Eşitlenme yükümlülüğümüz gereği, toplum hayatına katılmalarını zorlaştıran engelleri kaldırmama zorunluluğuna rağmen görmezden geldiğimiz bireylerin farkına varmak için bir gün, iki gün yetmez elbet. Ancak engelli bireyleri görünür kılarak ihtiyaçlarının, her bir engel grubunun ve tabii her bireyin farklılaşan ihtiyaçlarını karşılama bilinci geliştirmek için yararlı fırsatlardan biri 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Ne çok hatalar ve eksikliklerle engelleri kaldırmakta hâlâ çok yetersiz olduğumuzu idrak ediyoruz en azından bu günlerde. Yine de iyi örneklerden de bahsetmek istiyorum bugün. Eğitimle, ailenin bilinçlenmesiyle, toplum desteğiyle engelleri aşan nice kıymetli insan var. Sporda, sanatta, eğitim hayatında fark yaratanlara basına yansıyan haberlerle gıpta ederken farkındalığımız da gelişiyor. Bir de tanıklıklarımız var kuşkusuz.
Örneğin bugün ben Nimet’i çokça düşünüyorum. Kırklı yaşlarında down sendromlu birey, Nimet. Hayatını yalnız başına sürdürebilecek beceriye sahip. Özgüveni çok yüksek ve bağımsız karakterli bir kadın… Kimsenin kendisi adına konuşmasına izin vermeyen Nimet, engelliler derneğinde çalışıyor. Ailesi, her gün derneğe giderek çalışmasına itiraz ettiği zaman takındığı tavır görülmeye değer. Şöyle bir gururla başını dikleştirip insanın gözünün içine bakarak “Dernekte çalışmak bana iyi geliyor, ihtiyacı olanlara yardım ettiğimde kendimi iyi hissediyorum” demesi ibretlik. Sosyal sorumluluk ve dayanışma kültürü, her insana iyi gelir zaten. Günün modası anti-depresanlardan daha etkili insan ruhunu teskin etmekte. İnsanlara, hayvanlara, çevreye, barışa katkı sunarken kurulan yüz yüze ilişkilerle ötekini tanıyarak hayatına anlam katıp kendini de sağaltır insan. Sözün kısası herkesin Nimet’ten alacağı çok ders var.
Özellikle eğitimi hakkında bilmemiz gerekenler önemli. Gurbetçi ailenin dördüncü çocuğu olarak Fransa’da doğmuş. Doğum sonrası konulan teşhisle birlikte aile bilinçlendirilmeye başlanmış. Hastanede hemşirelerin aralık sonlarında doğduğu için “çekik gözlü Noel” adını verip sevgiyle sarmalamasıyla başlamış, ona “özel” hissettiren ilgi. Anne, baba, kardeşler eğitimlerle farkındalığa ulaşmış. Ancak hayretle görmüşler ki hayatlarına Nimet’in katılmasıyla öğrendikleri bu özel durum, komşularının malumu. Toplum nasıl davranılacağını biliyor. Aileye destek sunuyor komşular, ilgi ve sevgilerini esirgemiyorlar Nimet büyürken. Bu muhteşem toplumsal bilince biz kırk yıl sonra bugün hâlâ çok uzağız. Evet, bizde de yine kırklı yaşlarında olup piyano konseri verecek kadar yeteneklerini geliştirme şansı bulmuş, kafelerde çalışan, sanatla, sporla ilgilenen bireyler var. Ancak ailelerin özellikle annelerin olağanüstü gayretiyle mümkün bu. Toplum desteği değil olmadık davranışlarla kösteğinden söz edilebilir ancak. Kurumsal, sistematik destek ancak özel dernek ve vakıflarla sağlanıyor, arayıp bulan aileler için o da.
Görmeyenleri istemese bile yardım ettiği zannıyla çekiştirenler, işitmeyenlerin karşısında abartılı dudak hareketleriyle bas bas bağıranlar, sık karşılaştığımız yardımseverlik(?) örnekleri. Görmeyen bir insana “yardım ister misiniz, nasıl yardım edebilirim?” sorusuyla yaklaşıp isterse, istediği biçimde destek sunmak çok zormuş gibi.
Ancak bizim toplumda işitmeyen bireylerin durumu çok daha zor. Çocuğun bilişsel gelişimi dil ile mümkün olduğundan erken tanıyla birlikte çok erken eğitimin başlaması gerekiyor. Tabii önce ailenin işitmediği için çocukla konuşmaktan vazgeçmesini engellemek gerek. Ailede konuşulmadığı takdirde iletişimden yoksun işitme engelli çocuk sosyal çevresiyle bağ kurmakta daha çok zorlanıyor. Bilinçli aile davranışı, erken tanı kadar eğitime hazır hale getirilmesinde etken. Zamanında başlayan kaliteli bir eğitimle işitmeyen çocukların bilişsel gelişimi, işiten akranlarını birkaç yıl geriden takip etse bile sağlanıyor. Eğitim kesintiye uğratılmadığı takdirde zihinsel ve bedensel kapasitelerini keşfedip geliştirmeleri mümkün. Benlik kavramının gelişmesi, kendi duygularını tanıyıp karşısındakinin duygularını anlayabilme becerisine ulaşması mümkün olduğunda sosyal uyum için önemli bir bariyer aşılmış oluyor. Sonra, kaynaşma eğitimiyle sosyalleşme aşaması.
Sağırlar okullarının sayı ve kapasitelerinin yetersizliği, erişim fırsatı sunulmaması her biri ayrı problem. Fakat bu sorunları aşıp kaynaşma eğitimine geçenler için sorunun büyüğü yeni başlıyor. Sosyal uyum konusunda işitme engelli çocuktan çok daha fazla yetersizliklere sahip toplum. Kaynaşma eğitimi bu konuda donanıma sahip olmayan veya isteksiz öğretmenlerle veliler tarafından zorlaştırılıyor. Sınıf arkadaşlarının dışlaması yoluyla yeni bir bariyerle, icat edilmiş bir sosyal engelle yüzleşiyor, işitme engelli çocuk. Engelleri kaldırmak yerine sosyal uyumu zorlaştıran bencilce cahillikle malul sosyal tutum, işiten akranlarıyla kaynaşmasını, sosyal uyumu engellediği için örgün öğretimden kopuyor çoğu. Ülkemizde ilköğretim sonrası eğitimi terk eden işitme engelli bireylerin oranı yüzde 65 dolayındayken AB ortalamasında bu oran yüzde 30 civarında. Fakat İsviçre’de eğitimi tek etme oranı yüzde 15’lere düşüyor.
İşitme engelli eğitiminde bu başarısız konuma şaşmamak gerek. Kaçımız işaret diliyle iletişimi bırakalım, selamlaşmayı biliyoruz ki? Kim inanır bu alanda daha 16’ncı yüzyılda Kastamonu’daki bir konakta sağırlara, el kol işaretleriyle konuşma öğretildiğine? İbn-i Battuta yazmış iyi ki. Hatta bizden önce Batılı ülkelerdeki bilimsel araştırmalara konu olan saraydaki sağırlarla el işaretleriyle iletişim kuruluyor oluşu. Özellikle de 1889 yılında II. Abdülhamit tarafından Yıldız sağırlar okulunun kuruluşu bile tarihi araştırmalarda pek yer tutmamış bizde.
Şüphesiz kadim devirlerden kalma devlet sırrı geleneğiyle bugün bile TBMM gizli oturumlarında genel kurula sadece sağır-dilsiz kavasların alınması ihtiyacını işaret eder geçmiş örnekler de. Toplumsallaşmamış, sadece devlet ihtiyacı için seçili bireylere eğitim ve yeminli özel kadro tahsis edilmiş bu usulle. Ancak sistematik bir eğitim modeli geliştirilmiş. Özgün işaret dili zamanın alfabesiyle kullanılmış. Kısa süre sonra yanına bir de körler okulu açılmış. Hatta “Bana Göz Kulak Ol” filminden neredeyse yüz yıl önce körler okulu öğrencileriyle sağırlar okulu öğrencileri eşleştirilip okula ikişerli gruplar halinde gidip gelmeleri sağlanmış. 24 Eylül tarihli Fikriyat yorumuna göre “körler sağırlar birbirini ağırlar” deyimi de bu usulden kalasıymış. Unutulmasa, kesintiye uğramasa günümüze kadar geliştirilip toplumsal farkındalığa hizmet edebilseydi keşke. Anlaşılır biçimde, zor zamanlar nedeniyle, savaş yıllarında öğrencisizlikten kapanmış bu okullar. Cumhuriyet döneminde de ancak 1944 sonrası tekrar girmeye başlamış hayatımıza.
Ancak aradan geçen yıllara rağmen verilen eğitimlerin, ayrılan bütçenin, açılan okulların yetersizliği ortada. Bu hafta genel kurula gelen tasarı kabul edilip, engellilere ayrılan bütçe yükseltildiği takdirde belki etkin adımlar atılabilir engelleri kaldırmak yönünde. Mesela uluslararası sözleşmeler ve ulusal yasalar doğrultusunda 2012 yılına takvimlenmiş ama sürekli ertelenmiş olan “engelsiz kamu” projesi tamamlanabilir. Pek çok engelli kontenjanı halen boş tutulmaktan vazgeçilip üstelik engelli çalışan oranı da yükseltilebilir. Farkındalık eğitimleriyle belki işitme engelli bireylerle iletişim için göz hizasından ve tane tane kelimeler, kısa cümlelerle konuşup, iletişimin sürdüğünü belirtmek adına yüzüne bakmaya devam ederek birkaç dakika anlayıp düşünmesi için zaman vermek gereği de topluma öğretilebilir.