Sanı” şiirinin her bölümünün son dizesi, “sandım” yüklemiyle bitiyor. Bu ifade, her bölümde dile getirilen hal, hareket ve durumla ilgili bir ölçü, bir değer birimi gibi. Bir tür sanma yanılma ölçüsü… O zaman kıyaslananın, ölçülenin ne olduğu sorusu oluşuyor… Şairin ve şiirin okuru meraklandırması, sorular oluşturması ve soruların karşılığını aramaya kışkırtması elbette önemli ve olumlu sayılacak bir niteliktir. Sanı bu yönüyle de dikkate değer bir kitap. Bir şiir daha paylaşalım. Sanı'nın on ikinci parçası:
Caddeleri yalnız gezen rüzgâr gibi kırgın sesin
Nefesinle ovuyorsun ağaçları
Yerlerde dalların sarı çocukları
Ben, seni unutturacak sandım
Şair acaba yaşamın pratiği içinde ortaya çıkan değişik durumlar karşısında dolaylı bir sınamayı da ifade eden Sanı'sında şiiri, şairliği ölçüyor olabilir mi? Öyleyse Emrullah Alp Sanı'yla aslında en başa, şiire ilk adım attığı ana, zamana, duruma, olaya ya da tüm bunların vuku bulduğu yere dönüyor. Şairliğini başa alıyor. Olabilir elbette, neden olmasın. Bu arada şu soruyu da sormadan geçmeyelim: Yoksa şairin, kitabın on iki parçadan oluşan ilk bölümünde bir o kadar kez yinelediği “sandım” sözüyle karşısına dikildiği hayat mı? Dolayısıyla ölüm mü? Dolayısıyla?
'ŞAİR YALNIZCA ŞİİRİ ARAMAZ'
Genç olsun, ergin olsun; şair yalnızca şiiri aramaz. Şiiri nerede, nasıl arayacağını da dener, sınar. Sanı'nın, özellikle ilk bölümdeki şiirler dikkate alındığında bir arayış kitabı olarak okunması da mümkün. Bir şiir kitabının ağırlık merkezinde “arayış”ın olması, her şeyden önce o şiirin “canlı” olduğuna işaret eder. Koşulları kültür endüstrisi tarafından belirlenen ve her şeyin tüketime dayandığı ortamda “canlı” şiir okumanın bir mükafat olacağı açık. Bunu elbette değerlendirmek gerekir.
Şiire dönük yaklaşma, anlama, çözümleme çabasında hedefe giden yolu, sunulan örnekler daha bir açık hale getirir. Kitapla ilgili düşüncelerimizi aktarırken ilk bölümden iki örnek verdik. Sanı'nın ikinci bölümünden vereceğimiz bir başka örnekle devam edelim. İkinci bölümün başlığıyla aktaracağımız betiklerin başlığı aynı. “Ahdaş” şiirinden:
Topla deyince bir ses
Neyin var neyin yoksa
Yüz yüze baktı Kandiya ve Hanya
Her şeyden habersiz
Şaşmışız;
İlk taşı kim attı, nasıl başladı kavga
Ağzımızda parçalanırken kavala
Karıştık üzgün kalabalığa
Yol uzun, mevsim kıştı
Fakat ne gelirdi akla
Teneke saksıya konulmuş
Bir parça toprak götürmekten başka
Şiirin arka planındaki bir göç travması, trajedisi söz konusu. Biri yüzyılın hemen hemen başında Balkanlar’dan İstanbul’a, diğeri geçen çağın sonunda Kürdistan coğrafyasından yaşanmış zorunlu göç. Hayatta kalma göçü. Yanan köylerin, ormanların, şehirlerin, evlerin acısını, ağıtını anımsatıyor, duyumsatıyor. Ağrıyan dişini kurcalıyor Emrullah Alp’in dili.
Alp’in, “Ahdaş” başlıklı ikinci bölümde toplumsal çevre ve yaşantıyla yüzleşmeyi ön plana çıkardığını da kaydedelim. Şairin bu bölümdeki şiirlerde değişik yönleriyle daha çok günlük yaşantıyı sorunsallaştırdığının da altını çizmek gerekir. Kitabın “Ahdaş” ara başlığını taşıyan bölümdeki şiirlerde hem bireysel etkileşimi olan hem de toplumsallaşmış bazı imgelerin, simgelerin, davranışların, objelerin duygusal ve düşünsel boyutta oluşturduğu etkiler, tepkiler, yansımalar yakın plana alınıyor. Şairin dikkati, geçmişin izlerinin hâlâ silinmediği günlük yaşantıya yöneliyor. Günlük yaşantının ayrıntıda kalan sırlarını açığa çıkarmayı hedefleyen bir arkeoloji kazısı da diyebiliriz Alp’in bu çabasına. Böylece şeytanı gizlendiği yerden çıkarıyor ve zamanın karanlık mahzenlerini şiirin şimşeğiyle aydınlatmayı deniyor. Özellikle ikinci bölümde, günlük yaşantının içinde kriz yaratan “arızaların”, “sıkıntıların” açığa çıkarılıp sergilenmesinde, yeri geldiğinde şeytana bile pabucunu ters giydiren şiirler okuyoruz. Ara verip bir şiir daha, “Öyle Değildir” başlıklı şiiri aktaralım:
Çalan şarkıya dalmış
Gözlerini saklamıştır
Becerebilmiş demiyorum, denemiş
Düşünmüştür
Tırnaklarını gezdirip dudağında
Uçlarını ısırmıştır hatta
Geçecek diyenlere gülmüş
Kendine üzülmüştür
Mutlu olmak falan istememiştir
Bir boşluk var dolsun demiştir
Geçsin diye uğraşmıştır eskinin izi
Sus basmıştır muhakkak ağrılarına
Öyle değildir
Öpmüştür de ağlamıştır
Utanmış,
Ağzı karışmıştır
Ben onu bilirim.
Hatıranın ve hafızanın sarmalına girmek, içinde gezinmek risklidir aslında. Ancak Alp’in dili yere sağlam basıyor. Bunda eski kuşak şairlerle olan etkileşiminin ve modern Türkçe şiirin ustalarının, öncülerinin “kıymetini bilmesi”nin payı olduğunu düşünüyoruz. Modern Türkçe şiirin ustalarıyla örneğin Behçet Necatigil’in şiiriyle, biçimiyle, biçemiyle ölçülü bir etkileşim içinde olduğu izlenimi veriyor Alp. Genç bir şairin daha önceki deneyimlerden, birikimden etkilenmiş olması tuhaf değildir. Yadırgatıcı ve kabul edilemez bu etkinin abartılmasıdır. Emrullah Alp etkileşimi şiiri için verimli hale getirmiş. Bir örnek daha okuyalım. “Hoş Geldin” başlıklı şiir:
Olanları unutma
Unutma akışımızı
Parçalanıp
İnançla açışımızı
Zorla yaşamayı
Düştüğün yeri öp, avuçla
Dirençle koş rüzgâra
Pencereleri çal, kapıları yokla
Islandığını unut, yağmuru unutma
Çünkü sen
Herkes kapamış gözlerini sen
Işığa en yakın oturuyorsun karanlıkta.
'ŞİİR ÇEVİRİ DİLİDİR'
Şiir bir dildir, ama çeviri dilidir. Sözlüğü şairin duyguları, düşünceleri, duyarlılığı, deneyimi, bilinci olan bir dil. Şair hem kendisinden önce olup bitenle hem de olmamış, bitmemişle uğraşır. Yeri gelmişken söyleyelim: Uğraşısız şiir yoktur.
Emrullah Alp’in poetik olarak milenyumun ikinci on yılında öne çıkan şiir eğilimiyle paydaşlık içinde olduğunu da kaydedelim. Bilhassa Sanı bu kanıyı güçlendiriyor. Bu arada, milenyum çağının ikinci on yılını geride bırakırken şiirin umumi manzarasıyla ilgili bir gözlemimizi de aktaralım. Önceki on yılın şiirinde gelişen içeriksiz ve biçemsiz biçimciliğin, şiiri salt biçim araştırmalarına indirgeyen anlayışın etkin olduğu dönem (özellikle Gezi Direnişi sürecinden sonra) büyük ölçüde paranteze alınmış gibi. Son dönemde öne çıkan eğilim, şiirde özellikle dilin bilinçli kullanımına bağlı kalınması yönünde. Dilin kullanımında, şiir dilinin oluşturulmasında bağlaşıksızlıktan, nedensizlikten, gelişigüzellikten, ben merkezci tutumdan, aşırı kişisellikten vazgeçildiği görülüyor. Şiirde değişimin yalnızca dilde değil temalarda, izleklerde, konularda da gerekli olduğu yeniden benimsenmiş gibi.
Şiirde ne biçimsiz içerik ayakta durabilir ne de içeriksiz biçim. Bunu son yirmi yılın deneyiminden çıkan sonuç olarak kaydedebiliriz.
Sanı'nın aksayan yanları yok mu? Öneğin, “Tüm sınıfları birleştireceğim” dizesi birçok yönden riski yüksek bir iddia. Şiir dışına düşen ve fazlaca iri bir söz. İri söz olması bir yana. Şiir dışına düşerek varlığını sürdürebiliyor mu? Bilakis şiirin dışında hiçliğe, yokluğa itiyor. Özellikle düşünsel yönden şairi çıkmaza, açmaza düşürecek bir çelme niteliğinde görünüyor. “Bütün sınıfların birleşmesi”, aslında sınıfsız, imtiyazsız bir toplum oluşturma idealinin başka türlü söylenmesidir. Bu idealse özünde, bir inkâra dayanır. Sınıfların varlığının ve sınıf savaşları gerçeğinin yok sayılması, yönetici sınıfların çıkarınadır. Öte yandan hâlâ geçerliliğini sürdüren bir başka ideale göre, insanın mutluluğu için gereken sınıfların birleşmesi değil, ortadan kaldırılmasıdır. Sınıfsız toplum, sınıfların birleşmesiyle değil, ortadan kaldırılmasıyla mümkün görülmekte.
Ancak Alp’in şiirlerinde aksayan yönler, kitabın bütününe bakıldığında devede kulak kalıyor diyebiliriz.
Sanı'yı şiir okuruna, çerçeveyi genişleterek okura, sesinin duyulmasını, sözünün bilinmesini hak eden bir kitap olarak öneriyoruz ve kitaptan son bir alıntı daha sunuyoruz. "İlk Mayıs" başlıklı şiirden:
O gün
Yağmur mu yağar
Yağsın
Kim demiş aklım yaşımda
Filizlenecek adın
Yeni renk yeni gömlek
Ve başka bir Mayıs’ta
Tomurcuğun mırıldandığı yarın.
Bu arada; şiir ortamı varsın Babil Kulesi gibi olsun. Sesi ve sözü olan şiir yerini bulur…