Öncelikle kendime göre klasikleşmiş, ‘politik tahlil’ anlatmak
için bir mesel ile başlamalıyım yazıya. Olay İkinci Dünya Savaşı
sırasında, bir orta Anadolu köyünde geçer. Savaş nedeniyle, şehirde
ekmek bulunmadığından geri dönenlerle oldukça kalabalıktır köy.
Üç-dört kişide radyo vardır ve savaş bu radyolardan haber
bültenleriyle -‘ajanslarla’ takip edilir. Çeşme başlarında ana konu
savaştır tabii ki. Radyo artık Almanların yenildiklerinden
bahsetmektedir. Savaşın sonu yaklaşmıştır. Çeşme başında herkes
"Almanlar yenildi artık" der. Vasfiye Teyze" boş kovalarıyla,
kuyruğa girer ve "Alaman ne demmiş emme" deyince herkes ona bakar.
Radyosu yok Vasfiye teyzenin ve zaten herkes son ajansı dinlemiş
öyle su kuyruğuna girmiş.
"Ne demiş?" derler.
"Hep paraların demiş…" der Vasfiye teyze; yani döverim-yenerim
hepsini bugünkü meali ile
"Sen nereden biliyorsun?" derler.
Der ya’ der Vasfiye hanım…
İşin çarpıcı yanı Alaman -Vasfiye hanımın deyişi ile- gerçekten
de böyle diyordur. Müttefik orduları Berlin’e girilmek üzereyken
bile Hitler’in gizli silahından söz ediliyordur. Bu yüzden Vasfiye
hanımın yaptığı tam bir politik tahlildir. Elinizde somut bir şey
yoktur ama daha önce yaşanmışlardan, başka yerlerde olanlardan,
dünden ve bugünden yapılır politik tahlil.
Bu ‘Politik Tahlil’ tanımlamamdan sonra Erbil Suikastı ile Barış
görüşmeleri arasında bir ilgi var mıdır diye bakmak istiyorum,
çeşme başı kadar alakasız yerlerden ve radyo ajansı da pek
dinlemeden…
Barış, hele Ortadoğu’da barış zor zanaat, bu yüzden sürekli
değişen dengeler ile kimin kimle birlikte hareket edeceği belirsiz
olmakla kalmıyor, çok kısa zaman içinde, günlük bile değişen
taraflar, ittifaklar, hatta bir yerde ittifak halinde iken, bir
başka yerde, birbirlerinin çukurlarını kazan bir dış politika
kazanı bu. Fakat bu kazan içinde bence çok net bir şey var ki
Türkiye’nin barışı, Türkiye Cumhuriyeti'ne her durumda çok iyi
gelecek. Bunu artık devletin gerçek iktidarının ‘milliyetçi’
tarafının da -ya da başka tarafı kaldı mı emin değilim-
benimsediğini düşünüyorum. Kimseyi çok sevdiklerinden değil, bunu
olguların dayatmasıyla yapıyorlar tabii ki. Bu iktidardaki
'milliyetçi kanat' diye sözünü ettiğim ‘Cumhur İttifakı'nın MHP'si
de değil, nasıl anlatsam - şiir de yazılmaz ki üzerine- devletin ta
kendisi diyebiliriz.
Burada garip olan şey, bu savaşta şiddeti tırmandırarak, muhtaç
olduğu kudreti savaştan alanlar, bugün bu barışı olgusal bir
mecburiyet gibi görüyor diye düşünüyorum. Bu kanaate varmamın
nedeni, sevgili Aydın Selcen’in buna ilişkin yazısında saydıklarının dışında,
Erbil suikastının ertesinde devletin ve örgütün sesini
çıkarmaması…
Bu size de garip gelmedi mi ?
Herhangi bir yere yağmur yağsa, yıldırım düşse dahi bundan
PKK’yi sorumlu tutan devletin Irak Kürdistanı'nda, Erbil’de, bir
dışişleri görevlisinin öldürülmesine ilişkin, böyle bir şey
söylememesi, hiç bu bağlantıyı kurmaması, bir şekilde dolaylı ya da
dolaysız barış görüşmelerinin sürdüğü manasına geliyor.
Bir başka gözüme çarpan şey, ülkenin batısında bir orman
yangınında, -hatta bir şekilde üstlenen olmasına rağmen- valiliğin
bu orman yangının ‘terörizm’ ile ilişkisi olmadığı yönündeki
açıklamasıydı. Halbuki kendi kendine çıkan yangınların bile,
çekmecedeki hazır müsahibi bu sefer nasıl oluyor da, olağan
şüphelilerin arasından çıkartılıyor ?
Bu arada Aydın Selcen’in, Irak Kürdistan’ı ile Türkiye hükümeti
arasındaki bir çekişme olduğu kanaatine de katılıyorum. Bu sadece
Erbil suikastının ardından yapılan açıklamalar değil, ‘Trabzon
linci! de bence bunu gösteriyor. Türkiye tarihini takip edenler iyi
bilir ki bu ülkede içinden devlet geçmeyen bir linç hareketi
yoktur. Mutlaka farklı düzeylerde, bir bağlantı olmadan, kimse linç
edilemez özgürlükler ülkesinde.
Çeşme başı politik tahlile devam edersek, her savaşta olduğundan
çok daha fazla her barış sürecinde provokasyonlar olur. Bu yüzden
Kolombiya hükümeti ile FARC gerilla hareketi barış görüşmeleri
sırasında, karşılıklı ateşkes ilan etmediler ve her durumda masadan
kalkmama kararı aldılar. Bu barış görüşmeleri için alışılmadık
kararın olumlu etkisi ise provokasyonların etkisinin ortadan
kalkması ve dolayısıyla azalması anlamına geldi. Tarafların
birbirlerini bombalarken bir yandan masada barış koşullarını
görüşmesi, provokasyon yapılmasını manasız kılıyor.
Bu yüzden olanları bir de tersine masaya dizersek Erbil
suikastı, sanki barış görüşmelerini istemeyenler tarafından, bir
başlangıç hamlesi olarak gerçekleştirilmiş gibi görünüyor. Ancak şu
anda boşa çıkmış, bir fil çıkışından başka bir etki yaratmadı ve
tarafların karşılıklı ‘sessiz’ duruşu, en azından şimdilik, tam
aksine sürecin güvenini pekiştirdi gibi.
Barış, tam anlamıyla meşakkatli bir iş. Hele devlet devlet
çıkarların, üst üste, çapraz, bir ters bir düz -haraşo- ve verev
olduğu bu coğrafyada, oldukça zor ama ödülü de bu yüzden çok
büyük.
Size bir politik tahlil ve ellerimde boş su kovaları…