Erdoğan yönetimi her açıdan iktidarının sınırlarına dayanmış durumda. Ekonomik çöküş sürüyor ve düzeleceğine dair hiçbir ciddi program, plan ve çaba görünmüyor. İç politikada Erdoğan, MHP, Vatan Partisi ve kabinede Soylu ekibi arasında sıkışmış durumda. Yerel seçimlerde bütün kritik büyük şehirleri kaybetti. İdeolojik olarak İslamcılık Ortadoğu’da tasfiye oldu, en son Sudan’da Beşir bir halk ayaklanmasıyla iktidarını kaybetti. İçeride bir siyasal ideoloji olarak İslamcılığın imajı yolsuzluk ve istismarla anılarak giderek bozuluyor.
Erdoğan iktidarının en çok sıkıştığı alanlardan biri de dış politika. 2015 sonrasında devreye soktuğu ABD’yi Rusya’yla yakınlaşarak dengelemeye çalışma siyaseti de sınırlarına ulaştı ve bir tıkanma noktasına geldi. Dış politikanın bu alanlardan farkı, iç politikada olduğu gibi söylem üretip, yandaşlar aracılığıyla manipüle edilmesinin mümkün olmaması.
Bu yazıda S 400 füze sistemlerinin alımı sürecinin öncelikle ABD ile Rusya arasında küresel ölçekte devam eden çekişmenin bir parçası olduğunu göstereceğim. Bu süreçte bizi daha çok ilgilendiren kısmı S 400 konusunun Ukrayna, Karadeniz ve Doğu Akdeniz eksenli bir güç mücadelesinin parçası olarak önem taşıması. Bu bağlamda S 400 alımının bir sıradan silah alımının ötesinde anlam taşıdığını, Türkiye’yi hangi kararı alırsa alsın zorlayacağını, dış politikadaki bu açmazın ve günü kurtarma stratejisinin sonuna geldiğini ve bu durumun Erdoğan iktidarının ayakta kalma koşullarını zorlaştırdığını tartışacağım.
S 400’LERİN ABD İÇİN ÖNEMİ
S 400 füze sistemi henüz herhangi bir operasyonel geçmişe sahip olmasa da ABD’de üretilen Patriot ve diğer ülke sistemlerine göre radar, uçuş menzili ve tepki süresi gibi açılardan daha üstün ve fiyat olarak da daha uygun bulunuyor. Fakat sorun hangi sistemin teknolojik açıdan daha üstün olduğunun ötesinde. Savunma sanayiyle ilgili yayınlar, dünyada 13 ülkenin bu sistemi alma planı yaptığını, bunlardan üçü yani Türkiye, Çin ve Hindistan’ın anlaşma imzaladığını belirtiyorlar (S 400’ler Çin’e teslim edilmeye başlandı). Bunlar arasında Suudi Arabistan, Katar, Mısır gibi diğer ABD müttefikleri de var ve onlar da muhtemelen ABD’nin Türkiye’ye göstereceği tepkiyi ve bunun sonucunu yakından takip ediyorlar. Eğer Türkiye bu füze sistemini alıp kullanmaya başlarsa bu durum diğer ülkeler açısından da bir örnek oluşturacak ve ABD itirazının etkisini azaltacak.
İkinci olarak ABD daha 2017 Ulusal Güvenlik Belgesinde Rusya’nın bölgesel konularda ABD’nin alanını sınırlama çabasına değinmişti. Yine bu ay başında Washington’da yapılan NATO zirvesinde, Karadeniz’de NATO’nun etkinliğini ve Ukrayna ile Gürcistan’a desteğini artırma kararı alarak Rusya konusu öne çıkarıldı. Bir süredir NATO’ya bağlı savaş gemilerinin Karadeniz'de bulunma süreleri artırıldı. Tabii bu kararların altında bir üye devlet olarak Türkiye’nin de onayı var.
Rusya bu füzeleri Suriye’ye 2015, ilhak ettiği Kırım’a ise 2017’de yerleştirdi. Türkiye tam da ABD’nin Karadeniz ve Doğu Akdeniz ile Baltıklar’da Rus etkinliğini azaltmaya çalıştığı bir sürecin ortasında S 400 satın alma anlaşması imzaladı. Bu füze sistemini Türkiye’nin alması durumunda Rusya Kırım’dan Lazkiye’ye uzanan bir hatta hava sahasının önemli bir kısmını S 400’lerin radar sistemleriyle takip etme imkanına kavuşacak. Bunun Rusya açısından çok önemli bir stratejik kazanım olduğu ortada ve Türkiye, her ne kadar kendi kontrolünde de olsa, bu radar sisteminin yazılımlarıyla Rusya’nın kendi ihtiyaç duyduğu bilgileri elde etmesine engel olamayabilir. Rusya’nın hiç ilgisinin olmaması gereken Amerikan seçimlerine siber yoldan müdahale edip etmediğinin tartışıldığı bir ortamda, kendi ürettiği füze ve radar sistemine satış sonrası hiçbir erişiminin olmayacağını varsaymak saflık olur.
Ayrıca, Rusya NATO üyesi ve ABD müttefiki Türkiye’nin Patriot sistemi yerine S 400 almasını sağlayarak hem kendi askeri-endüstriyel kompleksinin üstünlüğünü kanıtlamış, hem ticari bir kazanç elde etmiş olacak. Daha şimdiden Türkiye ile ABD arasında ciddi bir sorun yaratmış olması ise Moskova’nın kazanç hanesine yazıldı bile.
TÜRKİYE’NİN FÜZE SAVUNMA SİSTEMİNE İHTİYACI VAR MI?
Türkiye şimdiye dek herhangi bir balistik füze veya savaş uçaklarıyla yapılmış bir hava saldırısına uğramadı. Böyle bir ihtimal belirdiğinde 1991, 2003 ve 2012’de NATO’dan koruma istedi ve bu talep Patriotlar gönderilerek yerine getirildi. Hatta şu anda bile Türkiye’de Güneydoğu’da konuşlanmış İspanyol ve İtalyanlara ait Patriot bataryaları var. Eğer Türkiye’ye S 400’ler söylendiği gibi Temmuz ayında teslime başlanırsa ve Patriotlar, teslimattan önce çekilmezse, Türkiye her iki sistemi de topraklarında bulunduran ilk ülke olacak.
Bununla birlikte konu son derece teknik ve her bir bölgesel krizde Türkiye’nin neden bir etkili hava savunma sistemine sahip olmadığı konusu eleştirel bir şekilde gündeme geliyor. Burada şunu belirtmek gerekir ki, hava sahasını ve tabii topraklarını tam olarak koruyan bir sistem yok. Bunun geliştirilebilmesi kısa, orta ve uzun menzilli füzeler, çok katmanlı hava savunma silahları, geniş ve entegre radar sistemleri ve günümüzde tabii ki uydu bağlantılı gelişmiş sistemleri gerektiyor. Bunun da son derece maliyetli olduğu tahmin edilebilir. Türkiye S 400’ler konusunda, ABD tepkisini yatıştırmak için bunun NATO sistemine entegre edilmeyeceğini, S 400’lerin NATO sistemlerini düşman olarak görmeyeceğini açıklamak zorunda kaldı. Dahası, Savunma Bakanı Hulusi Akar S 400 bataryalarını İstanbul ve Ankara’ya yerleştirip, F 35 uçaklarını ise Malatya’da tutmaktan söz etti. Bu durumda, örneğin F 35 uçakları tören için bile İstanbul ve Ankara gidemeyecek, İzmir’e gitmek için Akdeniz üzerinden uçmak zorunda kalacak. S 400’ler NATO hava savunma sistemine entegre edilmeyince bu kez yalnızca kendi radar sistemiyle yetinmek zorunda kalacak ve bu da kapasitesinin zayıflaması anlamına gelecek.
Öte yandan, Türkiye aynı anda şu an dünyadaki en pahalı, en gelişmiş ve radar görünürlüğü çok düşük bir savaş uçağı olan F 35’in hem parça üreticisi hem de müşterisi. Yani, savaş uçaklarıyla yapılacak olası bir hava saldırısı karşısında zaten daha en baştan caydırıcı olması beklenir. Şu ana kadar Türkiye bu proje için 1,25 milyar dolar harcama yapmış durumda ve Avrupa’daki uçakların bakım merkezi olmayı planlıyor.
Dolayısıyla, bir yandan 2002’de başlamış olan F 35 projesi bir yandan 2,5 milyar dolar tutacağı ve kaporası ödendiği söylenen S 400 füze sistemi sınırlı olan kaynakların silahlanmaya harcanması demek. Ayrıca, Türkiye’nin S 400 alımını meşrulaştırmaya çalıştığı teknoloji transferi konusunda kamuoyuyla paylaşılmış herhangi bir bilgi yok. Örneğin, ne tür bir paylaşım, yazılım mı, radar ya da füze üretimi mi, bu konularda hiçbir açıklık olmadığını belirtmek gerek.
Bir diğer nokta da Türkiye’yi vurabilecek füze sistemine sahip ülkeler olarak başta Rusya olmak üzere, Suriye, Ermenistan ve İran var. Bu durumda Rusya hem en gelişmiş füze sistemine sahip komşumuz hem de bu füzelere karşı koruma sistemi tedarikçimiz oluyor. Diğerleri ise Rusya’nın müttefikleri. Dolayısıyla, Rusya’dan alacağımız sistemin Türkiye’yi Rusya ve onun müttefiklerinden korumasını bekleyeceğiz.
S 400 DENGE SİYASETİNİN GEREĞİ Mİ?
Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana kuzey komşumuz Batı’ya karşı bir dengeleme işlevi gördü. Menderes’ten bu yana ise iktidara gelen hükümetlerin çoğu ABD ve Batı’nın onlarla işi bittiğinde ya da ABD karşısında alternatif arayışlarına girdiklerinde yüzlerini Sovyetler Birliği’ne/Rusya’ya döndüler. Menderes bozulan ekonominin kaynak ihtiyacı için Moskova’ya gitmeyi planladı ama ömrü yetmedi, Demirel kalkınma hamlesini 1965’ten sonra Sovyet desteğiyle yürütebildi, Ecevit 1978’de Sovyetlerle ortak silah üretimi yapmak için Kenan Evren’i Moskova’ya gönderdi, Özal Sovyetlerden doğal gaz alımını başlatırken, müteahhitler onun zamanında bu ülkedeki ilk ihaleleri aldılar. Şimdi de Erdoğan, Arap Baharı'ndan sonra Ortadoğu’da hiç dostu kalmayıp, AB ile ilişkileri de bozunca, 2016’da Putin’e bir özür mektubu yazdı ve bir yandan enerji alanında işbirliğini yoğunlaştırırken öte yandan Astana Süreci ve bir aciliyeti bulunmayan S 400 alımıyla ABD’yi dengeleme arayışına girdi. Bu süreçte bir ihtimal, içte darbe girişimi sonrasında yaslandığı Avrasyacı çevrelerle girdiği üstü örtülü ittifak da rol oynuyor olabilir. Erdoğan yönetiminin Rusya’dan S 400 gibi kritik bir silah sistemini satın almanın basit bir ticari işlemden çok stratejik boyutu ve sonuçları olan bir siyasal tercih olduğunu bilmemesine imkan yok. Fakat bu ABD’ye, Türkiye’nin alternatifi olduğunu gösterme çabasının sonuna gelinmeye başlandı.
S 400 ISRARININ BEDELİ
Şu anda konu öyle bir aşamaya geldi ki, S 400’leri almanın da vazgeçmenin de maliyeti yükseldi. ABD bu konuda hem yönetim (Trump ve Pence’in çok sert açıklamaları), hem Pentagon, hem de Kongre ve orada da her iki partinin de ortaklaşa hareket ettiği (bipartizan) tek sesle tepki veriyor.
S 400’ler alınırsa Türkiye’ye F 35’lerin teslimi gerçekleşmeyecek, bu konuda yasa tasarısı hazırlandı. ABD ayrıca Türkiye’yi büyük bir olasılıkla CAATSA adı verilen ve hasımlarıyla yaptırım yoluyla mücadele adını verdiği yaptırım kapsamına alacak.
ABD Kongresi’ne Nisan 2019’da sunulan bir yasa tasarısıyla “Doğu Akdeniz’de Güvenlik ve İşbirliği’ adı altında ABD’nin Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail ile güvenlik konularında ve enerji alanında işbirliği yapması ve Rumların kontrol ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’ne 1987’den beri sürmekte olan silah ambargosunun (evet ABD resmen tanıdığı Rumlara silah ambargosu uyguluyordu) kaldırılması önerildi. Mısır’ın da bir süredir bu ülkelerle yakın işbirliği yaptığı düşünülürse bu durum Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de giderek daha fazla yalnızlaşması anlamına gelecek. Bunların hepsi şu anda ABD’nin elindeki kozlar ve ayrıca Halk Bankası konusu da elinin altında.
Öyle görünüyor ki, Erdoğan yönetimi Trump’a güveniyor ve ABD’nin kendisini kaybetmeyi göze alamayacağını düşünüyor. Muhtemelen de yanılıyor.
Türkiye bu füze sistemini alıp bir başka ülkeye gönderirse bütün bu ihtiyaç temelli açıklamanın bir anlamı kalmayacak. Ayrıca ABD baskısına boyun eğmiş olacak. Bir diğer ihtimal, aldıktan sonra operasyonel hale getirmemesi. Bu da Türkiye’yi yine son derece zayıf bir konumda bırakacak. 2,5 milyar doları Putin’i memnun etmek için heba etmiş olacak ve karşılığında ABD’nin gereksiz öfkesini çekmiş olacak.
Şu an Türkiye ekonomisi ve özellikle döviz kuru konusundaki kırılganlık, değil bir ABD yaptırım kararını, bunun ima edilmesini bile kaldırabilecek durumda değil. Erdoğan yönetiminin ABD ile aynı anda hem S 400, hem İran’a yaptırımlar, hem de Fırat’ın doğusu konusunda bastırıp istediğini elde etmesinin imkanı yok. Bu üç kritik konuda ısrarcı olmasının da geri adım atmasının da kendisi ve Türkiye açısından bedeli ağır olacak.