Engelli bireylerin haklarına dair sözleşme

Kişilerin ihtiyaçlarını merkeze alan, iradelerine ve kişilik onurlarına saygı gösteren, toplum içerisinde yaşam için gerekli destekleri sağlayan yeni bir sisteme geçilmesi gerekliliği ortada.

Abone ol

Zafer Kıraç* kiraczafer@yandex.com

‘Kulis’, Hrant Dink Vakfı’nın öncülüğünde, Türkiye Tiyatro Vakfı ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık işbirliğiyle hazırlanmış bir sergi. Sergi 1911-2006 yılları arasında yaşamış İstanbullu tiyatro sanatçısı ve yayımcı Hagop Ayvaz’ın kişisel çabalarıyla oluşturduğu tiyatro arşivinden yola çıkarak toplumsal bellek, kimlik ve mekân bağlamında, Türkiye’nin tiyatro tarihine odaklanıyor. (1)

Sergi ile eşzamanlı olarak Aras Yayınları Hagop Ayvaz'ın 1999-2001 yılları arasında Agos gazetesinin Ermenice sayfalarında yayımladığı iki yazı dizisinden derlenen "Sahne Arkadaşlarım: Tiyatro tarihimizden simalar" başlıklı kitabını Ermenice ve Türkçe olarak yayınladı. (2)

Buraya kadar bir sergi hakkında bilgi vermiş oldum, ancak sergi ve yayınlanan kitabın insan hakları açısından bize sunduğu -belki de her zaman yaşanan ve aynı şekilde üstü örtülen- çok dramatik bir bölüm var. Bu bölümde ne var ve nasıl yorumlanmalı? Engelli hakları alanında önemli çalışmalara imza atmış, sivil toplum örgütlerinde ve engelliler için faaliyet gösteren oluşumlarda görev almış, engelli bireyin insan hakları üzerine kafa yoran bir isim Didem Tekeli’den rica ettim. (3) 

“Hagop Ayvaz, ‘Sahne Arkadaşlarım: Tiyatro Tarihimizden Simalar’ adlı kitabında, tiyatroda kendisine ustalık eden ilk sanatçılar Lusi ve Krikor Hagopyan’ın son yıllarına dair çarpıcı bilgiler verir. 1954 yılına gelindiğinde, Hagopyanların yoksul bir hayat sürdüğünü, Lusi’yi de o yıl kaybettiğimizi öğreniyoruz.

Krikor Hagopyan, Lusi’nin ölümünden sonra, İstanbul Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nin psikiyatri bölümüne yatırılmış.  Bu gelişmenin nedenini bilmediğimiz gibi, oraya kendi isteğiyle mi gittiği yoksa gitmek zorunda mı kaldığı da belli değil. Anladığımız o ki, Hagopyan hastanede uzun süreli kalmayı istememiş. Ayvaz’a, ‘kurtar beni buradan, yoksa sahiden çıldıracağım,’ diyor. Bu satırları okumak insanı dertlendiriyor. Onun bir veya daha fazla hastane çalışanı tarafından kötü muameleye maruz kaldığını öğrenmek ise kahredici. Hagop Ayvaz, Hagopyan’ın yatağa bağlandığını, dövüldüğünü ve bu yüzden hayatını kaybettiğini anladığında, çıkardığı Kulis dergisinde olanları yayınlamak istiyor. Ancak bundan olumsuz etkilenecek kişi ve kurumlar, kırılan kolun yen içinde kalması için bastırıyor. Çoğumuz ancak 2020 yılında, sözünü ettiğim kitabı okuyunca bu bilgiye ulaşıyoruz. 

28 Eylül 2009 yılında Türkiye, Birleşmiş Milletler (BM) Engelli Bireylerin Haklarına Dair Sözleşme (EHS) adlı insan hakları sözleşmesini onayladı. Sözleşme, 3 Aralık 2006 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilmişti. Türkiye, ilerlemeci, yenilikçi bir anlayışla kaleme alınmış bağlayıcı bir hukuki metin olan EHS’ yi ilk imzalayan ve onaylayan ülkelerden olmakla hep gurur duydu. Gurur duyalım elbette ancak işbu sözleşmeyi uygulamakta. Zaman, sakat bireylerin haklarına saygı için özenle kaleme alınmış sözleşmeyi tam anlamıyla hayata geçirmek için çalışma zamanı. EHS’yi tanımak, anlamak ve uygulamak hepimizin sorumluluğudur. 

Bu noktada, taraf devletlerin, bireylerin veya birey adına öbür gerçek kişilerin veya grupların BM Engelli Bireylerin Hakları Komitesine, bir başka deyişle BM EHS’nin uygulanmasını izleyen yapıya başvuru hakkını tanıyan protokolün, nam-ı diğer BM EHS Ek İhtiyari Protokolün de 26 Mart 2015 tarihinde Türkiye tarafından onaylandığını belirtelim. 

EHS, dünyanın kuzeyinden, güneyinden, doğusundan ve batısından sakat bireylerin katılımıyla, onları temsil eden ağlardan ve şemsiye örgütlerden temsilcilerin katkısıyla ortaya çıkan uluslararası bir uzlaşıdır. Bu uzlaşı daha önce ortaya konan insan hakları metinlerine dayanıyor. 

Neden sakat bireylerin haklarının altını çizmek zorundayız, neden insan hakları yeterli değil? Tıpkı bir hastanenin psikiyatri kliniğine yatmak zorunda kalmış Krikor Hagopyan’ın deneyimlediği gibi, kimi hak ihlalleri insan olmaktan kaynaklanmıyor; özellikle sakat olmaktan kaynaklanıyor. Bu durumu tespit etmek, farklı olan insanların da herkesle eşit olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor. 

Sakatlık kavramı doğası gereği karmaşık, dinamik ve çok katmanlıdır. Dolayısıyla sakatlık tartışılır bir kavram. EHS’ye göre, ‘uzun dönemli fiziksel, ruhsal, zihinsel veya duyusal rahatsızlığı/fonksiyon kaybı bulunan bireyler bu özellikleri türlü biçimde ENGELLE etkileştiğinde, herkesle eşit şekilde topluma tam ve etkin olarak katılamayabilir,’ (EHS, Madde 1). EHS, sakatlığın ‘gelişen’ yanına vurgu yapar, onun değişen veya şekil değiştiren gerçeğine odaklanır. Böyle olunca yeti kaybı veya farklılıkları nedeniyle engellerle karşılaşan bireyin yaşamak istediği hayatı anlamak önem kazanıyor. Bir önceki cümlede geçen engellerin kaldırılması, her bir bireyin kapasitesine saygı duymak, onların yer alabilecekleri, katkı sunabilecekleri sistemler kurmak gerekiyor. EHS, böyle sistemlerin nasıl kurulabileceğine dair imzacı devletlere rehberlik eder. Bu açıdan EHS, bir insan hakları aracı olduğu kadar, kapsayıcı kalkınma için kullanılması yerinde bir araç olarak da karşımıza çıkar.

Büyük ihtimalle Krikor Hagopyan duygu durum bozukluğu içindeydi. Belki kendi isteğiyle hastaneye gitti, belki başkalarının onda gördüğü değişiklikler nedeniyle hastaneye götürüldü. Bilebildiğimiz, bir noktadan sonra hastanede kalmak istemiyor olduğu. İnsan hakları açısından sorun bu noktada başlıyor. 

EHS’nin sakatlık tanımı içinde yer aldığımızı düşünelim. Bu, fiziksel veya bilişsel farklılığımız nedeniyle olabilir. Bu tanım içinde yer aldığımız için hayatımızı nasıl yaşayacağımıza dair kararları verme hakkından mahrum bırakılmamız mümkün. Söz ettiğim kararlar, sabah kahvaltıda ne yiyeceğimizle de ilgili olabilir, hangi şehirde yaşayıp kiminle evleneceğimizi seçmekle de. Bir yetişkin olarak hayatımızı nasıl yaşayacağımızı başkaları, hatta hiç tanımadığımız, bizi hiç bilmeyen kişiler belirlemeye başlayabilir. Kararlarımız, dilek ve hayallerimiz, tercihlerimiz dikkate alınmaksızın soluk alıp vermeye başlayabiliriz. Tıpkı artık hastane odasında yaşamak istemeyen Krikor Hagopyan gibi. İnsan olarak doğmakla elde ettiğimiz haklar ve bu hakları kullanma özgürlüğümüzden mahrum bırakılabiliriz. 

EHS bir bütün olarak ve özellikle 12. Maddesi ile bu olasılığın bir hak ihlali olduğunu tescilliyor. Bireyin kendi iradesine dayanmayan kararlarla yapılan kontratların hak ihlali olduğunu söylüyor. Sakat bireyler de herkes gibi hayatlarına dair özgürce karar alabilirler. Almalılar. 

Sakat bireyler, özellikle Krikor Hagopyan gibi bilişsel farklılık gösterenler, hayatlarına dair karar alırken desteğe ihtiyaç duyabilir. Güvendikleri kişiler veya sitemler ile, çeşitli yöntemler ile desteklenen sakat birey, herkes gibi bağımsız bir hayat sürebilir. EHS 12. Madde, taraf devletleri söz edilen destek mekanizmalarını hayata geçirmeye davet ediyor. İdeal bir dünyada, sözü edilen destek mekanizmalarının kişiye özel olması bekleniyor. Hepimiz biriciğiz. İhtiyaç duyduklarımız ve sorunlarımızın çözümleri de öyle.

İnsan hayatla başa çıkmakta zorlanabilir. Bu, özellikle Covid 19 salgınıyla hepten hatırladığımız bir gerçek. Herhangi bir durumla başa çıkamamak çok tanıdık, bildik bir duygu, öyle değil mi? İnsan zorlanır, yanlış kararlar alır, tökezler. En önemlisi tüm bu süreçte kolayca ulaşabileceği desteğe/desteklere sahip olması. Can simidine ihtiyaç duyduğunda ona ulaşabilmesi. Yoksa, zorla bir yere kapatılması, ona iyi geleceği düşünülen şeylerin dayatılması çözüm değil. Krikor Hagopyan’ın hikayesinde olduğu gibi bu zorlamalar ruhen ve/veya fiziken kaybolmak, yitip gitmek anlamına gelebilir. 

Akademisyen Francis J. Ambrosio’nun altını çizdiği gibi, vaat edilen cennetler -bizim örneğimizde bize danışılmadan iyi, güzel olduğu kabulünden yola çıkarak bize dayatılan her şey- hediyedir. Ve hediyeyi kabul ettiğimiz zaman onu bize armağan edene bağımlı kalırız. Bağımsızlığımız elden gider. 

Tiyatro sanatçılarından söz ediyoruz, o zaman Bertolt Brecht’i hatırlayalım. O sormuştu: İnsan neyle yaşar?  İnsan, onuruna yaraşır bir hayat sürerken topluma aktif olarak katılmakla yaşar. Yasa önünde eşit olduğunda yaşar. Bireysel özgürlük alanlarını çoğalttığında ve büyüttüğünde, kendisini gerçekleştirdiğinde ve geliştirdiğinde yaşar. EHS, sakat bireyler için böyle bir dünyayı garanti etmeye çalışıyor.  

Her şey insan onuruyla başlıyor. Hepimiz eşitiz, bu gerçeği sürekli ve yeniden hatırlamalı. Farklılıklarımız onurlu bir hayata sahip olmamızın önünde engel olmamalı. EHS, sakat bireyin onurunu, kendi seçimlerini yapma özgürlüğü dahil olmak üzere bireysel özerkliğini önemser."

Sevgili Didem, engelli hakları sözleşmesi üzerinden durumu çok güzel ifade etmiş. Bir kere daha bağımsız izleme yapmanın ve raporlaştırmanın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Türkiye’de zihin ve ruh sağlığı alanında hak temelli bir yaklaşımı yerleştirebilmek amacı ile çok fazla çalışma yapılmıyor. “Depo” olarak tanımlayabileceğimiz bu kapalı kurumlarda ağır hak ihlalleri yaşanıyor ve bu durum ana akım medyada yer alamıyor. 

Ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tedavi görenler sabah 6’da kaldırılıp bütün gün kapalı ortamda, çoğu kez de koridorlarda hiçbir şey yapmadan, televizyon izleyerek zaman geçirmek zorunda bırakılıyor. Hastalardan beklenen sadece düzeni bozmadan, sessiz sakin durmaları. Bu durum ciddi bir içe kapanma ve sosyal becerilerde gerilemeye yol açıyor. Yaptığım ziyaretlerde hastaların çoğu ‘biz hastayız ama yatalak değiliz ki’ serzenişinde bulunmuşlardı.

Hastanelerde psikiyatri kullanıcıları ile hizmet veren arasındaki ilişkinin hiyerarşik ve baskıcı bir niteliği var. Özellikle denetimin olmadığı ortamlarda, geceleri ve hafta sonları hastaların hizmetliler tarafından aşırı baskıya maruz bırakıldıkları ve psikiyatri hastanelerinde yaşanan kötü muamelenin önemli bir kısmının sorumlusunun genellikle hizmetli personel olduğuna dair tespitler geçmiş raporlarda sıkça yer alıyor.

Üstelik ‘Engelli Bireyler: Kurumlara Kapatılmak’ konusunda elimizde yeterince bilgi ve deneyim var. (4)

Çok uzun süren bir sessizlik bu. Krikor Hagopyan’ın sesi duyulmalı, hiç kimse olmak istemediği bir yerde tutulmamalıydı. 

İzole edilmek ve destekten mahrum bırakılmak, temel insan hakları sorunlarından biri olmaya devam ediyor. İnsanca Yaşam İçin (İYİ) Sosyal Kooperatif Girişimi olarak, Türkiye'de akran desteğine dayalı bir iyileşme ve bağımsız yaşam merkezi açmak girişimleri var. (İYİLEŞMEK İÇİN) İYİ BİR YER projesi ile ilgili yazımı önümüzdeki hafta mutlaka okumanızı ve bu çalışmaya katkıda bulunmanızı isterim. 

1) https://hrantdink.org/tr/bolis/faaliyetler/projeler/kultur-sanat/2864-kulis-bir-tiyatro-bellegi-hagop-ayvaz-sergisi-15-aralik-itibariyle-ziyarete-acildi 

2) https://www.arasyayincilik.com/urun/sahne-arkadaslarim/ 

3) https://www.stgm.org.tr/sites/default/files/2020-09/engelliligi-kapsayici-kalkinma_-neden-soz-ediyoruz.pdf 

4) https://www.esithaklar.org/wp-content/uploads/2020/07/EDF_Equinet_Ceviri.pdf 

*İnsan Hakları Çalışanı