Rejimin son bir haftadır verdiği refleksler semptomatik. Aslına
bakarsanız rejim bakımından yeni bir şey yok, neredeyse yaşadığımız
her krizde geliştirdiği refleksi tekrarladı. Bu defa farklı olan
krizin maskelenemeyecek kadar büyük olması; sıva dökülmesini, boya
kazınmasını değil tepeden tırnağa çürümüş bir yapıyı gizlenmesi
mümkün olmayacak açıklıkta ortaya koyması. Rejimin gösterdiği
refleksler, devlet makinesini, tek bir hedefe; yasal/yasa ötesi
ticari, kabilevi, dinsel ilişkilerle birbirine bağlanmış bir çıkar
şebekesinin iktidar olarak varlığını korumaya odaklamış olduğunu
çıplak gözle görülebilir hale getirdi bu defa.
Unutulması mümkün değil, ama kayda geçmesi için bu refleksleri
hatırlatıp anlamlandırmaya çalışacağım.
1- Defter tutma. Türkiye,
ulusunu fişleyen bir devlet haline dün gelmedi. Fakat AKP döneminde
yasal alanla yasa dışı alan egemenlik mantığının içinde öyle iç içe
geçirildi ki fişleme bir olağanüstü yönetim aparatı olarak bambaşka
bir işlev kazandı. Kamu kurumlarının temel uğraşı, kurum
çalışanlarının kendi mesai arkadaşları da dahil olmak üzere fiş
üretme mekanizmalarına dönüşmesini sağladı. Bu fişler,
muğlaklaştırılan yasal alan içinde yurttaşların iktidara ilişkin
konumlanmalarını belirlemek, özellikle bazı meslekler bakımından
egemenlik ilişkisinin en ilkel formlarını sürdürmek için
kullanıldı. Yargı, medya ve üniversitenin özünü belirleyen
niteliklerinin yerini fişlemenin egemenlik mantığı içindeki
kullanımı aldı. Fişleme, böylece, hem kurumsal hem de etik çöküşün
temel aletlerinden biri olarak kullanıldı. Yürütmenin karşısında
konumlanabilme kapasitesi olan kurumsal yapıların tasfiyesi ve bu
kurumların içindeki davranış biçimlerinin biçimlendirmiş olduğu
etiğin terk edilmesi rejimin varlığını sürdürmesi bakımından
stratejik bir öneme sahipti ve tutulan defterler bu işe yaradı.
Rejimin her iki ortağı tarafından tekrarlanan “defter tutuyoruz”
ifadesi, dolayısıyla bugüne ait değil, rejimin temel refleksinin
devreye girmesiydi.
2- Haberleşme hürriyetinin engellenmesi.
Neredeyse, her toplumsal olayın, katliamın, yangının, korunan bir
tecavüzcünün açığa çıkmasının ardından gelen yayın yasaklarına
benzer bir refleksle daha insanlar enkaz altındayken ve sosyal
medya arama kurtarma faaliyetlerinde en önemli yardımcılardan
biriyken rejim Twitter'ı kapattı. Bu da yeni bir refleks
değil, fakat krizin niteliği nedeniyle bu yapılanın işlevini açık
biçimde ortaya koydu. Yurttaşının hukukunu değil, kendi varlığını
korumaya odaklanmış, işlevi tamamen buna çevrilmiş makine bu defa
canlarımız pahasına aynı biçimde, aynı refleksle hareket etti.
Burada kalmadı, aynı gece on binlerce insan canlarıyla uğraşır,
bölgede olan olmayan yurttaşlar elimden bir şey gelir mi diye
düşünürken kolluk kuvvetleri gözaltılar ve ifade almayla
uğraştı.
3- Demokratik kitle örgütlerinin, muhalefet partilerinin
ve belediyelerin, derneklerin çalışmalarının
zorlaştırılması. Kendi alanlarında mesleki beceri ve
birikimi temsil eden kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarına, muhalif partilerin kazandığı belediyelere yapılan
baskılar, onlar tarafından yapılan faaliyetleri kriminalize etme
girişimleri rejim bakımından yeni değil. Bunlar yapabildiği her
şeyi, anayasal sınırlara tabii olmadan yapabilme kudretiyle kendini
donatmak isteyen rejim bakımından karşısında konumlanmış güç
odakları olarak görülüyor ve tasfiye edilmek isteniyor. Deprem anı
ve sonrasında da kurumlara ve muhalif siyasi partilere karşı
gösterilen tutum, makinenin odaklandırıldığı işlevi tekrarladı.
Devlet-parti-lider arasındaki bütünleşme, kamu idarecilerinin parti
militanları gibi davranmasının kural haline gelmesinin ne derecede
gerçekliğimizi belirleyebildiğini gösterdi. Devlet dışı
örgütlenmelerin geliştirdiği dayanışma ağlarının engellenmesi,
belediyelerin yaptıklarıyla rekabete girilmesi, muhalefet
partilerinin dayanışma faaliyetlerine güçlükler çıkarılması ve en
sonunda bir kriz merkezine kayyum atanması rejime niteliğini veren
bu refleksin hızlıca devreye girmesiyle oldu.
4- Kader planı. Laikliğin kamusal tartışmanın
tamamen dışına atılması ve rejime niteliğini veren ideoloji olarak
İslamcılığın büyük paralar harcanarak kamuya dayatılması yeni
değil. Neoliberal programın sonucu olarak devletin sorumlu olduğu
alanlardan çekilmesinden kaynaklanan iş cinayetlerinde; yurttaşına
insan onuruna yaraşır bir yaşam sunma çabasının yerine yoksulluğun
dinsel cemaatler aracılığıyla sürdürülebilir kılınması programını
izlediği için yaşanan cemaat yurtlarındaki çocuk ölümlerinde
devreye sokulan “kader planı” refleksi 6 Şubatın hemen ardından
devreye girdi. Bölgede “akredite” dini cemaatlere her türlü
kolaylık sağlandı. İnsanların yaşamsal ihtiyaçları karşılanmadan
Diyanet binlerce personeli ile bölgede konuşlandı. Mezarlıklarda,
“şehit”lik söylemi, bu personel aracılığıyla yayıldı.
5- Prodüksiyonlu propaganda videoları. Rejim,
toplumsal alanda yarılma yaratabilecek her eylemi öncesinde ya da
beklemediği bir kriz ile karşılaştıktan hemen sonra propaganda
aygıtını kullanıyor. Bu refleks de değişmedi. Devlet nerede
sorusuna yanıt, milyonların yuvarlandığı aşağılayıcı yardım
kampanyasıyla, çadırı bir saray gibi tarif etme utanmazlığıyla
çekilen videolarla verilmeye çalışıldı.
6- Öfkeli, küfürbaz, hep alacaklı baba figürü.
İşler istediği gibi gitmediğinde, eleştiri toplumsallaştığında
Erdoğan’ın hep aynı tehditkar yüzünü gördük. Bu refleks de
değişmedi fakat bu defa hiç olmadığı kadar belirgin bir rejim
sembolü haline geldi. AFAD kriz merkezindeki konuşmasından alınan
fotoğraf karesi, herhalde yıllar sonra Erdoğan rejimini en iyi
anlatan fotoğraflardan biri olarak kullanılacak.
Sonuç olarak, “devlet nerede?” sorusunun yanıtı, devlet burada
yok değil. Rejim, son yirmi yıldır oluşan bütün refleksleriyle,
rejimi koruma işlevine büründürdüğü devlet makinesiyle vardı,
sadece bölgede değil, tüm ülkenin üzerindeki yük olarak.