Bu yazıyı yazdığımda Kahramanmaraş depremi henüz yaşanmamıştı. Açıkçası tüm Türkiye’nin depreme kilitlendiği bu dönemde, yeni bir yazı yazabilirdim ama defalarca deprem yaşamasına rağmen enkazlardan tekrar tekrar doğan şehri anlattığım yazıyı aynen sizlere sunmak istedim. Kimisine göre “24 ayar” insanların yaşadığı kimilerinin ise de “Erzinköy”, “Erzindan”, “Erzulüm” gibi isimler taktığı şehre gidiyoruz; Erzincan’a...
Türkiye’nin en iyi sitcom yani durum komedilerinden Tatlı Hayat (2001) dizisini hatırlayanınız var mı? Hani Sevinç (Türkan Şoray) ile İhsan’ın (Haluk Bilginer) sınıf atlayarak gecekondudan lüks bir eve taşınmasıyla başlayan ve ağırlıklı olarak komşularıyla yaşadıkları komik diyalogların olduğu dizi... İşte bu komşulardan biri de İrfan Bey’di. Tam bir kitap kurdu ve son derece entelektüel İrfan Bey, her ne kadar İhsan Bey “uzaylı” olduğunu iddia etse de Erzincanlıydı ve tam dokuz dil biliyordu. Burada küçük bir parantez açalım; Roma hâkimiyetindeki dönemde Erzincan’da yaşayan bölge halkı, ilgili bazı kaynaklara göre yirmi iki, bazı kaynaklara göre de yirmi beş dil konuşan, entelektüel, ticareti iyi bilen insanlardan oluşuyordu. Diziyi Türkiye’ye uyarlayanlar, bu bilgiye göre mi İrfan Bey’i Erzincanlı yapmıştı bilemiyorum ama dizi boyunca Erzincan’a dair birçok gönderme olduğunu hatırlıyorum. Bir örnek vermek gerekirse: “Canlılar ikiye ayrılır: 1- Normal canlılar 2- Erzincanlılar”.
ERZİNKÖY, ERZİNDAN, ERZULÜM
Plakasından dolayı buralı olanların kendisini “24 ayar” gördüğü Erzincan’ı dışarıdan taşınan memurlar ise “doğusundan gelişmiş, batısından geri kalmış” bir il olarak nitelendiriyor. İsmiyle ilgili de iyi ya da kötü, epey espri yapılmış. Gidip de beğenmeyeni “Erzinköy” demiş, seveni de isminin nereden geldiği ile ilgili “Er: Er kişi, Zin: Zinde kişi, Can: Candan kişi” şeklinde açıklamalar yapmış. 3. Ordu Komutanlığı’na askere gidenler de erlere “zindan” ya da “zulüm eden yer” olduğu göndermesiyle “Erzindan”, “Erzulüm” gibi yakıştırmalarda bulunmuşlar. Kim bilir; belki de şehri çevreleyen dağlara baktıkça kendilerini burada “zindan”da hissetmiş ya da rütbeli asker yoğunluğundan askerliği “zulüm” olarak görmüşlerdir. 3. Ordu’nun gerçekten şehirde büyük bir ağırlığı; ticaretine ve kültürüne yansıması var. En meşhur caddelerinden birinin adı da zaten “Ordu Caddesi”. Dile kolay şehirde seksen bin askerin dolaştığını düşünün. Kent merkezinin nüfusu bu sayının iki katı bile değil. Aklıma Bilecik’teyken hafta sonları eve hapsolduğumuz günler geldi. Şehir askerler yüzünden yeşile bürünür ve sadece benim ailem değil, her aile kız çocuklarının dışarı çıkmasına asla izin vermezdi. Kaldı ki Bilecik’teki asker sayısı, Erzincan’dakinden çok daha azdı. Bu nedenle Erzincan’da da kız çocuklarının kaderi pek farklı değil. (Bu arada yine konuyu dağıtacak bir şeyi merak etmeden duramadım; Erzincan’ın nüfusu, Bilecik’ten dokuz bin fazlaymış. Bu bilgi, bir gün işinize yarar mı, bilmiyorum.)
Her ne kadar askerler ya da memurlar şehre çeşitli isimler taksa da Erzincan, “Bir gelen ağlar, bir giden ağlar” dedikleri yerlerden. Hatta gitmek zorunda kalanların şöyle bir manisi bile var:
“Maydanoz ot değil mi Yaprağı dört değil mi Erzincan’dan ayrılmak Bizlere dert değil mi”
Peki, “Erzincan’a girdim ne güzel bağlar / Erzurum’a vardım dumanlı dağlar” diye bir türkü duydunuz mu? Genelde de bu iki il ya aynı yermiş gibi algılanıyor ya da birbirine karıştırılıyor. Ama Erzincanlılar, bu durumdan hiç hoşlanmıyor, benden söylemesi.
ERZİNCAN NEYE BENZER?
“Çil ördek kaza benzer Erzincan yaza benzer Senin o dudakların Taze kiraza benzer”
Bu maniyi boşuna bu sözlerle yazmamışlar. Erzincan, gerçekten de etrafındaki komşularına göre yaza benziyor. Komşuları Tunceli, Bingöl, Elazığ, Malatya, Erzurum ve Bayburt soğuktan donarken Erzincan’da güneşli hava görmek sürpriz değil. 1.185 metre rakımda, dağlarla çevrili, geniş bir ova düşünün... Fırat Nehri’nin kıyısındaki bu şehri yöre halkı “etrafı dağlık, ortası bağlık” diye özetliyor.
Türkiye’nin birçok yerinde askerlerin dağlara yazdığı yazıları, yaptığı resimleri görmüşsünüzdür ama 176 metre boyundaki dev Atatürk portresini Erzincan’daki Keşiş Dağları’ndan başka bir yerde görme şansınız yok. 1982’de burada askerlik yapan ressam Mustafa Aydemir, tam üç bin askerle, 7.500 metrekare alana, 600 ton taş, 210 ton harç ve 200 ton boya kullanarak yapmış bu portreyi.
ÜNİVERSİTE DE ŞEHRİ CANLANDIRMIŞ
2006 yılında kurulan, yıllar içinde birçok bölümü açılan, yirmi beş binin üzerinde öğrencinin kayıtlı olduğu ve adı sonradan “Erzincan Binali Yıldırım” şeklinde değiştirilen Erzincan Üniversitesi de ordudan sonra şehrin kültürünü ve ekonomisini etkileyen, şehre canlılık katan faktörlerin başında geliyor. Erzincan’da gezerken mini kot etekli ve çarşaflı kadınları, aynı karede görmeniz mümkün. Hatta ramazan aylarında dışarıda sigara içmek ya da yemek yemek, dayak sebebi değil diyeceğim ama başınıza bir şey gelirse de beni suçlamayın. Sonuçta burası Türkiye! Ne olacağı belli olmaz.
ÇAY OCAKLARI, ANONSLARI, KARGALARI
Bugüne kadar anlattığımız illerin aksine içkili mekânları da var ama Erzincan’ın en meşhur mekânları çay ocakları. Siz “dur” diyene kadar önünüze çay konulan bu mekânlarda yan masaya kulağınızı kabartırsanız siyasetten futbola, borsadan seyahate kadar sohbet konularının da ne kadar çeşitli olduğunu fark edersiniz. Eğer hayatınız boyunca büyük şehirden başka bir yer görmediyseniz arada belediye tarafından elektrik direklerine asılan hoparlörlerden ölüm, cenaze, ihale anonsu yapıldığını duyarsanız şaşırmayın. Bu Türkiye’nin küçük illerinin ortak gerçekliğidir.
Ha bir de kargaları meşhur bu şehrin. Özellikle kış aylarında sayıları iki katına çıkan kargaların neden Erzincan’ı mesken tuttuğuna dair, bir sürü iddia var ama ben size aktaracağım kadar bilimsel bir sebebe rastlamadım. Bilenler, beni de aydınlatırsa sevinirim.
YENİDEN, YENİDEN KURULAN ŞEHİR
Hani yabancı filmlerde, özellikle de Amerikan filmlerinde görmüşsünüzdür; şehirler, caddeler, sokaklar cetvelle çizilmiş gibidir. İşte Erzincan’da böyle bir yer. Geniş bulvarları, bu bulvarları dik kesen caddeleri ve sokakları, geniş meydanları, dört katı geçmeyen binaları size şaşırtıcı gelebilir. Bunun sebebi, maalesef şehrin yaşadığı ağır depremler. Tarihî belgelere göre Erzincan, son bin yılda on bir kez tümüyle yıkıma uğramış. Özellikle 1939 yılındaki deprem, taş üstünde taş bırakmamış. Yüzey dalgası büyüklüğü 7,9, richter ölçeğine göre büyüklüğü 7,2 olan deprem sonucunda, toplam 32.962 kişi hayatını kaybetmiş, yaklaşık 100.000 kişi yaralanmış, 116.720 bina yıkılmış. Kalanların hemen hepsi bir yakınını, akrabasını, arkadaşını kaybetmiş bu depremde. Tabii depremler, şehrin yerinin değiştirilmesine ve yeniden inşasına; tarihî eserlerin çoğunun harap olmasına, ayakta kalabilenlerin ise büyük hasar görmesine sebep olmuş. Bu vesileyle şehrin saat kulesinin tarihî olduğunu düşünenleri uyarayım: 1939 depreminde yıkılan saat kulesinin yerine 2011 yılında yenisi yapılmış.
Bu arada depremden daha büyük facialara yol açmasından korkulan bir de siyanürlü altın arama belası var bu şehrin başında. Çevre örgütleri ile şehrin duyarlı kesimi, zehirli atıkların toprağı, suyu ve havayı zehirleyeceğinden; siyanür atık havuzlarındaki sızıntılardan; çevredeki hayvan ölümlerinden o kadar korkuyor ki Çernobil gibi büyük bir facianın Erzincan’da yaşanmaması için sürekli çağrılarda bulunuyor.
ALTINTEPE
“Beni duysan uzaktan olur o zaman Bi’ de kalksan o toprağın altından Bi’ de gezsek dört yolu el ele olur o zaman ah Bizi seyretse Altıntepe’den tüm Erzincan”
Refahiye doğumlu şarkıcı Oğuzhan Koç’un şarkı sözleri bunlar... Peki, neresi bu Altıntepe? Şehir merkezine on beş kilometre uzaklıktaki, günümüze kadar ulaşabilmiş en sağlam Urartu şehirlerinden Altıntepe, ilk kez 1938, daha sonra da 1956 yıllarında iki mezarın soyulmasıyla adını duyurdu.
1959 yılında yapılan bilimsel kazı ve araştırmalarda iç içe iki kale duvarı ile korunan tapınak, saray kompleksi, mezarlar, konutlar ve çok sayıda arkeolojik eserler ortaya çıkarılmış. Bu eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.
Ancak kazıların ardından Kültür Bakanlığı’na devredilen kale gerektiği gibi korunamamış; “Altıntepe” adından gelen cazibeyle ve çevrede oluşturulan masallarla definecilerin iştahını kabartmış, bilimsel kazılarda büyük bir kısmı korunmuş olarak ortaya çıkarılan kalıntılar yerle bir edilmiş.
ABRENK KİLİSESİ, MAMA HATUN KERVANSARAYI
Tercan ilçesi, Üçpınar köyü yakınlarındaki Vank Dağı’nın güneydoğusunda, çukurca bir alan içerisinde yer alan Abrenk Kilisesi’nin giriş kapısının üzerinde 1854 tarihi yazılı. Kilise ile birlikte bir şapel ve iki tane de dikili taş bulunuyor. Defineciler tarafından tahrip edilen kilise, günümüzde kaderine terk edilmiş durumda.
Tercan ilçesindeki bir diğer önemli yapı ise Mama Hatun Kervansarayı... Yapım kitabesi bulunmayan kervansarayın 13. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Girişin sağ ve solunda dikdörtgen planlı mekânlar sıralanıyor. Ortada üstü açık avlu, kuzey ve güneyinde yük hayvanları için uzun ahırlar ve bir dizi hücre bulunuyor.
Yakınındaki dilimli bir gövde ve külâha sahip olan kümbet, onu kuşatan yuvarlak çevre duvarı ile birlikte Anadolu’da başka örneğine rastlanmayan bir plan şeması ve mimari özelliğe sahip.
Kümbetle kervansaray arasındaki dikdörtgen planlı hamam, küçük ölçülerde ve orijinal özelliklerini oldukça yitirmiş durumda. Külliye içerisinde bulunan mescit ise, Birinci Dünya Savaşı’nda yıkılmış, daha sonra yerine bir cami inşa edilmiş.
KEMAH KALESİ, TÜRBELERİ
Çok eski bir yerleşim alanı olan Kemah ilçesindeki kale, tarihte birçok medeniyet görmüş ve önemli olaylara tanıklık etmiş. Özellikle kara savaşlarında önemli bir savunma alanı olan Kemah Kalesi, yaklaşık 8.000 metrekareyi kaplıyor ve 80 metre yüksekliğinde.
Ayrıca meraklıları 1071-1228’de yöreye egemen olan Mengücek Beyliği dönemine ait Sultan Melik Türbesi’ni, 1779-1848 yıllarında yaşamış ve asıl adı Muhammed Vehbi olan “Terzi Baba”nın türbesini, 1454’te inşa edilmiş Gülabibey Camii’ni gezebilir.
GİRLEVİK, EKŞİSU, OTLUKBELİ, KÖROĞLU
Şelale avcıları dikkat! Erzincan’ın en muhteşem yerlerinden Girlevik Şelalesi, şehir merkezine yaklaşık otuz beş kilometre mesafede. Yüksekliği yaklaşık otuz metre, üç katlı birçok koldan akan Girlevik Şelalesi’nin çevresi de gerçekten bir doğa şöleni gibi. Şelale, yazın piknikçileri kışın ise oluşan buz sarkıtlarıyla buz tırmanıcılarını ağırlıyor.
Şehir merkezine on bir kilometre uzaklıktaki, doğal maden suyunun çıktığı, geniş park alanlarının bulunduğu Ekşisu Mesire Alanı ile Otlukbeli ilçe merkezine altı kilometre uzaklıktaki, Doğal Sit Alanı ilan edilen, maden sulu Otlukbeli Gölü de Erzincan’ın gözde mesire alanlarından.
Köroğlu Mağarası ise Refahiye ilçesine bağlı Altköy mevkisinde. Taş merdivenlerle çıkılan mağaranın içinde kesilmiş taşlarla yapılan oturma bankları bulunuyor.
KEMALİYE, KARANLIK KANYON
Kemaliye ilçesi, aslında başlı başına bir yazının konusu olmayı hak ediyor. Hatta sadece evleri, taş yolu ya da burada yapılan herhangi bir sporla ilgili bile ayrı ayrı yazılar yazabilirim. Hatta Kemaliye’de yapılan via ferreta ile ilgili bir yazıyı daha önce yazmıştım.
Hemen her türlü doğa sporları aktiviteleri için elverişli parkurlara sahip Kemaliye’de bu etkinliklerin gerçekleştirildiği ana üs ise Karanlık Kanyon... Burası, Karasu Vadisi tabanına son derece dik bir biçimde inen ve yüksekliği yer yer 400 ile 500 metreye yaklaşan, birbirine paralel iki yakanın yaklaşık dokuz kilometre boyunca karşılıklı olarak ilerlediği muhteşem bir kapalı ekosistem. Kanyon içerisinde gerçekleştirilen en önemli aktivite, ekstrem sporlar içerisindeki en özgün dallardan biri olan ve base-jump olarak adlandırılan serbest atlayış biçimi.
Zorlu güzergâhlarıyla bisikletçisinden off-road’cuları ve motosiklet kullanıcılarına; dağcılarından kaya tırmanıcılarına; durgun su sporları yapanlarından microlight, paramotor ve yamaç paraşütü gibi havacılık aktiviteleriyle ilgilenenlere; tarihî ipek yolunda at safari, fotosafari ve daha pek çok etkinliğe katılmak isteyenlerden fotoğrafçılara, yürüyüşçülere ve kampçılara kadar herkes için bulunmaz bir cennet burası.
Doğa sporlarının merkezi Kemaliye olsa da aslında Erzincan’ın tamamı bunun için çok uygun bir il. Doğayı, outdoor ve ekstrem sporları deneyimlemeyi seviyorsanız Erzincan tam size göre.
Munzur sıra dağlarının eteklerinde bulunan, 3.256 metre yüksekliğindeki Ergan Dağı da yaklaşık on iki kilometre dikey uzunluğundaki kayak pisti ile kış turizminde önemli bir merkez hâline gelmiş durumda.
KARA HABER
Aslında Erzincan’la ilgili yazmak istediğim daha çok şey var ama okumaktan sıkılırsınız diye yazıyı burada bitiriyorum. Ama bitirirken de son sözü, 1939 Erzincan depremi üzerine yazdığı “Kara Haber” adlı şiiriyle Nâzım Hikmet’e bırakıyorum:
“Erzincan’da bir kuş var Kanadında gümüş yok Gitti yarim gelmedi gayrı bunda bir iş yok. Oy dağlar dağlar, dağlar, dağlar... Aldı ellerine kanlı başını Karın ortasında Erzincan ağlar... O ağlamasında kimler ağlasın
Kar yağar lapa lapa tipidir gelir geçer... Yan yana sırt üstü yatan ölüler akşam uyur tandıramaz ateşini yandıramaz
Gün ağarır şafak söker kimsecikler gitmez suya ezilmiş başlarıyla ölüler vardılar uyanılmaz uykuya
Ses edip geceye beyaz taşından kışlanın saati çaldı ikiyi. Ne çabuk lahzada bitti yaşamak Kimisi altı aylık, kimisi sakalı ak, kimi on üç, on dört yaşında; kimi yola gidecek kimisi mektup bekler yan yana sırt üstü yatan ölüler...
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi, akpeynir torbaya koyulamadı, hasret gitti ölüler dünyaya doyulamadı...
Uyanıp kaçamadılar, kuş olup uçamadılar açıldı kuyular kimse inemez Erzincan Beygiri rahvandır amma ölüler ata binemez yan yana sırt üstü yatan ölüler...
Kesemden verecek şeyim yok; yüreğimden verdim.”
NOT:Fotoğraflar Erzincan Belediyesi, Erzincan Valiliği, Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü, Kemaliye Kaymakamlığı ile Erzincan İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden alınmıştır.