Erdoğan anti-emperyalistse Perinçek mehdidir!

Bugünkü gerilimin esas temeli Ortadoğu’da ılımlı İslam projesinin başarısızlığıdır. Projenin eşbaşkanı ve partisi ancak bu projeyle çok önemliydiler. Bu politika değişince ayak bağına dönüştüler. ABD Erdoğan’a “artık yeter” dedi. Ama Erdoğan'lı AKP direndi, direndikçe dosyalar açıldı, dosyalar açıldıkça yargılanma korkusuyla direnç daha da arttı.

Abone ol

Mahmut Üstün

AKP iktidarının ABD ile bir süredir gergin ilişkiler içinde olduğu malum. Bu gerginlik elbette bir oyun ve aldatmacadan ibaret değil, gerçek nedenlere de dayanıyor. Peki, bu durum Türk dış politikası açısından yepyeni bir gelişme mi? Eskiden bir sapma mı? Sapmaysa ne denli köklü? Örneğin, ortada bir anti-emperyalizm nitelemesini hak edecek denli köklü bir yön değişimi var mı? Bu yazıda bu soruyu Türk-Amerikan ilişkilerine tarihi bir pencereden bakarak yanıtlamaya çalışacağız.

ABD’nin Türk siyasetinde 2. Emperyalist Savaş’tan sonra belirleyici önemde bir değişken haline geldiği malum. Daha önceleri dönemsel olarak bir diğeri öne çıkabilse de ABD, İngiltere, Almanya ve SSCB ile dengeli ve çok yönlü ilişkiler söz konusuydu. Bu devletlerin hiçbirinin süreğen başatlık durumu yoktu. Bu tablo bir ölçüde Kemalistlerin tercihleriyle de ilgiliydi ama temel faktör kapitalist hiyerarşide bir hegemonya krizi yaşanmakta oluşuydu. 2. Emperyalist Savaş ABD’yi kapitalist hiyerarşinin tepe noktasına tartışılmaz bir biçimde taşıyınca işin rengi de değişti. İki kutuplu dünya ve anti-komünizm eksenli bir soğuk savaş çizgisi kapitalist dünyanın ortak dış politikası haline geldi… ABD ise bu politikanın lideri… Türkiye’nin kapitalizm sınırları alanında kalarak bu yeni dış politika konseptinin dışında kalması çok zordu. Nihayetinde ABD merkezli bu dış politikaya entegre oldu. Bu tarihten bugüne ABD Türkiye dış (ve tabii ki iç) siyasetinin süreğen belirleyici bir aktörü oldu.

Peki, bu durum aynı zamanda ABD-Türkiye ilişkilerinin her zaman ve her konuda pürüzsüz/çatışmasız sürdüğü anlamına mı gelir? Öyle değildir ve öyle olmamıştır. Mutlak bağımsızlık diye bir şeyin mümkün olmaması gibi mutlak bağımlılıkta yoktur. Emperyalizme “en göbekten bağlı ülkeler” bile bazı koşullarda ve bazı konularda ayak sürçüp maraza çıkarabilir. Türkiye-ABD ilişkilerinde de böyle olmuştur.

Örneğin, Türkiye siyaset tarihinin en Amerikancı liderlerinden Menderes bile iktidarının son yıllarında ABD ile gerginlik yaşamıştır. O Menderes ki ABD’ye yaranıp NATO’ya üye olmak için Türkiye ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen Türk askerini ABD için Kore’de savaştırmıştır. Haluk Gerger’in ABD, Türkiye, Ortadoğu kitabında aktarıldığına göre Menderes Ortadoğu’da ABD çıkarlarını o denli kraldan çok kralcı tutumla savunmuştur ki, o dönemin görüşmeleri yürüten ABD diplomatı ülkesine gönderdiği raporda Menderes hakkında “ABD çıkarlarını bizden iyi kolluyor” mealinde bir değerlendirmede bulunmuştur.

İsmet İnönü’nün 1964’de Kıbrıs krizi vesilesiyle sarf ettiği ve özü SSCB’ye yakınlaşırız tehdidi olan “Yeni bir dünya kurulur Türkiye de o dünya da yerini alır” sözleri de bu tür bir gerilim ve çatışmanın ifadesidir. Dün SSCB’ye bugün Rusya ve Çin’e yakınlaşırız tehdidi ABD ile yaşanan krizlerin en değişmez retoriğidir. Menderes de bu tür zamanlarda SSCB ziyareti yapmıştır. 1970’lere Ecevit başbakanlığında yaşanan kriz sırasında da Ecevit sıklıkla SSCB kartını kullanmıştır.

Türkiye-ABD ilişkilerinde en derin kriz 70’li yıllarda ve Ecevit hükümeti döneminde yaşanmıştır. Ecevit, ABD’ye rağmen Kıbrıs’a sonradan ilhaka dönüşen askeri müdahale yapmış ve haşhaş ekimine izin vermiştir. Ardından ağır ABD ambargosu gelmiştir. Türkiye ise ambargoya yanıt olarak ABD üslerini kapatmıştır. Savunma sanayinde ABD etkisini azaltacak hamlelere yönelmiştir.

Bu krizlerin neden ve sonuçlarına baktığımızda ortada anti-emperyalizm namına en küçük bir belirti görünmemektedir. Peki nedir bu nedenler? İlki bazı kırmızı çizgilerdir… Türkiye, Kıbrıs, Adalar ve Kürt sorunu konusunda bir devlet politikası olarak süreğen bir direnç göstermiştir. İkincisi de partisel/kesimsel çıkarlardır. İlkini açmaya gerek yok; ikincisini daha da net anlaşılması için biraz açalım.

ABD açısından Türkiye’deki iktidarların genel olarak emperyalist/kapitalist sistemle ve özel olarak da ABD ile barışık olması gereklidir ama yeterli değildir. Sistemin ve ABD’nin dönemsel yönelimlerine de uyum gösterebilecek özelliklere sahip olması gerekir.

Örneğin 2. Emperyalist Savaş’tan sonra CHP kendini yeni duruma uyarlamaya çalışsa da ABD eski devletçi geleneği nedeniyle CHP’nin yeni şartlara/birikim modeline yeterince uyum sağlayamayacağını düşünerek DP’yi tercih etmiştir. Yine ithal ikameciliğe geçişte aynı uyumsuzluğu DP de görmüş ve desteğini çekmiştir. AP ithal ikameciliğe göre yeniden dizayn edilmiş DP’dir. Yine 70’li yıllarda krize giren kapitalizmin ihtiyaçları ile sol dalga üstünde yükselen CHP arasında bir uyum sorunu ortaya çıkmış, ABD, CHP iktidarından kurtulmak için sürece müdahil olmuştur. Bütün bu örneklerin hepsinde iktidardaki partiler ile ABD arasında ciddi sürtüşmeler vuku bulmuştur.

Görüldüğü gibi bugün yaşanan gerilim ABD-Türkiye ilişkileri açısından ne ilk gerilimdir ne de en derin ve kapsamlı gerilimdir. Bilakis AKP gerek ekonomik yönelim alanında (emek karşıtı, neoliberal, küreselleşmeci) gerekse Türkiye devletinin geleneksel kırmızı çizgileri olan Kıbrıs, Adalar ve bir yere kadar Kürt sorunu alanında özelde ABD ile ve genelde emperyalizmle en uyumlu iktidarıdır. AKP uzunca süre ABD’ye hizmette en kusursuz davranan iktidar olmuştur.

Bu durum, küreselleşme sürecinin yarattığı karşılıklı kırılganlık bağımlılığı ile birlikte, bugünkü gerilimin derinlik ve kapsamdaki sığlığına rağmen, neden ABD-Türkiye arasında yaşanan bugüne kadarki en uzun gerilim olduğunu da açıklar. En gürültülü gerilim olması da AKP’nin yaşanan her sorunu “düşman” yaratarak perdeleme ve bu yolla tabanını konsolide etme politikasıyla alakalıdır.

Bugünkü gerilimin esas temeli Ortadoğu’da ılımlı İslam projesinin başarısızlığıdır. Projenin eşbaşkanı ve partisi ancak bu projeyle çok önemliydiler. Bu politika değişince ayak bağına dönüştüler. ABD Erdoğan’a “artık yeter” dedi. Ama Erdoğan'lı AKP direndi, direndikçe dosyalar açıldı, dosyalar açıldıkça yargılanma korkusuyla direnç daha da arttı. ABD yeni yönelimine uygun, içinde Kürtlerin de bulunduğu yeni aktörler devreye soktukça ve Kürtler AKP’nin anti-laik ve neo-Osmanlı projesine sırt çevirince, Kürt sorununda savaş politikasına yeniden dönüldü. Savaş politikasının amaç ve sonuçlarından biri de eski ittifaklarını yitiren AKP’nin bu direncini Ergenekoncularla ittifakla sürdürme yolunu seçmesiydi. Ve her çatışma/gerilim sürecinde olduğu gibi yine Rusya kartı ortaya sürüldü vb.

Epeydir yaşanan gerilimin, AKP’nin alt/bölgesel emperyalistleşme hevesiyle bir ölçüde ilgisi vardır ama anti-emperyalizmle zerrece ilgisi yoktur. Erdoğan’da anti-emperyalizm görmek yancısı Perinçek’i mehdi ilan etmek kadar gerçek ve akıllıca bir iddiadır. AKP, en belirleyici olarak ABD’nin kendisini bu haliyle kabul etmesi ve tali olarak Kürtlerle işbirliği yapmaması koşullarında ABD ile eski mutlu günlere dönmeye dünden hazırdır. ABD’yle kopmak bir yana, çatışmalı bir ilişki bile arzuladığı bir sonuç değildir.

Türkiye tarihi açısından bu gerilimle ortada yepyeni bir durum ortaya çıkmadığı gibi, bugünkü gerilim örneğin 70’li yıllardakine kıyasla çok daha sığ ve yüzeyseldir.

Bugünkü gerilimin geçmiştekilerden tek önemli farkı, bugünkünün tarih boyunca tanık olunan en irrasyonel ve budalaca gerilim olmasıdır.