Çocuğun, kendisini en güvende hissetmesi gereken evde, kendisini her türlü tehlikeden koruyacağına inanılan kişilerden gördüğü cinsel şiddet karşısında ne denli çaresiz olduğunu anlayabiliriz. Sosyolojik, kültürel, ekonomik, hukuki açılardan tonla engeli de bu iç engellerin üstüne bindirdiğimiz zaman cinsel şiddet türleri içinde mücadele edilmesi ve önlenmesi en zor alan oluşunun nedenleri ortaya çıkar.
Ensesti tabu olmaktan çıkarıp, konuşulur kılması bakımından
magazine çok şey borçluyuz belki. Diğer yandan cinsel şiddetin bu
denli önemli ve başa çıkması en zor biçimini, magazinel boyuta,
sansasyonel iddia ve çarpıtmalarla seviyesiz ağız dalaşına
hapsetmesi riski de var. Ensestin konuşulmaması kadar bağlamından
koparılıp magazin boyutunda konuşulması da şiddetle mücadeleyi
zorlaştıran etkenlerden.
Cinsel şiddet, şiddet türleri içerisinde mağdur açısından
şikayetle ilanı en zor olan. Uzun yıllar süren kadın mücadelesiyle
artık şikayeti ve cezalandırılması biraz daha mümkün olsa da cinsel
şiddetle uğraşan herkesin teslim ettiği gerçek şu ki bildiğimiz
sadece buz dağının görünen kısmı. Cinsel şiddet mağdurları hâlâ
suçlunun cezalandırılması için gereken ilk adım olan şikayeti
gerçekleştirmekte çok zorlanıyor. Topluma güvenmediğinden; yargıya
güvenmediğinden; böylesi bir saldırıyla onurunun çiğnendiğini
itiraf etmenin içsel zorluğundan; salt anlatarak bile aynı travmayı
ikinci defa yaşama endişesinden ve daha pek çok nedenden hâlâ
cinsel saldırı suçlarının pek azı yargıya intikal ediyor. Yargıya
intikal edenlerin de pek azı hak ettiği cezayı alıyor. Hal
böyleyken ensest gibi cinsel şiddet türleri arasında neredeyse
konuşulması bile tabu haline getirilmiş yakıcı bir konuda şikayetin
yani suçun ilanının ne denli zor olduğunu gelin bir düşünelim.
EVİ, ÇOCUĞUN SIĞINAĞI AMA...
Dört yaşında ensest mağduru bir kız
çocuğunun, anaokulunda, evinizin resmini çizin ödevi için yaptığı
resim
Ensest konusunda üzerinde uzlaşılmış tek bir tanım yok. Hukuk ve
psikolojinin tanımları farklı diyor, A. Ufuk Sezgin, Mor Çatı
Yayını, 1998 tarihli “Geleceğim Elimde” isimli kitabın ilgili
bölümünde. Bölüm adı "Aile içinde çocuğun cinsel tacizi: Ensest."
Ebeveyn figürü olarak anlaşılan baba, dede, amca-dayı, ağabey
tarafından cinsel saldığı gerçekleştirilen evlerde genellikle
fiziksel şiddetin de yaşandığı belirtiliyor. “Tacizciler, cinsel
şiddet uygulayacakları mağduru, zorbalıklarıyla sindirir, korkutur,
ölüm veya cezayla tehdit ederek iyice savunmasız hale getirirler.
Bunların hiç biri olmazsa duygusal olarak baskı uygularlar.” Ensest
dediğimizde bir evde bir veya daha çok çocuğun maruz kaldığı bu
hayatı zihinlerimizde canlandırma hiç zor değil. Kitapçıkta
belirtilmemiş olmasına rağmen duygusal baskıyı da
“annesini/kardeşini kurtarma sorumluluğu yüklenmesi” şeklinde
anlamak gerekiyor. Çocuğun, kendisini en güvende hissetmesi gereken
evde, kendisini her türlü tehlikeden koruyacağına inanılan
kişilerden gördüğü cinsel şiddet karşısında ne denli çaresiz
olduğunu anlayabiliriz. Sosyolojik, kültürel, ekonomik, hukuki
açılardan tonla engeli de bu iç engellerin üstüne bindirdiğimiz
zaman cinsel şiddet türleri içinde mücadele edilmesi ve önlenmesi
en zor alan oluşunun nedenleri ortaya çıkar. Nitekim bırakınız
çocuğun çaresizliğini, bırakınız ilk anda kolayca suçlamayı adet
edindiğimiz annenin çaresizliğini, son günlerde köşe yazıları bile
ensestle mücadelenin kadın ve çocuk açısından zorluğunu gösteren
ibretlik örnek sundu bize.
BİR KADIN YAZDI ANINDA DÖRT ERKEK SAVUNMAYA
GEÇTİ
Tabii “en iyi savunma saldırı” mantığıyla döşendi köşe yazıları.
Yuh çekmelerle, Melis Alphan’ın gazetesi işaret edilerek “kendi
ailesindeki oranı” sormalar seviyesizliğine düşenleri, ağza almaya
değmeyeceği için ait oldukları çöplüğe bırakalım. Diğer ikisi
üzerinde biraz konuşmayı hak ediyor. İlk olarak Ömer Faruk
Gergerlioğlu’nun, konuya mantıklı ve hakkaniyetli yaklaştığını
düşünüyorum. Beni de rahatsız eden “ensesti muhafazakar ailelerle”
iliskilendiren ve ne dediği de tam anlaşılmayan yuvarlak ifadeler,
Gergerlioğlu’nu da rahatsız etmiş. Siyasal kamplaşmayı tanımlayan
bir yanıyla algılayarak konunun siyaset ve ideolojler üstü
mücadeleyi gerektirdiğini belirtmiş ki çok yerinde bir tespit.
Ancak yüzde 40 oranına itiraz ederken dile getirdiği, bilimsel
ölçüt beklentisi, konunun çok uzağında kalmaktan ileri geliyor
sanırım. İnsan hakları savunusu ve devlet şiddetine karşı çıkarken
geliştirilen prensipler cinsel şiddetle mücadeleyi hele de ensestle
mücadeleyi kapsamıyor maalesef. Yapılan anketlerin sunulması vs.
mümkün değil.
Tahmin edileceği gibi kapılar çalınarak yapılmıyor bu anketler.
Kliniklere başvuranlar, sivil toplum örgütlerinden yardım
isteyenler ve yargıya intikal etmiş dosyalarla sınırlı
ulaşılabilecek rakamlar. Ülkemizde hukuk ensesti tanımlamadığı,
akademi bu alanda bilimsel bilgi üretmediği ve siyaset sorunu hiç
konuşmamayı tercih ettiği için kadınların çabası, el yordamıyla
ilerleyerek mağdura destek sunabilmek üzerine. 2011 yılında TBMM
Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, ensesti araştırmak için bir
alt komisyon kurma kararı almıştı. Alt komisyonun kurulacağı
açıklandı ve ertesi gün kararın iptal edildiği bildirildi. Bir
gecede değişti her şey. Siyasi irade toplumun ve ailelerin ensest
konusundaki suskunluğunu meclise taşımış oldu. İşte böyle zor bir
alanda ilerlemeye çalışan kadın derneklerinden, bilimsel kriter
istemek haksızlık. Ölçüt geliştirecek uzun ve kapsamlı ortak
çalışmalar şurada dursun bakın konu dile geldiğinde bile yazar ve
yazarın atıf yaptığı Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF)
ile başkanı Canan Güllü bunca saldırıya maruz kaldı.
Diğer yandan Sevgili Canan ile görüşmemde mesela “muhafazakar
aile” ifadesini kesinlikle dindar kesimi tanımlamak için sosyolojik
manada veya iktidara yakın çevreleri işaret edecek siyasi kavram
niteliğinde kullanmadığını öğrendim. Mealen “kendi içine kapalı,
çevresiyle sosyal ilişkiler kurmaktan kaçınan aileler” ensestin
görüldüğü aileler olarak tanımlanmak istenirken muhafazakar
kelimesiyle ifade edildiğini belirtti. Gerek kendisinin
röportajlarında gerekse Melis Alphan’ın yazısında bu kadar bariz
hata yaparak bunca siyasallaşmış bir kavramı tercih edişi, şiddetle
mücadele açısından toplumsal kesimlerin ortaklaşmasını önleyen
vahim bir hata olmuştur. Eğer reklamın iyisi kötüsü olmaz, konu
gündemde olsun yeter bakış açısına sahiplerse o da sorunun bir
diğer boyutu olarak ayrıca tartışmayı gerektirir.
Yüzde 40 oranının netliğini ise TKDF, şu saate kadar açıklama
yapmadığı için bilemiyoruz. Dile gelen oranın neyi ifade ettiğini
izah edecek bir açıklama gelirse tekrar konuşmak üzere şu an için
Sevgili Canan Güllü’ye vahim bir hata yaptığını söylemem gerek.
Hata oranda değil. Bu rakamın neyin oranı olduğu, neye göre
ölçüldüğü ve nasıl hesaplandığı izah edilmeden oran açıklanması
hata olan. Türkiye Ensest Atlası gibi kocaman bir
isimle ve söylendiğine göre yedi yıllık çalışmayla, Finlandiya
Büyükelçiliği'nin fon ve raporlama desteği de alınarak yapılmış bir
çalışma topluma duyurulacaksa bütün veriler sunulur.
Sunulamayacaksa duyurulmaz. Ensest kurbanlarının sessizliğe mahkum
edilmesi kadar sorunlu bir yaklaşım, çalışmanın bütünü ortaya
konmadan yüzde 40 oranı ve muhafazakarlık kavramıyla ilanı. TKDF
tarafından Ensest Atlası gibi havalı bir isimle yayınlanan kitapçık
ise konunun uzmanı olarak sunulan kişilerin bir atölye çalışmasına
ait teorik tartışmaların özetinden ibaret. Çalışılması da
açıklanması da zor bir alanda kocaman isimle teorik toplantının
özetini sunarak daha fazla zorlaştırmanın hiç gereği yoktu.
Yazıyı çok uzattığımın farkındayım ancak bir de Medaim Yanık ve
yazısı hakkında iki kelam etmeden bitirmek olmaz. Konunun uzmanı
olarak, ensesti gayet güzel tanımlayıp kendi akademik bulgularını
dile getiriyor, Medaim Yanık da. “Benim uzmanlık tez çalışmamda,
psikiyatri polikliniğine başvuran kadınların yüzde 13.3’ü ensest
yaşantısı bildirdi.” Diyerek konuya ilişkin çok önemli bilimsel
tespit sunuyor. Bu ifadenin öncesinde de yüzde 40 oranının
dayanaksız olduğunu belirttikten sonra veriyor yüzde 13,3 oranını.
Başvuran kadınlar arasında dediğini de yazalım aklımıza. Ve
paragrafın sonundaki şu satırları okuyalım: “Eğer toplum genelinde
ensesti en geniş kullanımıyla düşünürsek, rakamın yüzde 1 ile yüzde
10 aralığında olduğunu söylememiz gerekiyor. Maalesef tam rakamı
gösterecek yeterli güvenirlikte veri yok. Eğer ensesti baba - kız
veya kardeşler arası tamamlanmış cinsel ilişki olarak en dar
anlamında tanımlarsak, bu sefer rakamın yüzde 1’ler civarında
olduğu söylenebilir.”
Ne yaptın hoca, deriz hep birlikte. Sadece kadınların başvurucu
olduğu durumda bile yüzde 13,3 bulduğun bilimsel çalışmaya
sahipsin. Ensest kurbanlarının sadece kız çocukları olmadığını
benden daha iyi bilecek olansın. Tahmin edilebileceği üzere,
bekaret ve hamilelik gibi suçun açığa çıkmasını ve failin
yakalanmasını kolaylaştıran unsurlar olmadığı için aile içinde ve
dışında çocuğun cinsel istismarı açısından oğlan çocukları, kız
çocuklarından çok daha korunaksız. Zannedildiğinden çok daha fazla
oğlan çocuğunun ensest kurbanı olabileceği gerçeğini alanın uzmanı
nasıl göz ardı eder? Neye göre o kocaman bilimsel edayla bir anda
oranı yüzde 1 ila 10 arasına çeker, yazıda izahı yok. Bir sivil
toplum örgütünü bilimsel dayanaktan yoksun olmakla suçlarken olsun
kendi sözüne bilimsel dayanak getirmeli değil miydi? Tuhaf. Bir
başka tuhaflık da üveyler dahil olmak üzere tanımlanan ensest
fiilini sırf hiçbir bilimsel kanıt sunmadan yüzde 1 tahminine
çekebilmek için baba ve kardeşe indirgemesi kadar gerçek dışı
yaklaşım olamaz.