Engin Turgut: Mekânı aşk olan şiirler
Aşkın mekânı var mıdır yok mudur tartışmaya açık bir konu. Ancak Engin Turgut'un kaleme aldığı “Tayf” mekânı aşk olan şiirler toplamı. Şiir okurlarına önerimiz, es geçmeyiniz…
İlk kitabı 1987’de yayımlanan “Kışkırtıcı Erguvan”la dikkati çeken Engin Turgut, 2018 biterken şiir okurunu yeni kitabıyla selamladı. Turgut’un son dönem şiirlerini bir araya getiren ve “Tayf” adını taşıyan yeni kitabı, Artshop etiketiyle yayımlandı. “Tayf”, seksenli yıllardan itibaren şiirleri birçok dergide yer alan Engin Turgut’un on üçüncü kitabı. Zaman içinde geniş bir okur çevresi oluşturan şairin daha önce yayımlanan kitapları şunlar: “Kışkırtıcı Erguvan” (1987), “Küs” (1993), “Bayan Elma” (1997), “Aşk Canım Benim” (1998), “Aşkın Kırkbir Hali” (1999), “Mucize Tozları” (2002), “Mahcup” (2006), 57 Model Chevrolet ya da Küçük Caz Şarkıları” 2007, “Suyun Rüyası” 2008, “Esrik” 2009, “Mest” 2011, “Rengâengin” 2016.
Engin Turgut’un, adı gibi bir ışık huzmesi halindeki şiirlerden oluşan kitabı “Tayf”la ilgili Turgay Kantürk, sosyal medya hesabından “Bilinç Yakışı” başlıklı notunda şunları yazdı: “Engin Turgut’un şiirleri defterlerine benzer. Yaz, çiz, boya, kes, yapıştır, kirlet. Ne yaparsan yap ama iz bırak kendinden, bir şey haykır ya da bir şey sus. Böyledir Engin’in engin defterleri. Rengin tüm çeşitliliği sızar o defterlerden. Engin Turgut’un şiirleri defterlerine benzer. Başlar dizeler, hızlanır, hazlanır, durur, başa döner, boşa döner, hoşa döner. Koşa koşa terleyen bir çocuğa döner, sakalına kar yağmış bir mecnuna döner, döverse kendini döver, dizini döver, sizini döver. Aşkın izini sürer, sözcük taşlarını izleyerek şiire sızar, içinize sızar, hiçinize sızar. Engin Turgut’un şiirleri defterlerine benzer. Başı, sonu, ortası yoktur. Hüznü, hazanı çoktur.
Bilinç gibi akar, bilincinizi yakar. Yeni kitabı Tayf çıktı… Okumazsanız çok üzülür… Okuyun… Beraber yaşlandığımız bu kocaman çocuğu üzmeyin… Karşınızda beni bulursunuz…”
Ne yazık ki artık inceliklerin yaşamda, yaşam tarzlarında yer bulamadığı bir çağdayız. İncelikli ve incinmiş diliyle “İlkyaz” başlıklı şiirinde Gülten Akın’ın da söylediği gibi:
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
İNCELİKLER BİR KARŞILIKTIR
Oysa incelikler umut kaynağıdır. İnceliğin olmadığı yerde yaşamın da, insan ilişkilerinin de iyileşeceğine ilişkin kaynak kurumuş, dayanak yıkılmıştır. İncelik, incelikler bir karşılıktır. İnsanın, insan ilişkilerinin yaşamdan, zamandan, dünyadan aldığı yaraların iyileşeceğine dair umut veren bir karşılık. İncelik, adı üstünde kırılmaya, hırpalanmaya, yıkılmaya, açık bir haldir. Ama inceliğin şimdiye kadar kimseyi incittiği görülmemiştir. Yaralaması ise zaten mümkün değildir.
Kitabın arka kapağında yer alan yazısında Hilmi Yavuz okura şu ifadelerle sesleniyor: ”Ey okur! Aşkların bile sıradanlaştığı bu günlerde yaşayan okur! Dinle! Sevgilisine ‘balını saklamayan dudakların benim anadilim oluyor’ diyen bir şairin şiirleri var bu kitapta: ‘Tayf’!
‘Tayf’ biraz hayat memat defterinden dökülen harflerdir; bu harfleri ‘beyaz kağıtlara emziren ince ruhlu kalem’ ise Engin Turgut!
Sevgilisine ‘dudakların anadilim’, ‘gözlerin yurdumdu’ diyen şair, bu kez de kendi kalbini anlatıyor: ‘Bir semahtır kalbim / döne döne kuş olur.’
Engin Turgut'un ‘Tayf’ı bademli çikolata seven, ‘babasının hırkası altında hep çocuk kalan’ ve ‘akşamsefası’ sevgilisine ‘beni şiirler misin’? diyen bir şairin kitabı… ‘Tayf’ son yıllarda okuduğum en güzel aşk şiirleri…”
Not etmek ve üstüne düşünmek gerekir. Önceki kuşaktan bir şair kendisinden sonraki kuşaktan bir şairle, şiirleriyle, kitabıyla ilgili beğenisini ve takdirini dile getirdiği yazısında son derece dikkat çekici ifadelerle sesleniyor okura.
Şiir bazı şairlerin kaderi bazı şairlerin kederidir. Engin Turgut’ta ise sanki ikisi birden hem kader hem keder gibidir. Kitabın daha ilk şiirinde fark ediyorsunuz bunu. “An” başlıklı şiiri okuyalım:
bir ovayı taşıyıp
sana getirmiştim.
kristal bir vazo gibi
parçalandım.
kuğu kuşu ve düş
kırıklığı ne ki?
bir ağaç devrildi
bir şangırtı koptu.
al ölmüş!
ZARAFETİN, JESTLERİN ŞAİRİ
Engin Turgut inceliğin, nezaketin, zarafetin, jestlerin şairi. Jestlerin ölümüne şiirleriyle direnen bir şair. O inceliğin diliyle şair. İnce ince, inci dizer gibi diziyor imgelerini dizelerde. Önceki kitapları ve diğer bütün şiirleri gibi “Tayf” da bir incelikler kitabı olarak okunabilir. “Kavuşmanın İnceliği” başlıklı şiirden bir bölüm:
geleceksin diye, odamı temizledim, gereksiz
her şeyi attım, kullanılmayan bir eşya
gibiydim, yanlışlık yok, tutup kendimi de attım
geleceksin diye, sana portakallı kek
yaptım, yanında hep dersin ya; memur içkisidir
ah kaçak çay, seyhan erözçelik şiirleri demledim.
geleceksin diye pahalı bir rüyadan vazgeçtim
tuttum sana çelikten paslanmaz bir yüzük aldım.
geleceksin diye, ıssız kavun kokusu ormandım
göldeki bir kuğuya yazdığım şiirlerimi okudum
annem ve babam öldü çoktan, annemi çok sevdim
bir de seni çok sevdim, kalbinden şelale akıyordu.
dünya halklarının anadiliyle kibirsiz uçarak sevdim
düşünsene senin stefan okudum, castro sevindim.
yüzüm gülüşüne sarkardı, içlenirdik aynı şarkıyla
değişmeyen bir bakışla gülümserdin, içim şakırdı.
gülümsemenin içinden bir bahçe daha çıkardı
Sözcükleri dalgalıdır onun; dizelerde oluşan ışık oyunları renk cümbüşüyle sarma sarmaşıktır; rüyalarla birlikte içine işler şiirin. “Güneşin Gölgesi” başlıklı şiirinden birkaç dize aktaralım:
aynaların içi yalnızlık kokardı, güneşin gölgesi
bir seccade gibi uzanırdı, kelimelerim ipinceydi
ve dokunsanız kopacaktı sanki, ben engin turgut
karlara gömülmüş bir yaz sabahıydım.
Engin Turgut’un şiirlerinden sağaltılmış çıkarsınız. Yere düşmeden, ayağınız takılmadan, incinmeden, kırılmadan ama bulanıp durularak, çıkarsınız. Şiirlerini okurken içiniz yokuş aşağı inen bisiklette gibi olur. Fren aklınıza bile gelmez; duygularınız, düşünceleriniz, duyarlılığınız hızlanır ama kaygılanmazsınız. Durmak için yavaşlarken de değil düşmek yalpalamazsınız bile. Ebru dalgaları, ışık oyunları tutar elinizden… Alıntılanan şu bölüm “Orada” başlıklı şiirden
bak samanyolu
seni seyrediyor
içimdeki sinema.
şarap vaktidir
üzüm komşumsun
sudaki damlaya
iyiliğin sevinci
en derin makam
gölgedeki sırlara.
toprak ve çimen
sevgilimsin inceliğe
bak orada ayna.
gönül kubbesine
gittimdi geldimdi
tenim aktıydı
tüm zamanlara.
Yazmayı da, okumayı da bir yürüme biçimi olarak düşünebiliriz. Yürüyüş her zaman belli bir menzile, hedefe doğru olmayabilir. Bazen bizzat yürümek bir menzil, hedef, amaçtır. Öyleyse şiir için de bir yürüyüş diyebiliriz. Şiirle ister okur olarak, ister şair olarak bağ kurulmuş olsun… O ilişkiyi de yürüyüşe benzetmek mümkün. Engin Turgut’un “Tayf”ta yer alan şiirleri için de yürüyüş benzetmesi yapabiliriz. Hem içe doğru salınan hem de dışa yönelen bir yürüyüş… David le Breton “Yürüyüşe Övgü” kitabında yürümeyi, “dünyaya açılmak” olarak tanımlıyor. Engin Turgut da kendini dünyaya açmak için yazıyor. “Tayf”ta yer alan şiirlerden biri “Seninle Yürümek” başlığını taşıyor. Şiir aynı zamanda bir yürüyüşle gerçekleşen şairin “büyük kamaşması”nı da dile getirmesiyle dikkat çekiyor. “Seninle Yürümek”ten bir bölüm okuyalım:
bu gün seninle yürüdüm, seninle yürümek
ağaç olan dallarına tutunmak mevsimiydi.
bu gün seninle yürüdüm, seninle yürümek
saçlarını koklamak ellerinden öpmekti.
bu gün seninle yürüdüm, seninle yürümek
duymayan bir kulağımda nefes olmanın kalbiydi.
bu gün seninle yürüdüm, seninle yürümek
bulutlar meleğine taşınmanın derin harmonisiydi.
bu gün seninle yürüdüm, seninle yürümek
iyiliğe talip bir yolcu olmanın kerem haliydi.
BİÇİMLERDEN ÖZGÜRCE YARARLANIYOR
Engin Turgut, biçim kaygısı en az olan şairlerden. Dize, beyit, betik, kıta, hatta mensur şiir (düzyazı şiir) tekniklerinden özgürce, kısıtsız, sınırsız bir özgüvenle yararlanıyor. Önceki kitaplarındaki şiirlerinde olduğu gibi “Tayf”ta da biçimle ilgili bu tavrını sürdürüyor. “Güz Masalı” başlıklı şiirden bir bölüm:
içimdeki sokak pas tuttu, denizdeki martı çürüdü
kim sapladı sırtıma hançeri bu kadar düzgün?
beyaz kâğıtları emziren ince ruhlu bir kalemdim
hazırlan, haziran geliyor, yangındır o dağın ardı.
Bazen şiire de boş verip doğrudan kalbinin içinde olanı dile getiriyor Engin Turgut. Ya da tam da bunun için, kendini dünyaya “adsız bir çiçek” olarak sunmak için şiire boş veriyor. Her ne olursa olsun, kalbiyle dili arasındaki mesafe bir hayli kısa bir şair o. Alıntılanan bölüm “Hayat Memat Defteri” başlıklı şiirden:
irfan tohumları da serptim insanlık geri
gelsin diyedir, sonra toprağı suyla
sevindirdim, balkonum küçük
bir muhabbet bahçesine dönüşsün
istedim, bahçe kamaşmasının görenlere
bal olmasını diledim, gün güneş
Günümüzün az sayıda İstanbullu şairlerinden biri de odur. İstanbullu şairden kasıt İstanbullu duyarlılığı olandır. İstanbul duyarlılığından maksatsa İstanbul beyefendisi tabiriyle dile getirilen nezaket, zarafet ve duyarlılık gibi insanı insan eden meziyetler…. Öte yandan İstanbul iki yakalıdır, ama Engin Turgut’un şiirlerinde “yaka” yoktur. Eğilip bir gül koklasa yakasına değil kalbine takar onu. Engin Turgut’un İstanbul’u aslında Kadıköy’dür; yalnızca Kadıköy. Daha fazlasını merak edenlere önerimiz, küçük bir bölüm alıntıladığımız “Metro Günlerinde Aşk Şiiri”nin tamamını okumaları olacak.
ayrılık çeşmesi:
bir rüyanın cesedi uyumuştu şuramda, suyun dansına kanmıştım
Engin Turgut, bir kez daha lirik sözün, lirik sesin, lirik şiirin hakkını veren bir şair olarak çıkıyor okurun karşısına. “Sesinle” başlıklı şiirden bir bölüm paylaşalım:
esmer
madlen
sanki lili marlen
bilmez misin?
mersin şehrinde
her palmiye ağacı
göstere göstere
yeşili yaşatıyordu
çocukluğunu
düşlerini
gençliğini
kadınlığını
çok sevdim
Şiir elbette saf bir bilgi kaynağı değildir, ama bundan şiir hiçbir bilgi içermez sonucu çıkmaz. Bazı şiirler sunduğu bilgilerle de dikkat çeker, etkileyici olur. Şiirin sunduğu bilgilere aşina olsak da araya giren şairin dili bildiklerimize bir başka nitelik, yeni bir boyut kazandırır. Çağların, dönemlerin, mekânların kendine has duyguları, düşünceleri, duyarlılıkları olduğu gibi bir de sesi vardır. O sesi en güçlü biçimde duyuranlardan biridir şiir. Şiir yoluyla o bilgiyi de alırız. Aslında çağa, zamana, mekana bağlı oluşan iki ses vardır. Muktedirin ve mazlumun sesi diyebiliriz buna. Örneğin seksenler dediğimiz darbe yılları, Kenan Evren’in sesiyle başlamıştı. Muktedirin sesi yükseldiğinde mazlumun sesi kısılır, kısılıyor. Nitekim o dönem mazlumun sesi, ancak bir fısıltı olarak çıkıyordu. İstanbul’un altmışlardaki sesiyle yetmişlerdeki sesi aynı değildir. Tıpkı seksenlerdeki sesiyle doksanlardaki ya da yeni binyılın onlu yıllarında ortaya çıkan sesle aynı olmaması gibi.
Engin Turgut’un şiirlerindeki sesten, büyük ölçüde şairin çocukluk döneminin İstanbulu, ama elbette ki daha çok Kadıköy yansıyor. “Bir zamanların” Kadıköy inceliklerini, duyarlılıklarını, duygularını, düşüncelerini aksettiren bir ayna adeta. Ses bazen başlı başına bir imgeye dönüşebiliyor. Engin şiirlerinde ses duygu, düşünce, duyarlılık, mekân olarak artık hayatımızdan kaybolup gitmiş çok şeyin bilgisini de imliyor. Onun gibi söylersek “aşk makamına edep üslubu”na sadık bir şair Engin Turgut. “Dem” şiirinden bir bölüm:
gözlerimden bembeyaz, tarçın kokulu
bir kuğunun rüyası akıyor. “dünyadasın
bunun tedavisi yok” dememiş miydim?
Engin Turgut, “küçük seslerle” konuştuğu gibi “küçük harflerle” de yazan bir şair. “Küçüklüğün” onun şiirinde sevgide olduğu gibi öfkede de nezakete bağlı kalmak anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Seksen kuşağından sayılan şairi ayırt eden bir özelliği de şiirlerini her anlamda “küçük harfle” yazmasıdır diyebiliriz. “Saklı Su” başlıklı şiirinden iki dize:
içimde saklı bir bahçe olmuşsun
susadıkça sana bükülen bir yaprak
oluyorum…
Kitap, başlıklar kaldırılarak tek bir şiir gibi de okunabilirmiş izlenimi edindiğimizi belirtelim. Bunu dikkate alırsak “Tayf” için tek şiirden oluşan bir kitap da diyebiliriz. Ancak nasıl okunursa okunsun; “Tayf”ı, özetleyerek söylersek mekânı aşk olan şiirler oluşturuyor diyebiliriz. “Eylül Kalbimin Alınyazısı” başlıklı şiirden bir betik:
iyilik dolu kalbin pencereden
dışarı sarktı, koyun koyuna dağlar
tenha idi, beni aldın masal
gecelerinin şifalı otlarla serptin
hiç ama hiç gül rengi düşlerine
sarılamamış, zaman sevmez
kumu saatlerine yüz vermezdim
çok çocuk bir kurabiyesin
dudakların dudaklarımda dağılırdı
geldin adını öğrettin bana
Aşkın mekânı var mıdır yok mudur tartışmaya açık bir konu. Ancak daha önce de söylediğimiz gibi “Tayf” mekânı aşk olan şiirler toplamı. Şiir okurlarına önerimiz, es geçmeyiniz…