İktidarın 'simge' saydığı projelere de imza atmış büyük inşaat firmasının sahibi, bir aydır randevu almaya çalışıyordu. Partinin önemli isimlerini, bakanları devreye soktu. Nihayet gün verildi. İçeri girdiğinde görüşmek için türlü eziyetlere katlandığı isim camdan dışarıyı seyrediyordu. Yüzünü dahi dönmedi, beş dakika dinledi ve "Bu kadar mı?" diye sordu. Sektörün durumu, kredilerin kesilmesi, satışların durması, kendilerine de kurtarma planı hazırlanması... Söyleyeceği ne çok şey vardı oysa, ama bir 'sırtla' ancak bu kadar konuşulabilirdi. "Evet efendim" diyebildi sadece ve çıkıp gitti.
Falih Rıfkı Atay romanlarından fırlamış bir 1930'lar mizansenini andıran bu hikaye şu sıralar kulaktan kulağa dolanıyor. Patronun dert yandığı gazeteciler elbette olayı yazamadılar. Benzerlerinde olduğu gibi. Yandaşların adına bile sorunları yazabilecek bir medya da kalmadı çünkü. Sükut sarmalı yalnızca muhalefeti etkilemiyor, kaderini ve gelirini iktidara bağlamış olanları da içine çeken bir girdaba dönüşüyor.
AKP’yi kuran ilk kadroda görev almış, MKYK üyeliği ve üç dönem İzmir milletvekilliği yapmış Mehmet Tekelioğlu'nun 12 Ekim günü yazdığı Kızılcahamam yazısı bu bakımdan dikkat çekiciydi. Salonda başka kuliste başka konuşulmasının 16 yıldır ilk defa görüldüğünü belirten Tekelioğlu şöyle diyordu: "Suskunluk kaderimiz olmuş durumda. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan hiçbir sınırlama koymadı... Peki, kulislerdeki sıkıntı niye dile gelmedi. Muhtemelen trollerin katliamından çekinilmiştir. Trollere söz geçiren de olmadığına göre endişeyi makul mü görmeliyiz? Suskun bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz… Oysa Ak Parti’ye gönül verenlerin de, ülkeye gönül verenlerin de susacağı günler değil bu günler…"
Parti içinde hâlâ prestijli bir isim sayılabilecek Tekelioğlu'nun serzenişi bununla da sınırlı kalmadı. Erdoğan'ın kriz var mı yok mu bir türlü karar veremediği ve sonuçta İsmet İnönü'nün resmini havaya kaldırarak yine bildik türüğünü sergilediği konuşmanın perde arkasına dair ilginç bilgiler verdi. Salonda konuşmayı canhıraş alkışlayanların kulislerdeki derin kaygılarından bahsetti. Bir sanayicinin yanına gelip, “Hocam uçurumun kıyısındayız, elimizden tutan olur mu bilmiyorum, Allah akıbetimizi hayretsin” dediğini aktardı. Meraklısı yazının tamamını şuradan okuyabilir.
Kısaca iktidar blokunda işler iyi gitmiyor. İttihatçıların Men-i İhtikar Heyeti'nin faaliyetlerini andıran fırıncı, pazarcı, marketçi denetimleriyle, TÜİK sepetinde oynamalarla enflasyonun düşmeyeceğinin kendileri de yandaş patronlar da farkında. Kimse uzun vadeli projelere bel bağlamıyor, yatırım yapmıyor. İktidarın kurduğu sebillerden kana kana içenler de havuzun kuruduğunu anlıyor artık. Ne aldığı ihaleyi bitirebiliyor, ne de bitenin parasını alabiliyor. Onlara sunulan yegane seçenek konkordato ilanı. Kısa süreli bir kaçış yani. Peki nereye kadar?
"Elimizden tutan olur mu" dedikleri elin en büyük derdi de bu zaten. Siyasi hayatının en sıkıntılı seçimine hazırlanmak zorunda. Mart ayına kadar ekonomiyi yüzdürmek değil meselesi; '50 üründe yüzde 10 indirim'le koca bir ekonominin çarklarının dönmeyeceğini Erdoğan bilmiyor mu? Derdi faturanın cüzdanlara, sofralara, sokaklara geç yansımasını sağlayabilmek. Yoksa iflaslar, Varlık Fonu, hukuk dışı tahvil satışlarıyla kamu bankalarının sermaye yapısını tahkim etme hamleleri vb. 'yüksek ekonomide' yaşananların sandığı kısa vadede etkilemeyeceğini düşünüyor. Doğrudur da. 'Olay psikolojik' dediği kısım tam burası. Bunların haber olması, tartışılması, yayılmasının vatandaşın nezdinde kriz düşüncesini güçlendirmesi. Buna karşın Erdoğan'ın asıl kaygılarının ne olduğu, kriz yok dediği halde acil manevra yaptığı olayların çetelesinde yazılı: McKinsey'in tabanda verdiği ağır hasarı görür görmez vazgeçti, cüretkar açıklamalarına rağmen rahibi bıraktı. Market raflarına elinden geldiğince müdahale etti.
İktisatçılar haklı olarak atılan adımları, ekonomik durgunluğa çare olup olmayacağı terazisinde tartıyor ve çoğunlukla da aptalca buluyor. Ne var ki, iktidar aynı ölçüyü kullanmıyor, onun ağırlık birimi sandıktan çıkacak oylar. Dolayısıyla 2023 hedefi Erdoğan açısından çoktan 2019'a çekildi bile. Bu ekonomik yapıyla bırakın yılları, ancak ayları hesap etmek mecburiyetinde.
***
İktidarın 16 yıllık mahareti kayıpları en aza indirmek değil ucuz ve bol parayla iş çevirmekti. Yandaşını da böyle besledi, kendisine oy verenleri de. Refah göstergesi olarak ücret artışı, istihdam, eğitimden ziyade ev, araba, tatil, alışverişin kıstas alınması bol para döneminin mantığıydı. Bugün Hazine'nin iç borcuyla vatandaşın borcunun aynı miktara gelmesi bir şeyler anlatıyordur herhalde. AKP'nin seçim başarılarıyla onun vatandaşa sunduğu 'kredili refahı' bir arada düşünmekte fayda var.
Nitekim 2001 krizinin en önemli sonucu Türkiye’nin büyüme modelini değiştirmesiydi. Türkiye, bütçe açığı veren, kamu kesimini borçlandıran bir modelden cari açık veren, özel kesimi ve halkı borçlandıran yeni bir modele geçti. Bugünkü kriz işte bu büyüme modelinin iflas ettiğinin göstergesidir. O bolluk döneminin kısa sürede geri gelmesi de gerçek anlamda mucizelere bağlı. Dolayısıyla büyüme modeline tekabül eden siyaset anlayışı da etrafındaki halkalarla birlikte aynı krizi derinden yaşıyor. Güç kullanımının yoğunlaşması, zorbalık, seçileni kayyımla geri alma tehditleri belki günü kurtarmaya yetebilir lakin, iktidarın bekasını sağlamaya muktedir olması pek mümkün görünmüyor.
Salt polisiye tedbirlerle seçim kazanılmayacağı Türkiye tarihinde defalarca tekrarlanmış bir derstir. Erdoğan'ın muhtaç olduğu kudret acil sıcak paradır. İş Bankası'ndaki CHP hisselerine hallenmesi, ABD, Almanya, Hollanda ile ilişkileri çabucak rayına sokmaya çalışması, rahibi bırakması bundandır. Elleriyle geliştirdiği formül eline ayağına dolanıyor şimdi: Para yoksa ne yandaşı tutabilirsin ne vatandaşı...
Erdoğan siyasi hayatında ilk kez sert bir ekonomik daralmanın yaşandığı süreçte seçime giriyor. Krizin henüz ucunun göründüğü 24 Haziran'da yedi puan oy kaybetmiş bir partinin yerel seçimlerde arzu ettiği başarıyı elde edebileceğini söylemek fazlasıyla iyimserlik sayılır. İlk kez finansal krizin ortasında meydanlarda oy istemek durumunda kalacak Erdoğan kime, ne vadedecek? Cevabı kendisi verdi aslında: "Ben gidersem sizin durumunuz hiç iyi olmayacak!" Tonu fazlasıyla otoriter ve özgüvenli görünse de bu söylem, AKP'yi oy pusulasında 2023 vizyonuna sahip coşkulu bir tercihten çok 'ehven-i şer' durumuna çekmektir. Muhalefetin şu anki hali de göz önüne alınırsa 2019 Mart'ında AKP'nin elde edebileceği en iyi pozisyon da ancak bu olur: Kötünün iyisi!