Erdoğan: Suriye petrolleri için teklif yaptım, Putin 'Olabilir' dedi
Rusya lideri Putin ile görüşmesinde SDG kontrolündeki Kamışlı ve Deyrizor petrollerini gündeme getirdiğini açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: "Ben Sayın Putin’e şu teklifi yaptım: 'Buradan elde edilen petroller yardımıyla, biz işin müteahhitlik tarafını yaparız, eğer mali noktada destek verirseniz, gelin bu yıkılmış olan Suriye’yi ayağa kaldıralım.' Putin de 'Olabilir' dedi. Eğer burada böyle bir adım atılabilirse hatta aynı teklifi Trump’a da yapabilirim."
DUVAR - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmede, Suriye'nin Kamışlo ve Deyrizor bölgesinde petrolün SDG kontrolünden alınması ve bunların geliriyle Suriye'nin yeniden inşaası yönünde teklifte bulunduğunu açıkladı. Erdoğan, Putin'in "Olabilir" diye yanıt verdiğini söyledi.
Brüksel ziyaretinden dönerken uçaktaki gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, Putin ile görüşmeleri hakkında konuştu. Erdoğan, Putin tarafından 2 dakika boyunca kapıda bekletildiklerine ilişkin Rus televizyonunda yayınlanan videoyla ilgili de soruya yanıt verdi. Sorular ve yanıtlar özetle şöyle:
BORIS JOHNSON DA GELEBİLİRSE DÖRTLÜ ZİRVE
NİSA EFENDİOĞLU: Bazı AB ülkeleri sığınmacı çocukların ülkelerine kabulüne ilişkin kararlar aldı. Örneğin Almanya, Yunanistan ve Yunan adalarında bulunan 14 yaş altındaki kimsesiz, özellikle de kız çocuklardan 1.000 ila 1.500’ünün ülkelerine kabul edileceğini açıkladı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Öncelikle bu karar ve özellikle rakam hakkında neler söylemek isterseniz? Sizce neden sadece kimsesiz çocuklar seçiliyor? Bunun arka planında asimilasyon politikası fikri de yatıyor olabilir mi? 2016 yılında yaklaşık 10.000 mülteci çocuğun Almanya’da kaybolduğu ortaya çıkmıştı. Buna benzer bir durum Almanya’daki Türk ve göçmen çocuklarında da yaşanıyor. Bu durum kuşkuları artırıyor. Sizce arka planda başka niyetler olabilir mi?
Bu yeni bir konu değil. Maalesef Almanya’da bu yoğun bir şekilde devam eden bir süreç. Ama şu anda bu uygulamanın detayını tam olarak bilmiyoruz. Biz cuma günü için aslında bir adım atacaktık. Gerek Sayın Merkel gerekse Sayın Macron İstanbul’a gelecekti. Hatta Boris Johnson’ın da gelme durumu söz konusu. Tabi şu anda gerçekleşmedi. Çünkü pazar günü Fransa’da yerel seçimler olması hasebiyle önümüzdeki hafta salı günü bu buluşmayı gerçekleştireceğiz ve salı günü İstanbul’da bir araya geleceğiz. Eğer Boris Johnson da gelebilirse bu zirveyi dörtlü, gelmezse üçlü olarak yapacağız. Bu ifade ettiğiniz konuyu orada da Şansölye Merkel ile görüşme şansımız olacak.
BATUHAN YAŞAR: Türkiye açık kapı politikasına ne kadar daha devam edecek? AB ile yeni bir geri kabul anlaşması imzalanması söz konusu olacak mı? Türkiye sınır kapılarını kapatmak için nasıl bir somut adım görmek istiyor?
Temenni ederim ki aynı durum devam etmez. Biz kendilerine açık açık bunların hepsini bu akşam söyledik. Sayın Charles Michel ve Sayın Ursula von der Leyen ikili olarak beraberdi. Mevlüt Bey’le birlikte dörtlü çalışma yaptık ve bu çalışmayı yaptıktan sonra da dedik ki “Bakın, 1963’ten bu yana biz Avrupa Birliğinde resmi müracaatını yapmış, kapıda bekleyen bir ülkeyiz. Türkiye’ye bunu reva görürken, Hırvatistan şu an dönem başkanı, bakın nerden nereye gelmiş. Bunlar dönem başkanı oldu, biz şu anda hep müzakere içindeyiz. Böyle bir durumdayız. Bunun sebebi nedir? Türkiye gibi bir ülkeye yaptığınız çifte standart uygulamaktır. Açık ve net bir şey söyleyeyim, eğer hakikaten farklı bir şey düşünüyorsanız bunları da söyleyin. Biz bu akşam aramızda yaptığımız müzakereyi de iyi niyetlilikle taşıyalım ve vakit kaybetmeden bu aradaki diyalogu, zinciri koparan konuları ortadan kaldıralım. Bakın ben Dışişleri Bakanımı görevlendiriyorum. O yanına birkaç uzmanını da almak suretiyle, bütün bu konularda siz de uzmanlarıyla beraber kimi görevlendiriyorsanız görevlendirin.” Bunu da Borrell’e söyledim. “Bu çalışma başlasın ve biz bu işten yıl sonuna kadar artık bir netice alalım” dedik. Onlar da konuya olumlu yaklaştı ve mart ayının 26’sında bir zirve olacak. Temenni ederim ki o zirveye kadar arkadaşlarımız bir mesafe alırlar ve o zirvede de bu konular masaya yatırılır.
'MİTÇOTAKİS ÖNCE ULUSLARARASI HUKUKU ÖĞRENMELİ'
ŞEBNEM BURSALI: Mülteci konusunda Türkiye’nin tezlerine bugüne kadar yakın duran Merkel, “Türkiye kendi problemlerini mültecilerin sırtından çözmeye çalışırsa bizden anlayış bekleyemez” dedi. Yunanistan Başbakanı Miçotakis de “Eğer Sayın Erdoğan Türkiye-AB ilişkilerinin tekrar gözden geçirilmesini istiyorsa sınıra topladığı çaresizleri geri çeksin ve tutukladığımız mültecileri kabul etsin” dedi. Bu iki açıklamaya yorumunuz ne olur? Bir de sizin Yunanistan’a kapıları açma çağrınız olmuştu. Bu konuda ne ilave etmek istersiniz?
Tabi Merkel bunu hangi anlamda söyledi, ne şartlarda söyledi bunu bilmiyorum. Fakat bizimle böyle bir görüşmeyi kabul ettiğine göre herhalde bunun altında farklı bazı düşünceler olsa gerek. Salı günü bir araya geldiğimizde bu konuyu kendisiyle konuşuruz. Burada ne demek istemiş bunu kendisine sorarız.
Yunanistan’a gelince… Bir defa Yunanistan önce uluslararası hukuku bilmiyor. Bu konularda Sayın Miçotakis maalesef çok geri kalmış bir konumda. Kendisinin önce uluslararası hukuku öğrenmesi lazım. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni bir okuması lazım. Sınır hattında takındıkları tavrın bir cinayet olduğunu bilmeleri lazım. Bunların sınırda öldürdükleri 4-5 tane mülteci var. Bunların hesabını soracağız. Bunu orada bırakmayacağız. Aynı şekilde o çırılçıplak soydukları insanları, bütün o resimleriyle, bu seneki Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısında bunların gözlerinin önüne sereceğiz.
Şimdi bunlar yetmezmiş gibi bütün sınırlarını keskin tellerle çeviriyorlar. Fakat tabi bizim artık bu kapıları kapatma gibi bir düşüncemiz yok. Yunanistan’a teklifimdir; kapılarını açsın. Bu insanlar Yunanistan’da kalıcı değil. Yunanistan’dan Avrupa’nın diğer ülkelerine geçip gitsinler. Sen geçip gitsin diyemiyorsun, ondan sonra faturayı Türkiye’ye kesiyorsun. Biz adil, insancıl paylaşım diyoruz. Siz bütün yükü Türkiye’ye yıkmaya gelince yıkıyorsunuz ama desteğe gelince destek vermeyeceksiniz! Kusura bakmayın. Ancak Avrupa Birliği bize vaat ettiği bu şartları yerine getirirse biz de gereğini tabi gerçekleştiririz. Nedir bu? 2 ona 2 bize, 1 ona 1 bize. Adil, insani paylaşım dedik. Bunları yaparız. Ama bunlar mesela bu vize olayında Latin Amerika ülkelerine bile kalkıyorlar her şeyi veriyorlar; Balkanlara veriyorlar, Ukrayna’ya veriyorlar ancak Türkiye gibi bir ülkeye maalesef vize uygulamasını hala kaldırmıyorlar.
'S-400'LERİ DEVREYE ALMAYACAĞINIZA SÖZ VERİN DEDİLER'
NUR ÖZKAN ERBAY: Suriye’deki son duruma ilişkin Esed rejiminin ateşkesi ihlal ettiği yolunda haberler var. Türkiye’nin de bu konudaki tavrı net. Bundan sonra sahadaki duruma paralel olarak ne gibi caydırıcı unsurlar kullanılacak? Ayrıca bir Patriot bataryasının Türkiye’de konuşlandırılması bugünkü görüşmede gündeme geldi mi?
İspanyolların bizde bulunan Patriot’ları şu anda NATO’nun bizim için görevlendirdiği pakettir. Bu gündeme geldi. Ancak ilave bir paket konusu gündeme gelmedi. S-400 konusunda da Stoltenberg’in kanaati bellidir; “Üyelerimizin kendi tercihidir. Biz onlara niye onu, niye şunu gibi bir tercih baskısı yapmayız, yapamayız.” Ama Patriot konusunda da bildiğiniz gibi biz Amerika’ya şu teklifi de yaptık; “Eğer verecekseniz siz de bize Patriot verin. Biz sizden de Patriot alırız.” Ancak S-400 konusunda tabi onlar da epeyce yumuşadılar, “S-400’leri devreye almayacağınıza dair bize söz verin” noktasına geldiler.
Tabi şu anda İdlib’de Pantsir’ler var. Libya’da da var. İdlib’de biz 8 Pantsir’i SİHA’larla yok ettik. Bunlar tabii fiyatları da çok yüklü ve önemli hava savunma sistemleri.
Şu an geçici bir ateşkes de olsa süreç iyi gidiyor, 4 günü doldurduk. Temennim odur ki bu şekilde devam eder ve bu kalıcı bir ateşkese de dönüşür.
Bu arada tabi biz İdlib’in kuzeyinde briket barakalar konusunda çalışmalarımızı hızla devam ettiriyoruz. Sınırımızdan 25-30 kilometre derinlikte oralarda güvenli bölge oluşturmak suretiyle briket barakaları yapıyoruz. Şu an 1.500 kadar yapıldı. Bunlarla beraber İdlib’deki insanları buralara peyderpey yerleştireceğiz. Bu barakaların zeminine tahta döşüyoruz ve konforunu artırmaya gayret gösteriyoruz. Tabi bununla birlikte ateşkesin ardından güneyden kuzeye İdlib’e yavaş yavaş dönüşler de başladı.
DİCLE CANOVA: Türkiye'nin Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge içinde yerleşim yerleri oluşturulması ve mültecilerin yerleştirilmesi önerisine AB ve ABD’den destek verilecek mi? Daha önce ellerini taşın altına koymamakla eleştirmiştiniz bu yeni süreçte durum değişti mi?
Güvenli bölge farklı. Gerek Obama ile gerekse Trump ile yaptığımız görüşmelerin neticesindeki güvenli bölge... Bunu Obama yerine getirmedi ama Trump bunu çok dillendirdi. Dillendirmesine rağmen Trump da bununla ilgili adımı maalesef atmadı, atamadı. Hatta daha sonra daha ileri gitti ve dedi ki ben askerimi çekeceğim. Bir hareketlenme oldu fakat o da yürümedi. En son geçen hafta yaptığımız görüşmede “Ben artık burada askerimi tutmayacağım, ben burada büyük harcamalar yapmak istemiyorum ve askerimi çekeceğim.” dedi. Şimdi biz bekliyoruz. Bize verdiği son mesaj bu şekilde.
Tabii bizim için şurası çok önemli; Kamışlı petrol rezervlerinin olduğu bir yer. Petrol rezervinin olduğu diğer yer Deyrizor. Burada teröristler kaynağı sömürüyor. Buranın üzerinde Amerika’nın da planı var. Kamışlı üzerinde de Putin’in bir planı var. Ben Sayın Putin’e şu teklifi yaptım; “Buradan elde edilen petroller yardımıyla, biz işin müteahhitlik tarafını yaparız, eğer mali noktada destek verirseniz, gelin bu yıkılmış olan Suriye’yi ayağa kaldıralım.” Putin de “Olabilir” dedi. Eğer burada böyle bir adım atılabilirse hatta aynı teklifi Trump’a da yapabilirim. Buradan bu teröristler nemalanacağına -çünkü zaten aldıkları, çıkardıkları petrol işlenmiş petrol değil, yani kalite yok ama alınır ve işlenir hale gelirse- buralardan gelecek imkanla Suriye’yi yeniden imar etme şansımız doğar. Bu da Suriye’nin birliğine, bütünlüğüne kimin sahip çıkma, kimin el koyma isteği içinde olduğunu ortaya çıkarır.
'BAY KEMAL BURALARDAN CAHİL KALMIŞ BİRİSİ'
MEHMET ACET: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçen gün Bahar Kalkanı Harekatı’nın devam ettiği günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alarak şöyle şeyler söylemişti: “İlk kez 20 Temmuz sivil darbesinden sonra ordunun emir ve komuta zinciri yoktur arkadaşlar. Genelkurmay Başkanının hiçbir yetkisi yoktur. Hiçbir Kuvvet Komutanı, Genelkurmay Başkanına bağlı değildir. Yaşanan perişanlık, devlet aklının kaybolma perişanlığıdır.” Bir iki hafta önce de “Hakimler ve Savcılar alçak Kurulu” diye bir ifadesi oldu. Bu sözlerle ilgili bir değerlendirmeniz olur mu?
Bay Kemal bir defa ne Milli Savunma Bakanlığımızı tanıyor ne TSK’yı tanıyor. Buralardan cahil kalmış birisi. Bir defa TSK’nın yapısı bellidir. 2014 itibarıyla Avrupa Birliği çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Milli Savunma Bakanlığına bağlanma süreci vardır. Tabii bu yerine getirilmemiştir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Milli Savunma Bakanlığı mevcut şekle dönüştükten sonra da TSK Milli Savunma Bakanlığımıza bağlanmıştır ve şu anda da faaliyetlerini bu şekilde yürütmektedir. Kuvvet Komutanları ise Genelkurmay Başkanımıza bağlıdır. Herhangi bir değişiklik söz konusu değildir ve Genelkurmay Başkanımız aynı temsil kabiliyetine sahiptir. Gerektiğinde ABD Genelkurmay Başkanı ile de Rusya Genelkurmay Başkanı ile de görüşme yapmaktadır. Yine katılması gerekli olan uluslararası toplantılara -örneğin NATO toplantıları- o katılmaktadır. Bu adam bunların hiçbirini takip etmiyor. Nerede, ne oluyor, ne bitiyor, kim, nerede haberi yok; çünkü derdi başka. Bütün derdi, acaba biz ülkenin kurumsal yapılarıyla nasıl oynarız, bunları nasıl yıpratırız! Bunu gerek parlamentodaki çalışmalarda gerek bakanlarımıza olan saldırılarda görüyoruz.
Düşünün; bu ülkenin bakanının parlamentoya girmesini engelleme gayretlerine varıncaya kadar edep dışı hareketler yapıyor. Niçin geliyor o bakanlar oraya? Parlamentoyu bilgilendirmek için geliyor. Parlamentoyu bilgilendirmek için gelen bakanlara “Neden geldi bunlar?” diyecek kadar ileri gidiyor. Bu kadar hadsizlik olabilir mi! Daha sonra Meclis Başkanımızın tekrar daveti ile arkadaşlarımız içeri giriyor. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamento tarihinde olan şeyler değil. Neymiş, milletvekili değilmiş! Vekil değiller ama ülkenin bakanı ve parlamentonun, Meclis Başkanının daveti üzerine geliyorlar. Mevcut gelişmeler sebebiyle parlamentoyu bilgilendirmek için buraya geliyorlar. Bu işin bir boyutu.
İkinci boyutu ise HSK’ya yaptığı yakıştırma… Sen bu tür yakıştırmaları yaparsan, tabi HSK da yargı da seninle ilgili olarak gerekli neyse o muameleyi yapacaktır. Bana göre geç bile kalıyorlar. Anayasanın hakim maddesine göre, bırakın hakareti ima bile edemezsin. Bunlar imanın ötesine geçip hakaret ediyorlar. Söylenmesi gereken çok şey var ama bu zatı çok da muhatap almak istemiyorum.
'KILIÇDAROĞLU TANSİYONU DÜŞÜREBİLİR, NEDEN DÜŞÜRMÜYOR?'
HÜSEYİN LİKOĞLU: Türkiye dışarıda çok büyük mücadele verirken, içeride siyasette tansiyon çok yüksek. Böyle bir ortamda tansiyonun yükseltilmesinde kasıt görüyor musunuz?
Bize bazı haberler geliyor; Bay Kemal tansiyonu düşürmek istiyor diye. Böyle bir şeyin farkına vardıysa, o tansiyonu düşürebilir, neden düşürmüyor? Tansiyon zaten durup dururken fırlamaz. Olay bu kadar basit.
HÜSEYİN LİKOĞLU: Tansiyonun düşmesi için sizden bir talebi olursa değerlendirir misiniz?
Ben zaten görevimi yapıyorum. Cumhurbaşkanının atması gereken adım, ülkede barışın egemen olduğu bir sürecin işlemesini sağlamaya yönelik adımdır. Ama karşımızda milletin evini hiçe sayan, milletin evini milletin evi olarak görmeyen, hala orayla uğraşan, hala her konuşmasında muhakkak oraya bir şeyler çakan bir insan var.
Sayın Kılıçdaroğlu sadece germiyor, gerçekleri de çarpıtıyor. Özellikle milli meselelerde bunu yapıyor. Mesela en basitinden Mustafa Kemal Atatürk’ü alabildiğine kullanıyor. Benim bildiğim kadarıyla Atatürk’ün Cemal Paşa’ya yazdığı mektuplar var. “Anadolu’nun savunması Afganistan’da başlar” der. Buna rağmen farklı şeyler söylüyor. Siz geçtiğimiz günlerde bir 5. kol faaliyetinden bahsettiniz. Bu faaliyetin neresinde CHP ve kim tarafından yönlendiriliyor bu faaliyet?
Zorunlu şartların tahakkuk etmesi halinde devlet elbette savaş kararını alır. Atatürk’ün yaptığı da odur. Bu ise cümleyi bir yerinden alıyor ve kesiyor, Atatürk’ün böyle bir savaşa girmeme noktasındaki tavrından bahsediyor. O zaman Atatürk’ün Çanakkale’de ne işi vardı, Kocatepe’de ne işi vardı, Trablusgarp’ta ne işi vardı? Trablusgarp’ta gözünden yaralandı. Burada belli bir inanç onu oraya sevk etti, Libya’ya gitti, Trablusgarp’ta o mücadeleyi verdi ve bir gözünden yaralandı. Böyle bir mücadeleyi yaşayan bir komutan var. Sen kalkıp Atatürk böyle bir şeyle savaşa girmezdi diyorsun! Biraz çalışması lazım, derslerini okumuyor. Bu 5. kol faaliyetleri bunun devamı olarak gidiveriyor.
BENZİNE 60 KURUŞ İNDİRİM
ÖZLEM YURT: Korona virüsü küresel bir ekonomik krize de sebebiyet veriyor. Petrol fiyatları da rekor seviyede düştü. Bu bağlamda petrol fiyatlarının düşmesini Rusya/Suudi Arabistan çekişmesi kapsamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye ekonomik anlamda bu krizden nasıl etkilenir, benzin fiyatları Türkiye’de düşer mi?
Brent petrolün varil fiyatında yüzde 30’a varan düşüşle 31 dolar seviyesine gerileme görüldü. Bu durum OPEC ülkeleri için özellikle ayrı bir felaket. Bizim için bir boyutu ile çok olumlu bir durum. Cari açığımıza olumlu tesir yapan bir gelişme. Bu bir resesyon olabilir mi? Temenni ederiz ki olmaz. Çünkü gerek Hazine ve Maliye Bakanlığımız gerek Ticaret Bakanlığımız bu konuda bütün tedbirlerini almış vaziyette. Bu gelişme şu anda olumlu istikamette bu süreci idare ettiğimizi gösteriyor. Zaten faizlerdeki düşüşle de ayrı bir istikamette iş yürüyor. Bunun neticesinde yatırımlarda bir hareketlenme var. Bu hareketlenme istihdamda da hareketlenmeyi meydana getirmiş durumda. Bunlar bizim için büyük önem arz ediyor. Buradan bir müjdeyi de duyurayım. Bu geceden itibaren benzinde 60 kuruş, motorinde 55 kuruş indirimi uygulamaya alacağız.
'KENDİLERİ DE RAHATSIZ OLDUKLARINI SÖYLEDİLER'
AHMET HAKAN COŞKUN: Rus medyasının sizin Putin’i beklerken olduğu iddia edilen bazı görüntülerinizi yayınlamasına ne diyorsunuz? Türk-Rus ilişkilerine zarar veriyor mu Rus medyası?
Her ülkenin medyasında maalesef bu tür fevri örnekler yer alabiliyor. Ancak Türkiye ve Rusya ilişkileri bu tür medyatik manipülasyonlara kurban edilemez. Arkadaşlarımız konuyla ilgili bütün muhataplarıyla görüştüler. Herhangi bir kastın kesinlikle söz konusu olmadığını, kendilerinin de bu tutumdan ciddi manada rahatsız olduklarını ifade ettiler. Rutin bir sürecin bile birilerince manipüle edilerek farklı noktalara çekilmeye çalışılması buradaki kötü niyeti gösteriyor aslında. Nitekim bizim medyaya görüntü vereceğimiz Putin’in çalışma ofisi bir uçta, biz ise öbür uçtan geliyoruz. O bu uçtan çıkana kadar, biz de bulunduğumuz yerden çıkana kadar buluşma noktası gibi orta noktada buluşuyoruz. Bazıları da buradan art niyetli çıkarımlar yapmaya çalışıyorlar. Sayın Putin bizi arabaya kadar uğurladı. Tabii niyet kötü olunca bunu yazmıyorlar, göstermiyorlar.