Ercan Kesal: Anlattıklarımın hepsi gerçek

Yönetmen, oyuncu ve senarist Ercan Kesal'ın ilk uzun metraj filmi "Nasipse Adayız" 30 Ekim'de vizyona girdi. "Gerçeği göstermekten başka bir şey yapmadım" diyen Kesal ile "Nasipse Adayız"ı konuştuk.

Abone ol

DUVAR - Yönetmen, oyuncu ve senarist Ercan Kesal'ın ilk uzun metraj filmi "Nasipse Adayız", 2000’li yılların başında CHP’den Beyoğlu Belediye Başkanlığına aday olması için adı geçen, yani aday adayı olan Kesal’ın kendi gerçek yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı, aynı isimli romanın uyarlaması. 

Dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde gerçekleştiren, İstanbul’daki büyük bir ilçenin belediye başkanlığı için yarışan bir aday adayının 24 saatini anlatan filmde başrolü de üstlenen Ercan Kesal’a kamera önünde Selin Yeninci, İnanç Konukçu ve Nazan Kesal eşlik ediyor. 

Ercan Kesal'la 30 Ekim'de Türkiye'de vizyona giren ve birçok festivalden ödülle dönen "Nasipse Adayız"ı konuştuk. 

Ercan Kesal

“Nasipse Adayız", ilk yönetmenlik denemeniz. Kitabınızdan filme uzanan süreç nasıl gelişti?

Biraz dolambaçlı. Önce tredmanı bitirmiş ve senaryosunu yazmaya başlamıştım. Bir süre sonra senaryo matematiğinden uzaklaşıp uzun uzun yazmaya başladığımı fark edince novellaya dönüştürmeye karar verdim. Kitap, roman olarak 2015 yılında İletişim Yayınları’ndan çıktı. Ertesi yıl romandan ‘’Aday’’ ismiyle klasik bir senaryo çıkarttım. Sete çıkmadan hemen önce de radikal bir karar vererek elimdeki senaryonun son halini bir gecelik metne dönüştürdüm. Set öncesi hazırlıklar epey zaman aldı. Görüntü yönetmeni ve yardımcı yönetmenlerle birlikte reji ekibinin oluşturulması önemliydi. Oyuncu seçimi de elbette. 4 haftalık bir ön hazırlık yaşadık. 5 hafta süren set ve arkasından uzun bir post prodüksiyon süreci. Bu tarz filmlerin seyirciye ulaşması bazen 2-3 yılı buluyor.

'ANLATTIKLARIMIN HEPSİ GERÇEK'

“Nasipse Adayız”, 2000’li yılların başında CHP’den Beyoğlu Belediye Başkanlığına aday adayı olmanızı kişisel deneyiminizden yola çıkarak kaleme aldığınız aynı isimli romanın uyarlaması. Olayı kurmacalaştırırken neleri değiştirdiniz, gerçeğe ne kadar sadık kaldınız?

Anlattıklarımın hepsi gerçek! Eksiği var fazlası yok. Fakat senaryo baştan sona kendi kuralları olan bir metindir. Bu yüzden önünde sonunda hepsi kurmaca! Asansör sahnesi Millet Meclisi salonunda yaşandı ama biz onu bir otelin asansöründe çektik. Protez diş isteyen başka bir meslek grubundan ve farklı bir şehirden göç etmiş birisiydi, ama bizim filmimizde mobilyacı ve Malatyalı oldu…

.

Film, Rotterdam gibi dünyanın önemli film festivallerinden birinde prömiyer yapmasının ardından birçok festivalde de yer aldı. Film, festivallerde izleyicisinden nasıl tepkiler aldı?

Festival izleyicileri kendi çapında sinefil izleyicilerdir, sinemayı özellikle bağımsız sinemayı sever ve takip ederler. Bunun da etkisiyle sanırım film sevildi ve olumlu eleştiriler aldı.

Filmin yönetmen koltuğunda oturmanız ve senaryoyu yazmanızın yanı sıra başrol oyuncusunuz aynı zamanda. Hepsini bir arada yürütme konusunda zorlandınız mı?

Uzun zamandan beri kendi çekeceğim filmin senaryosuna çalışıyordum zaten. "Nasipse Adayız" çok iyi bildiğim bir mevzuydu ve konuya çok hakim olduğum için de başka bir hikaye düşünmedim. Kemal Güner karakteri için son ana kadar oyuncu aradım. Oynamaya karar vermem zor oldu. Belki de oyuncu yönetimi konusunda risk almak istemedim. Fiziki olarak epeyce zorlandım kuşkusuz. Bir sonraki filmde sadece kamera arkasında olmaya kararlıyım bu yüzden.

Biçimsel olarak ağır bir atmosfere sahip olan film arka arkaya uzun çekimlerden oluşuyor. Bu, anlatmak istediğinizi izleyici için daha gerçekçi bir hale getiriyor kuşkusuz. Bu sahneleri planlarken herhangi bir akımdan yararlandınız mı?

Kafamdaki dünyayı en iyi böyle anlatabileceğimi biliyordum. Belgesele yakın bir gerçeklikte, düğün kamerası estetiğinde, röntgenci bir anlatımı tercih ettim. Görüntü yönetmeni tercihimi de bu yüzden daha önce böyle işleri olan birinden yana kullandım. Böyle bir üslubu senaryonun kendisi dayattı diyebilirim. Başka türlü olabilirdi belki ama zor olurdu.

'SALON SİMGE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'Sİ GİBİYDİ'

'Herkesin farklı odalara ayrıldığı' sahneler, günümüz Türkiye’sinin siyasi atmosferine dair ilgi çekici detaylar barındırıyor. Siz aynı anda “sünnet düğünü”, “tanıtım gecesi” ve “mevlüt” olarak üçe ayrılan odalarla ne anlatmak istediniz?

Filmi 2000’li yıllarda hikayenin geçtiği gerçek mekanlarında çektik. Hastane, kıraathane, yardımlaşma dernekleri vs. Bütün bunların yaşandığı Okmeydanı’ndaki salonun adı da zaten Simge’ydi! Salon Simge, günümüz Türkiye’si gibiydi. Hepsinin bir arada ve birbirlerini çok da rahatsız etmeden aynı binanın değişik katlarında hayatiyetlerini sürdürdüklerine şahittim. Gerçeği göstermekten başka bir şey yapmadım.

.

Düğün salonunda gerçekleşen yemek gecesinde “geçiçi melek dövmeli” kızla doktor Kemal’in arasında geçen gerilim neydi? Doktor Kemal, yaptığı kazayı bile üstüne yıkmaya çalıştığı şoförüne neden o denli bir tepki gösterdi?

Kemal Güner’in genç kızla yalnız kaldığı anda yaşadığı erotik gerilimi de unutmadan şunu söyleyebiliriz elbette: İyiliğe olan inancını sürdürebildiği, masumiyeti temsil eden tek kişi o kızdı. Onun bile elinden kolayca ve hoyratça alınıp tuzla buz edilmesi derin bir hayal kırıklığına ve şoför Naci’ye karşı orantısız bir tepkiye dönüşüyor.

Son sahnelerdeki “ülkenin siyasetinin döndüğü” bayrak ve flamaların dikildiği dükkan kuşkusuz filmin en dikkat çekici sahnelerinden. Bu sahnede izleyiciye ne anlatmak istediniz?

Uzun yıllar Okmeydanı ve çevresinde yaşadım. Bu yörede belki yüzlerce fason tekstil atölyesi vardır. İşçiler hiç insani olmayan koşullarda çalışırlar. Seçim arifelerinde, yerin yedi kat dibindeki bu atölyelerin en hareketli üretimi bayrak imalatında olur. Neyin kimin hangi ülke ya da partinin bayrağı olduğunun çok önemi yoktur. Uğruna birçok şeyin koşulsuzca feda edilebildiği bir simgenin üretim sürecinde yaşananları izlemek bana her zaman trajik gelmiştir.

'UMUT ETMEK İÇİN HAKLI BİR SEBEP YOK'

Kampanyasında “Çare doktor” sloganını kullanmak için ısrar eden doktor Kemal belki de hiçbir şeye çare olamıyor. Başlarda izleyicinin de doktor Kemal’e beslediği ümit ve beklenti de gittikçe azalıyor. Filmde neden hiç ümit yok?

Umut etmek için haklı ve inandırıcı bir sebep yok da ondan! Vaziyet hiç iyi değil ve daha iyi olacağına dair de bir emare yok.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı?

Yeni filme hazırlanıyoruz…