“Terörü araçsallaştırmak yöntemiyle, toplumu terörize ederek
yürütülmeyen seçim kampanyasına ben kampanya demem” kıvamındaki
yaklaşımıyla başladı Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Haziran akşamı Kanal
D, CNN Türk ortak yayınına. “Biz kaç terörist etkisiz hale
getirdiğimizi anlatıyoruz. O ise terörist başı ile gelen
'meydanlara dökülün' diyerek Kürt kardeşlerimizi sokağa döken
Demirtaş'ı ziyaret ediyor.” Diğer adayların yok sayıldığı
söyleşide, muhatap alınan Muharrem İnce dışında, zikredilen tek
şanslı :) isim Demirtaş. 6-8 Ekim Kobane olayları bahane edilerek
halka ezberletilen ithamlarla suçlanarak anıldı yine Selahattin
Demirtaş. Kobane’nin diğer boyutlarına hiç değinilmeden.
Mesela IŞID saldırısıyla dünyanın ayağa kalktığı o günlerde
Ezidilerin ve Kürtlerin vahşice katledilişine değinilmedi. Kobane
katliamının insanların vicdanında açtığı derin yarayı en yakıcı
biçimde Kürtlerin hissedişi anlatılmadı. Hemen sınırın bu yanında
çaresizce az ötedeki vahşetle akrabalarının kıyıma uğramasının
yarattığı dehşeti o zaman da anlamamıştı zaten. HDP’nin söylem
hataları olsa bile halkın duygularına tercüman oluşu gerçeğini
görmemişti. Üstelik o üç günde 53 kişi öldükten sonra sınır ötesi
müdahaleye izin vermiş olmakla, olayların provokasyonlarla şiddet
boyutuna varmasını hariç tutarak söyleyelim ki protestoların
haklılık payını devlet zımnen de olsa kabul etmiş oldu. İşin bu
yönü hep karartılmaya çalışıldı zaten. Onlarca insan ölmeden önce
yapması gerekeni ancak olaylardan sonra yapmakla yöneticiler kendi
kusurlarını itiraf etmiş sayılır aslında. Hele de sınırın öte
yanına müdahalenin gerçekleşme şeklini ısrarla gözden uzak
tutmakla…
Bugün Kandil’e operasyon sinyalleri verilirken o gün, peşmerge
kıyafetiyle Kandil mensuplarının sınırdan devlet gözetiminde içeri
alınıp Kobane’ye gönderildiğini bilmeyen yok ama söyleyen de pek
yok. Şimdi terörist dediklerinin, o zaman devlet araçlarıyla
taşındığını ve bunun Kobane olaylarında ancak onlarca kişi hayatını
kaybettikten sonra yapıldığını dile getirmedi Erdoğan. Sınırın öte
tarafında yüzlerce insan katledilip binlercesi perişan halde
kaçmaya çalışmadan, sınırın bu tarafında onlarca insan ölmeden, PKK
mensuplarını Barzani’nin peşmergeleriymiş gibi gösterip sınırdan
geçirmeden önce kendi askerimizle IŞİD’i durdurabilirdik. Ve bu pek
haklı bir dış müdahale olurdu. İnsanî, vicdanî ve dünya kamuoyu
nezdinde, uluslararası hukuk çerçevesinde yerinde bir mücadele
olurdu IŞİD’e karşı.
Diğer yandan Kürt siyasetinin yeniden dizaynı ve yerel
dinamiklerle de bağlantılı Kobane olayları. Kürt siyasetinde
çoğullaşma arayışından söz etmek gerek Kobane protestolarının
arkasından yaşanan olayların tırmanış nedenlerini anlamak için.
İktidarın HDP’yi PKK ile özdeşleştirmesi aslında Kürt siyasetinde
farklı bir temsilci parti yaratma arayışının dışa vurumu. Yazık ki
ilk akla gelen ihtimal eski devlet refleksiyle, HÜDAPAR oldu. HDP
ile HÜDAPAR mensupları karşı karşıya geldi Kobane olaylarında. Bunu
da maalesef olaylar sırasında öldürülenlerin kimlikleri açıkça
ortaya koymuştu.
Hizbullah ile ilişkili görülüp kanunen kapatılan Mustazaf-Der
yöneticilerinin kurucusu olduğu HÜDAPAR. Hizbullah ise, JİTEM’le
ilişkili kontr-gerilla örgütü olarak anılan, faili meçhullerin,
Konca Kuriş’in ve daha nicelerinin işkenceyle katledilişinin baş
aktörü. Günümüzde HÜDAPAR yetkilileri şiddetle ilişkileri
olmadığını, geçmiş örgütle bağlarının bulunmayıp siyasetle meşgul
oldukların ısrarla söylüyorlar. Ne güzel şey vaktiyle bir terör
örgütüyle ilişkili olsa bile şiddetten arınmış olarak siyaset
yoluyla mücadele edilmesi. İktidarın çelişkisi ise HÜDAPAR için
tanıdığı şiddetten arınmışlık ve siyaset hakkını HDP’den
esirgemesi. Somut olmayan suçlamalarla, kimi söylemlerin
muğlaklığını, ceza kanunun esnek yorumlarına uydurma yoluyla
HDP’nin terörle ilişkilendirilmesi de olaylardan sonra HÜDAPAR
mayası tutmayınca başlamıştı hatırlanacağı gibi. Böyle yaman
çelişkiye ve birinin suçlanırken diğerinin aklanıp Kürt siyasetinin
dizaynına yol açacak kirli oyunlara hiç girmeye gerek yoktu
aslında. Hem Türkiye siyasetinin geneli hem Kürt siyasi
partilerinin önü demokratik yollarla açılabilirdi. Seçim barajını
kaldırmak veya sembolik oranlara düşürmek yeterdi. Sonrası seçmen
tercihiyle kendiliğinden gerçekleşirdi zaten. Ezcümle Kobane
hatırlandığında kusurlu olan ülkemiz ve yöneticilerimiz.
Demirtaş’ın bile değil çağrı metnindeki bazı ifadelerle HDP’nin
kusuru, yönetim sorunlarının yanında devede kulak mesabesinde
kalıyor.
Ayrıca seçime yaklaşık iki hafta kala İçişleri Bakanı Süleyman
Soylu tarafından her an başlayacakmış gibi duyurulan Kandile
operasyon meselesine ilişkin sözler düşündürücü. Bakan, sadece
‘zamanlama meselesi’ olarak duyururken Cumhurbaşkanı, "tehdit
olursa görüşürüz, Bağdat çözemezse vururuz" diyor: “Olayın tabii
iki boyutu var: Kandil ve Sincar. Irak'tan Türkiye'ye herhangi bir
tehdit olursa, Bağdat yönetimiyle bunu görüşürüz. Bağdat 'ben bunu
çözerim' dediği taktirde ne ala. 'Çözemem' derse Sincar'ı da
Kandil'i de vururuz.” Seçime on üç gün kala konuya ilişkin en üst
yetkili ağızdan gelen bu açıklamalar, Kandil’in gündeme seçim
yatırımı olarak taşındığını ortaya koymuş oldu. Bir askeri
operasyonla, çatışmayla kimi seçmenin desteğini kazanma ihtimali
aslında bütün sorunların temelinde yatan ruh hali, başka yazıların
konusu olacak sosyolojik gerçekliğimiz ne yazık ki.
Aynı konuya devam ederek vahim tehlikeye dikkat çekmek isterim.
Sözlerinin tam bu kısmında Sayın Cumhurbaşkanı bir başka çok kritik
ifadeye yer verdi. Mahmur dedi. Mahmur Mülteci Kampı'nı vurma
ihtimalini açıkça söylemediyse de ima ederek konuyu tamamlaması
ürkütücü. Diplomatik ve istihbari kanallarla Türkiye’nin hep
gündemde tutması normal ama Mahmur’un askeri açıdan dile
getirilmesi kabul edilemez. Mahmur’a yönelik ‘terör yuvası’
iddiaları haklı olsa bile Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiserliği denetimindeki sivil kampa yönelik askeri operasyon
ihtimali bile ülkemiz için yüz karası. Bu sözlerin geri alınması,
düzeltilmesi elzem. Sayın Erdoğan, Sabra ve Şatilla kamplarını
hatırlayıp kendisini, Beyrut Kasabı Ariel Şaron ve Türkiye’yi de
İsrail kadar suçlu kılacak böyle bir ihtimali hatırından ve
söyleminden derhal çıkarmalı. Unutulmasın ki Filistin Kurtuluş
Örgütü'nü Lübnan'dan çıkarmak için yapılan İsrail operasyonları
sırasında da bu iki kamp Şaron tarafından terör yuvası olarak
isimlendirilip, silahsız sığınmacılar katledilmişti. On bin
dolayında ve 90’ların karanlığından kaçarak, Türkiye’den Irak’a
sığınmış, çoğunluğu Hakkarili Kürt mültecinin yaşadığı Mahmur
Kampı'na askeri operasyon insanlık suçu olur. İhtiyacımız olan
demokratik ve onurlu barışa ulaşırsak, iddialar doğruysa bile
Mahmur, tehdit yaratmayacakken…
Berkin Elvan ve Yasin Börü, aynı yaşlardayken hayattan koparılan
iki çocuğumuz. Birini överek diğerini yererek değil ikisine de aynı
ölçüde yüreği sızlayarak siyaset yapanların bugünümüze,
geleceğimize hayırlı katkısı olabilir ancak. Vaktiyle soyut ve
evhama dayalı suçlamalarla, "muhtar bile olamaz" denilerek mahkum
edilen bir siyasi lider vardı. Bugün de benzer evhamlar ve soyut
suçlamalarla mahkum bile değil tutuklu bir cumhurbaşkanı adayı var.
Tarih tekerrür ediyor. Vicdan Berkin ve Yasin’i aynı gönle
sığdırmayı gerektirdiği gibi demokratik tutum da 1998’deki Erdoğan
ile 2018’deki Demirtaş’ı aynı şekilde desteklemeyi gerektirir.
Sadece Muharrem İnce ziyaret etmiş olsa bile diğer adaylar Sayın
Meral Akşener ve Sayın Temel Karamollaoğlu da imza veren binlerce
seçmen gibi Sayın Selahattin Demirtaş’ın serbest kalmasını
istediler defalarca. Rakip adaylar, adil ve eşit seçim yarışında
hakkaniyetin de gereği olarak demokratik dayanışma sergiliyor. Ama
mevcut Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda aday Sayın Erdoğan ise
söyleşide: “Bu dayanışmayı anlamak mümkün değil” sözleriyle
hayretini dile getirdi. Hayretine hayret ederek izledim. Zira bu
dayanışmayı anlamak için biraz geriye dönüp Pınarhisar Cezaevi'ne
yolcu edilişini hatırlaması yeterdi. O gün kendisi gibi düşünmeyen
pek çok kişi, fikirlerine hiç katılmadığı halde demokrasinin,
özgürlüğün gereği olarak yanında yer almış, dayanışma göstermişti.
Keza kısa süre sonra da milletvekilliği önündeki engellerin ortadan
kaldırılması için CHP ve Deniz Baykal başta gelmek üzere pek çok
kişi ve kurum dayanışma sergilemişti.
Bu dayanışma Recep Tayyip Erdoğan, biricik üstün insan olduğu
için değil o gün haklı olduğu için, adalet aradığı için yaşandı.
Bugün Selahattin Demirtaş haklı ve adalet arayışında. Hak
ihlallerine zemin hazırlayan dayanaksız ithamlarla siyaseten linç
etmek yerine Sayın Erdoğan’a, yirmi yıl önce kendisine sunulan
desteğin benzerini Sayın Selahattin Demirtaş’a sunmak yakışırdı.
Yine yirmi yıl önceki Erdoğan’a aynı zamanda bugün Sayın Akşener ve
Sayın Karamollaoğlu’na karşı medya, belediyeler ve fanatik
partizanlarca yöneltilen çeşitli engelleri yok etmek de yakışırdı
bu adayları yok saymak yerine. Heyhat…