Erdoğan yenilgiyi kabul edecek mi?

Erdoğan’ın önünde yenilgiyle yüzleşmek için uzun bir süre var. Yenilginin kabullenilmemesi ve daha da keskinleşilmesi ise felaket senaryosu değil, beklenmesi olası, somut bir tehlike. 

Abone ol

31 Mart yerel seçimleri CHP’nin dahi beklemediği bir sürprizle sonuçlandı ve CHP 1977’den sonra ilk kez birinci parti olurken, AKP kurulduğu günden bu yana ilk kez ikinciliğe geriledi. Peki, Erdoğan gerçekten yenilgiyi kabul eder ve her şey buradan geri döndürülebilir mi?

Balkon konuşmasında sonuçları “baş tacı” edeceğinden söz ettiyse de bu konuda Erdoğan’a güvenmek oldukça zor. Haziran 2015’te hükümet kurma görevini CHP’ye vermeyen, 2019’da ise işi seçimleri yeniletmeye kadar götüren Erdoğan iki seçimdir balkon konuşmalarını yumuşattı. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyemez ya da şarkı söyleyemezdi. Fakat ilgi çekici bir cümle sarfetti: “Bu AKP için bir son değil.”

Hızlı bir çıkarımla, demek ki bu Erdoğan’a dahi “AKP’nin sonunu” düşündürecek kadar ağır bir yenilgi oldu. Sonu getirecek en ilginç etmen, olsa olsa keskinleşmiş “milli görüş” olabilirdi. Neredeyse hiç kimse, Yeniden Refah’ın AKP’yi İsrail’le devam eden ticaret üzerinden bu denli sarsabileceğini düşünmüyordu. Elbette bu gerçeği sadece Yeniden Refah görüp, ortaya çıkarmadı. Ancak AKP yine kendine o kadar çok güveniyordu ki bu konuda birkaç basit fetva verdirmeyi yeterli bir savunma olarak gördü: “Devlet yapıyorsa, vardır bir bildiği.” Demek ki Erdoğan’ın tek varisi, damadı Selçuk Bayraktar değildi.

CHP’nin Adıyaman’ı, Giresun’u, Bursa’yı ve Üsküdar’ı alacak kadar yükselme sebebi AKP’nin seçim ekonomisi uygulayamamasıydı, İstanbul’da ise başarının anahtarı Kürt seçmen oldu. Belki de ilk kez, seçimin belediyecilikle hiç alakası olmadı. MHP, AKP’nin içinde erimeyi çok önceden kabul etti. Zikzaklar çizen Meral Akşener’in sonu ise çarşambadan belliydi.

Zafer Partisi’nin salt bu sonuçlar üzerinden sosyal medyadaki atari oyuncuları dışında bir kitlesinin olmayacağı çıkarımında bulunmak için henüz erken. Diğerlerine kıyasla neredeyse hiç propaganda yapmadan, puan olarak İYİ Parti ve MHP’ye bu kadar yaklaşması yabana atılır bir sonuç değil. Bundan da iyisini 14-28 Mayıs arası iki haftalığına herkesin dikkatlerini üzerine çekerek başarmıştı.

Gökhan Zan hatası TİP’e Samandağ dışında bir şans bırakmazken, sosyalizmin kazananı Sol Parti oldu. Defne’de desteksiz kalan TKP’nin Kadıköy’deki Maçoğlu öngörüsü de hayal kırıklığıyla sonuçlandı, bu siyaseten bir “genel seçimdi”.

Murat Kurum’un Kanal İstanbul paniği tüm seçim propagandası sırasında gözlerinden okunuyordu. Önemsiz gelecek olsa da en büyük kişisel hatasını, Hakan Ural’ın sunduğu bir sabah kuşağı programına katılarak yaptı. Kendisine yapılan esprileri anlamıyor, bazen soruları dahi idrak edemiyordu. Küçük, gereksiz polemiklere girmekten kendini alıkoyamadı ve son olarak, zaten İmamoğlu’na karşı şansı yok denecek kadar azdı.

Özgür Özel, henüz ilk seçiminde yaşadığı başarıyı Süleyman Seba’dan örnek verdiği ilginç bir itidalle karşıladı. Muhtemel bir parlamenter sisteme dönüşte, İmamoğlu ve Özel’in hangi rolleri paylaşacağını kestirmek güç olmayacaktır.

Başlangıçta sorduğumuz soruya dönecek olursak, gerçekten Erdoğan bu yenilgiyi kabul eder mi? Neler yapabilir?

Bunu öngörmek için öncesinde neler yaptığına bir göz atalım. “Alt ve Orta Sınıflar İçin Hızlandırılmış Şeriat” yazımızda söz ettiğimiz “küçük yasakların” artık kanıksandığına bir kuşku yok. Yakın gelecekteki hamlelerin ilki 2015’te yaşandı. Başbakan Davutoğlu “bombalar patladıkça oylarımız artıyor” gibi korkunç bir cümleyle her şeyi anlatıvermişti. Bunun öncesinde gezi, ardında olağanüstü hal süreci vardı. 2019 yerel seçimlerinin iptal edilmesi sonra olacaklar kadar korkutucu değildi. Ali İhsan Yavuz’un “hiçbir şey olmasa da bir şey oldu” sözünden daha da ağırı, Binali Yıldırım’ın seçimin neden iptal edildiği sorusuna verdiği alaycı yanıttı: “Çok basit, çünkü çaldılar.”

AKP gerçekten her şeyi basit biçimde çözüyordu. Sonraki adımlar, yüzbinlerce insan göçük altında, sosyal medya üzerinden kurtarılmayı beklerken bant yavaşlatması uygulamak ve daha ağır bir sürü şey oldu. Ardından İmamoğlu’na, küçücük bir sebepten (YSK üyelerinin organize şikâyet dilekçesiyle) siyasi yasak getirecek bir yargı kararı alındı. Kaftancıoğlu’na “ince işçilikle” getirilen yasak ve DEM’in kazandığı her ile kayyım atamak, hızlanan adımlardı.

Seçimlerin ardından TİP’in Hatay Milletvekili Şerafettin Can Atalay’ın serbest kalmaması adına Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması AKP’nin bugüne dek en ileri gittiği hamlesi oldu. Bu bir gardiyanın, hakkında tahliye kararı verilmiş mahkumu keyfi biçimde esir tutmasıyla denkti. Bugüne dek olanlara en azından hukuki bir kılıf uyduruluyorken bu sefer teknik bir kılıf bulunamamış, Yargıtay’ın AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunduğu saçma bir noktaya gelinmişti. O suç duyurusunun hukuken havada asılı kalması da kimsenin umurunda olmadı.

İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin Ekrem İmamoğlu hakkında verdiği 2 yıl 7 ay 15 günlük hapis cezası istinaf mahkemesinden her an dönebilir. Muhtemelen karara karşı itiraz, TCK m. 125/ (4) yerine hatalı biçimde 125/ (6) yazılması gibi şekli hatalar sebebiyle düzeltilerek esastan reddedilecektir.

Karar, CMK m. 286/3-(a) bendindeki istisna, “kamu görevlisine hakaret” suçunu oluşturduğundan temyize de tabi olacak ve Yargıtay’a da gidebilecek olmasına rağmen süreç, tamamen iktidarın elinde olacak. Dosyanın istinaf ve Yargıtay aşamalarından geçeceği süreye dair, örneğin “bir yıldan ya da bir aydan kısa sürede onanamaz” gibi bir kanuni sınır da yok.

Bir görüş, AKP’yi siyaseten bitirecek bu hamleye hiç kalkışılmayacağı. Fakat Erdoğan elindeki yargının bu kadarına cesaret edilemeyeceği düşünülen her şeyi sırayla gerçekleştirdiği de ortada. Bir diğer makul seçenek ise Yeniden Refah düğümünü Sinan Oğan’da yapıldığı gibi bir yolla çözmek. Erdoğan’ın parti içinde kendinden başka herkesi cezalandırması ise, alışılmadık bir şey değil.

Erdoğan’ın önünde yenilgiyle yüzleşmek için uzun bir süre var. Yenilginin kabullenilmemesi ve daha da keskinleşilmesi ise Rasim Ozan’ın çizdiği türden bir felaket senaryosu değil, beklenmesi olası, somut bir tehlike. 

*Avukat