Beşiktaş, Türkiye Kupası maçında Manisaspor'u 9-0'la geçti.
Manisaspor, bir alt ligde, 7 puanla sondan ikinci sırada. Türkiye
Kupası öyle bir şekilde "dizayn" edilmiş ki,
Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş üçlüsünden en az biri, mümkünse
ikisi final oynasın. Kupanın sponsoru bir devlet bankası; yayıncısı
ise “özel” bir devlet kanalı.
En üst düzey ligin sponsoru da bir devlet kurumu. Yani,
Türkiye'de futbolu devlet organize ediyor. Bu çarpık ve eşitsiz
yapının tek bir amacı var: Güçlüler daha da güçlensin!
Tüm bunların ışığında bir kez daha düşünürsek, Adorno'nun
“yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözünü de anarak, baştan yanlış
kurulan bir yapıda hiçbir skor ahlaklı olmayacaktır. Futbol, belki
eşitler oyunu olarak doğdu ama artık tek eşitlik takımların maça
11'er oyuncu ile başlamaları.
***
İşin insani yönüne bakalım: Daha üzerinden bir yıl geçmedi,
Beşiktaş kalecisi Fabri, çoğumuzu üzen bir maçta gözyaşlarına hâkim
olamamıştı. Beşiktaş o maçı Ukrayna deplasmanında 6-0 kaybetmişti.
Üstelik maçı çok uzun süre eksik oynamış, en sonunda da 9 kişi
tamamlamıştı. Beşiktaş'ın geçen yıl Şampiyonlar Ligi grubunda
oynadığı son maçtı. Siyah-beyazlıların maç öncesi gruptan çıkmak
için umudu ve şansı vardı. Rakibin ise hiçbir iddiası yoktu; grubu
sonuncu bitirecekleri çok önceden belli olmuştu.
Ve Dinamo Kiev, Beşiktaş'ı 2-0 ya da 3-0 yenmeyi değil, 6-0
yenmeyi “tercih etti.” “Tercih etti” diyorum çünkü siyah-beyazlılar
oyunu çoktan bırakmışlardı. Yine bir Şampiyonlar Ligi maçında
Beşiktaş, İngiliz ekibi Liverpool'a 8-0 yenildi. Rakip takımın o
dönemki hocası Rafael Benitez 8'inci golden sonra bile oyuncularına
“ileri gidin” diyor, tribünler ise “we want ten (10'u isteriz)”
diye bağırıyorlardı.
Bu tip durumları yaşamış bir takımın rakibine hüsn-ü niyetle
yaklaşmasını beklemek çok mu naif kalıyor?
Tamamen -ak ve kara- para organizasyonuna dönüşen bir
organizasyondan bahsettiğimize göre, evet. Futbol dünyası da
insanlık durumu gibi: En tepede hep kazanan yüzde 1 ve geri kalan
yüzde 99.
***
Peki, oyunun -endüstriyel kısmını hesaba katmadan- kendi
dinamiğiyle düşünelim: Bir halı saha maçına gittiniz. Çok sıkı
geçen maç 20 dakika sonra gevşemeye, topu her ayağına alan hiç pas
yapmadan çalım atmaya ya da rakip kaleye şut çekemeye, kaleci
olarak gelen arkadaşlar da forvet oyuncusu olmaya başlamışsa maçın
tadı kaçar. Tersine, herkesin oyuna, rakibe ve kendi takım
arkadaşlarına saygı duyarak var güçleriyle gayret göstermeleri,
mümkün mertebe topu paylaşmaları, yorulana kadar koşmayı
bırakmamaları ise oyunu başka bir mertebeye taşır ve onu eyleyenini
de mest eder.
Bu pencereden bakınca, sahaya çıkan iki takımın -amatör,
profesyonel fark etmez- maçın son düdüğüne kadar tüm
performanslarını sergilemeleri, hem kendileri hem de izleyenlerin
seyir zevki için olmazsa olmaz. İlk 10 dakikada 3-0'a gelmiş, bu
nedenle hem galip hem de mağlup takımın durumu kabullendiği ve
amaçsızca top gezdirdiği bir oyun izlenmeye ve oynanmaya değer
mi?
9-0'a buradan bakarsak, Beşiktaşlı oyuncular “profesyonellik
gereği” rakip kaleci Emrullah'ı ağlatacak kadar işlerini ciddiyetle
yaptılar; hatta bir yerden sonra atılan gollerden sonra rakip
oyuncuları teselli ederek. Ancak maç yine de seyir zevkinden
uzaktı. Siklet farkı vardı. Tribünler boştu. Sahaya avantajlı çıkan
takım, olur da bir kaza yaşarsa diye telafi edebileceği bir rövanş
maçı vardı. Maç, güçlü takımın sahasındaydı. Aslında bu maç daha
oynanmadan sonucu belliydi.
***
Skordan, Beşiktaşlı oyuncuların etik davranıp
davranmadıklarından, oyuncu performanslarından önce dile getirmemiz
gereken yegane önemli şey başta bahsi geçen konu:
Bu oyun artık hiçbir yerde eşitler arasında oynanmıyor, bizim
ülkede daha da eşitsiz bir halde icra ediliyor. Geçen yıl
Fabri'nin, bu hafta da Emrullah'ın döktüğü gözyaşı, biraz da bunun
içindi. Günümüz futbolunda sahada görebileceğimiz en insani
tepkiler de bu gözyaşlarıydı...