“Sing for The Climate (İklim İçin Şarkı Söyle)” diye bir hareket var. Üzerine ekolojist sözler yazılmış Ciao Bella’yı hep bir ağızdan söyleme hareketi diye açabiliriz. Amacı, şarkının olabildiğince çok insan tarafından söylenmesi. Sanırım şu ana kadarki en büyük sayı Belçika’da; 2012 yılında 380 bin insan hep bir ağızdan söyledi şarkıyı. Türkiye’de de Çevre Koleji yaptı bu işi ve çok iyi bir işe imza attı. Sözleri şöyle (bir kısmını yazacağım):
uyanmalıyız,
farkına varmalıyız.
gözlerimizi açmalı
ve bunu şimdi, şimdi, şimdi yapmalıyız.
daha iyi bir gelecek
inşa etmeliyiz ve buna hemen başlamalıyız.
sorunu olan bir gezegendeyiz.
bunu çözmeli, katılım göstermeli
ve bunu şimdi, şimdi, şimdi yapmalıyız.
Dünyanın dengesinin bozulmaya başladığını duymayan kalmadı sanırım. Küresel ısınma bir yana, kaynaklar da azalmaya başladı. Örneğin bilim insanlarının söylediğine göre yakın gelecekte ciddi bir su sıkıntısı bizi bekliyor. Le Monde gazetesinin manşetten verdiği bir habere göre, dünyadaki küresel ısınma ve kaynak azalımı ile nüfus artışı –yani iklim krizi ile demografik kriz- birbirini tetikliyor. Gerçi bu yeni bir şey değil. Ünlü teorisyen Malthus 1798 yılında yazdığı “Nüfus İlkesi Üzerine Deneme” adlı kitabında nüfus artış hızının insanın beslenmesi için gerekli besin kapasitesindeki artıştan çok daha yüksek olduğunu, bunun da kaçınılmaz bir kriz yaratacağını söyler. Yine aynı kişi nüfus artışının kontrol altına alınmasının tek yolunun doğurganlığın kontrol altına alınması olduğunu belirtir.
Malthus’un teorisi tartışmalı. Özellikle nüfusu yaşlanmaya başlayan Batı Avrupa ülkeleri tarafından kesinlikle reddediliyor. Bu Anti-Malthusçu ülkelerin başında Fransa geliyor örneğin. Fransa’da 19'uncu yüzyılın sonlarına doğru nüfus artış hızı azalmaya başlayınca Nüfus Azalmasına Karşı Ulusal Birlik diye bir oluşum ortaya çıkıyor. Aslında ben bunu bizim TBMM’deki Boşanma Komisyonu'na benzetiyorum. Hoş, başlı başına hükümetin kendisi de olabilir. İşte bu birlik Fransa’nın Almanya karşısında savaş kaybetmesini bile nüfusun azalmasına bağlıyor. Bir de bu birliğin karşısında olanlar var. Onlar da diyor ki; nüfusu artırmak bir ülke refahı için çözüm olamaz, nüfusun niceliğinin değil niteliğinin artması gerekir. Yani az sayıda fakat daha iyi çocuk yetiştirmek önemlidir; dolayısıyla doğum kontrolü şarttır.
Neticede, ilk grubun mücadelesi baskın çıkar ve 1920 yılında Fransa’da bir yasa çıkar. Bu yasaya göre; nüfus artışı karşıtı propaganda yapmak suçtur ve doğum kontrol araçlarının satışı yasaktır. Tam olarak “Benim Bedenim Onların Kararı” durumu yani. Yine tam o dönemlerde Dumont adında nüfus artışını destekleyen bir düşünür, modern yaşamın doğurganlık üzerindeki etkilerini dengeleyebilmek için her evli çiftin üç çocuk yapmasını tavsiye eder.
Ne kadar da tanıdık…
Dünya, bugün hiç taşımadığı kadar insan taşıyor; 7,7 milyar insan… Normalde taşıması gerekenin 2,5 katı… Dünya nüfusu her yıl 80 milyon artıyor. Bu hızla dünya nüfusu 2022’de 8 milyar, 2050 yılında 10 milyar gibi bir sayıya ulaşacak. En büyük artış Afrika’da gerçekleşecek; Afrika nüfusu 2050 yılında iki katına çıkacak. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Bölümü'nün (DESA) en son Dünya Nüfus Tahmini Raporu'na göre ise; Türkiye’de nüfusun her ne kadar 2050 yılından sonra düşüşe geçeceği belirtilmişse de; 2030 yılında 88 milyona, 2050 yılında ise 95 milyona ulaşacağımız öngörülüyor.
Rakamlar kısaca böyle..
İşte bu birbirini tetikleyen demografik kriz ve iklim krizinin daha da fazla tırmanmaması için uzmanlar nüfusun artmaması gerektiği uyarısında bulunuyor. Hatta 2017 yılında dünyanın her bir yanından gelen 15 bin 300 bilim insanının uyarısı üzerine “Assosiation Demographie Responsible” diye bir kuruluş ortaya çıktı. “Sing Fort The Climate” hareketi de bu uyarılar ve bilinçlilik çerçevesinde gelişen hareketlerden biri zaten. Yine aynı Birleşmiş Milletler uzmanları dünya nüfus artışının yılda 70 milyonu geçmemesi gerektiğini, bu sebeple bazı ülkelerde ailelerin çoktan iki çocuk sınırına doğru gittiğini ve bunun dünya geneline yayılması gerektiğini vurguluyor.
Fransız Ulusal Doğa Tarihi Müzesi profesörlerinden demografi uzmanı Gilles Pison aklıma Ursula K. Le Guin’in ölümsüz eseri “Mülksüzler”i getiren bir cümle kurmuş, diyor ki; “Önümüzdeki birkaç on yıl boyunca nüfus artmaya devam edecek. İçimizden birkaç milyon kişiyi Mars’a göndermediğimiz sürece, bir gecede azalmamız olanaklı değil. Bu yüzden kendimizi 8 milyardan çok 10 milyar ile nasıl daha iyi yaşarız, sorusuna hazırlamak zorundayız.” Çok kaba ifade edecek olursam, hayatımda okuduğum en iyi distopya olan Le Guin’in Mülksüzler romanında “anarşist (belki komünist)” diyebileceğimiz kişiler, Urras isimli bereketli gezegenden Annares isimli tozlu ve kurak bir gezegene gönderiliyorlardı. Anarres’tekiler her ne kadar verimsiz bir gezegende yaşamak durumunda iseler de birlikte yaşamayı becerebildikleri için bir şekilde o gezegene hayat veriyorlardı.
Aynı şekilde bir distopya olan Margaret Atwood'un efsanevi kitabı “The Handmaid’s Tale”de kapitalizm batağına batmış dünyada doğurganlığın azalmasıyla birlikte, doğurganlığını yitirmemiş kadınların damızlık olarak kullanılma hikayesi anlatılıyordu.
Her iki distopya da bana sorarsanız gerçeğe çok yakın. En azından fazlasıyla gerçek olan durumlardan yola çıkılarak yazılmış kitaplar ve muhakkak okunmalılar.
Aslında buraya kadarki kısım bir nevi girişti. Bu kadar uzun bir girişi “Erdoğan niçin her şeye rağmen; şiddete, erken yaşta evliliğe, kadınların eve kapatılmasına, her şeye, her şeye rağmen evlilik kurumunu korumaya, boşanmaları önlemeye ya da evlendirmeye çalışıyor, niçin ısrarla üç çocuk istiyor?” sorusuna cevap bulmak için yaptım.
Erdoğan’ın aile kurumunu bu derece korumaya çalışması o kurumun kutsal olduğunu düşünmesinden değil, gerçek bir kapitalist olmasından ileri geliyor.
Erdoğan, boşanmanın önünü tıkayacak, evlenmenin önünü açacak, kısaca üç çocuğa mahal verecek ortamı hazırlayan her türlü yasayı hayata geçiriyor ya da var olan yasaları kaldırmaya yönelik hareket ediyor Nafaka, 6284 karşıtlığı, müftülük yasası, evlilik affı, süt izni yasaları, sosyal yardımlar vs, tamamı bunun için.
Peki niçin üreyelim istiyor?
Çünkü, genç nüfus lazım. Bir ülkede genç nüfus ne kadar artarsa, işgücü ve üretim o kadar artar, tüketim de artar, ticaret büyür, ekonomi büyür. Bu da aynı zamanda seçim kazanmak, iktidarda kalmak demektir.
Ne kadar güzel görünüyor değil mi?
Oysa ne yazık ki gerçek bu kadar güzel değil. Çünkü ekonomik büyüme, ‘ekonomik gelişme’ demek değildir. Nüfus artışının ekonomik büyümeye katkısının yüzde 40 olduğu bilinmekle birlikte bu artış eğer ülkedeki kaynaklar doğru kullanılmazsa, insanlar üretime teşvik edilmezse, ülke dışarıya mahkum edilirse, o çook büyük nüfus bir bakmışsınız felaket olmuş! Açlık doğmuş, kıtlık gelmiş, işsizlik fırlamış, döviz uzaya çıkmış, suç oranı arşı aşmış, hapishaneler patlamış, olmuş da olmuş!
Ne kadar tanıdık değil mi?
Birkaç gün sonra yerel seçimler var. Üst üste bir dolu seçim yaşadık ve ülkece harap olduk, farkındayız. Hepimiz yorgunuz. Parasızlık, işsizlik, sevgisizlik, nefret, mağduriyet ve benzeri her şey çok fazla birikti üzerimizde. Nefes almaya ihtiyacımız var. Olmuyor işte, yapamıyorlar. Duble yollarda trafikte kaldık. İlerleyemiyoruz. Önümüzü göremez olduk…
Bu yazı büyük ölçekten bakan bir uyarı yazısı olsun. Daha doğrusu yukarıdaki sayın bilim insanlarının uyarılarını anlama ve aktarma yazısı olsun. Ne alaka demeyin, vereceğimiz oyları “Sing for The Climate” gibi düşünün. Vereceğimiz oylar bizden öte geleceğimiz için.
Oylarımız dünyanın geleceği için…
(Faydalanılan Kaynaklar:
-Doç. Dr. Didem Danış “Nüfus Bilimin Kuramsal Tarihçesi”
-Turquie Diplomatique Mart 2019 Sayısı “Yeryüzünün Gelecekteki Sorunu: Nüfus Patlaması –Amerikanın Sesi)