Erdoğan'ın Gezi sancısı ya da eylesin neyleyecekse 'şehrin' insanı 2

Gezi eylemliliği kent hakkı olarak kentin sermaye ya da iktidara ait olmadığı, sadece kentlilere ait olduğu anlamına gelir. Eylem de kentin nasıl bir yere dönüşeceğine kolektif olarak birlikte, müzakere ederek karar veren gerçek demokrasinin kararlı ortaya konuşu olarak hayata geçmiştir.

Abone ol

Yazının önceki bölümünde Gezi'nin meşruiyet kaynağını açıklamıştım Bu bölümde ise Gezi eylemliğinin kent hakkı kavramı içinde okunacak bu boyutu ile kentçi bir hareket olan niteliğine değinmek istiyorum. Gezi eylemleri insanların kentlerine yönelik sermayeci saldırının deprem esnasında bile toplanacak yeşil alan bırakmayan o dehşetli betonlaşmaya karşı kentimi istiyorum tavrıydı. Başkaldırı "Bu park benim kent içindeki hayat alanlarımdan biri ve onun sizin para hırsınız nedeni ile yok edilmesine müsaade etmiyorum" diyen bir mesaj ile ortaya çıkmış oldu.

David Harvey, Henri Lefevbre tarafından dile getirilen kent hakkı kavramını şöyle açar:

“Ne tür bir kent istediğimiz sorusu ne tür toplumsal bağlar, doğa ile ilişki, yaşam biçimleri, teknolojiler ve güzel duyu değerleri arzuladığımız sorusundan ayrılamaz. Kent hakkı kent kaynaklarına ulaşma bireysel özgürlüğünden çok öte bir şeydir: Kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Ayrıca bireyselden çok ortak bir haktır çünkü bu dönüşüm kaçınılmaz olarak kentleşme süreçlerini yeniden şekillendirmek üzere ortaklaşa bir gücün kullanımına dayanır. Kentlerimizi ve kendimizi yapma ve yeniden yapma özgürlüğünün en değerli ama aynı zamanda en çok ilgisiz kalınmış insan haklarımızdan biri olduğunu ileri sürmek isterim.”(1)

Gezi eylemlerine damgasını vuran kendiliğindenci ruh ile tam birebir örtüşen bir kavram kent hakkı ve ona eşlik eden müşterekler.

Erdoğan ve AKP’de temsil edilen kapitalist küreselleşmeci kent mantığında, kent sadece sermayenin istemlerine uygun olan iktidar tarafından dönüştürülür. Küresel sermayenin kentlere yatırım yapması için de onun istemlerine uygun düzenlemeler yapılır. Bu yönü ile kapitalist küresel kent olgusu, Karl Polanyi’nin İngiltere’de kapitalist mülkiyet rejimi çerçevesinde toprakların büyük toprak sahiplerince ele geçirilmesini ifade eden çitleme olgusu ile izah edilebilir. AKP döneminde de İstanbul’da yapılan bu oldu. İnşaat rantı üzerinden iktidarın kendi sermaye sınıfını üretme ve ekonomik iktidarı da ele geçirme teşebbüsü olarak İstanbul, “marka değeri” kavramı etrafında satıldı. Parsellenerek bir şantiye sahasına dönüştürüldü.

Sürekli “ecdat” söylemi ile kapitalist ve kalkınmacı bir Osmanlı imgelemi üzerinden fethe çıkılan İstanbul, kültürel olmaktan çok parasal olarak fethedilen bir mekân oldu. AKP muhafazakârlığının dilinde klasik İstanbul muhafazakârlığına eklemlenerek onun içini boşalttığı, kapitalist ve saldırgan girişimciliğini deşifre eden bir kavram fetih. Klasik İslami zihniyette fetih Allah’ın dininin hâkim kılınması olarak onun zaferi iken, burada bu anlama sahip olmaktan çıkıp kent rantının ele geçirilip temellük edilmesinin simgesidir. Allah’ın değil ahbap çavuş kapitalizminin, iç talanın zaferidir fetih. Yani İslami imgelemden ödünç alınmakla birlikte piyasacı bir hırsın diline dönüştürerek ait olduğu anlam dünyasından kopartılmıştır bu kavram.

İşte kent hakkı ve müşterekler bu fetih teşebbüsü karşısında "kent bizimdir; onu benden çalmana izin vermeyeceğim"in adıdır. Kent hakkı ve ona eşlik eden ortak olan, hepimize ait olan anlamında müşterekler ise bu fethin saldırgan, kapitalist ve sözde muhafazakâr özde sağcı milliyetçi fantazmasına karşı gerçek bir alternatifi ima eder. Gezi eylemliliği kent hakkı olarak kentin sermaye ya da iktidara ait olmadığı, sadece kentlilere ait olduğu anlamına gelir. Eylem de kentin nasıl bir yere dönüşeceğine kolektif olarak birlikte, müzakere ederek karar veren gerçek demokrasinin kararlı ortaya konuşu olarak hayata geçmiştir.

Gezi Parkı'nı anlamlı bir mekân haline dönüştüren direnişin taşıdığı esas anlam da buydu. Bir bölgedeki son dinlenme ve nefes alma yeri, üç semtin kesişim alanı olarak kentin son kalan parçalarından, müşterek bir mekânın “çalınması”na itiraz... Bir anlamda Proudhon’un mülkiyet hırsızlıktır şeklindeki anarşist vecizesindeki gibi, temellük edilmeye çalışılan bir kent alanına sahip çıkıldı. Gezi Parkı “bu alan bize kentlilere aittir ve onu çalmanıza izin vermeyeceğiz” diyen ciddi bir sosyal talepti. Belki de kenti yeniden bir ekolojik kozmos yapma tahayyülünün de simgesiydi.

AYASTEFANOS ANITI OLARAK TOPÇU KIŞLASI

Tam da bu nedenle şimdilerde şikâyet edilen kapitalizm eleştirisinin dikey mimari yerine yatay mimari sözlerinin hiçbir hakikati yok. Bunların tümü de birer diskur, birer seçim malzemesi. Kentin yeşilini, kentlisini, onun kozmozsal bir rahim olarak sarıcılığını ortadan kaldıran bir zihniyetin, şimdilerde nadim olmuş görüntüsü vermesinin hiçbir inandırıcılığı yok.

Topçu Kışlası nasıl otoriter, mütehakkim bir muhayyilenin, muhafazakâr bir korumacılığın değil de sermayeci otoriter/baskıcı bir sağ Kemalist imgelemin/tahayyülün kente yönelik saldırısıysa, müştereklere yönelik bir şiddetin simgesi ise, Gezi Parkı da anıların havuzunda biriken zengin imgelemin eşlik ettiği ve henüz kapitalist fethe maruz kalmamış bir masumiyet döneminin simgesi.

Bu nedenle Erdoğan o kışlayı istediği kadar bir rant biçimine dönüşmüş gecekondu gibi dikmeye uğraşsın, o kışlanın ömrü de kendi doğal ve siyasi ömrü kadar olacak. Buna mukabil Gezi direnişi kentin hafızasına bir ağaç kökü kadar öylesine derin nüfuz etti ki onu istedikleri kadar yerinden etmeye, Gezi Parkı'nın ağaçları gibi kökünden sökmeye teşebbüs etsinler asla unutulmayacak. Ve müştereklerin haysiyet ayaklanması olarak kent hakkı, eninde sonunda mekânını geri alıp, sıcak yaz günlerinde gölgesinde dinlendiğimiz parkın ağaçlarını tekrar toprağı ile buluşturacaktır.

Buna mukabil haksız ve baskıcı bir şiddetin sembolü olan Topçu Kışlası ise doğaya ve kente dönük bir işgal simgesi olarak, yeni bir Ayastefanos anıtı olarak hep hafızadan kovulmak istenen bir geçmişin sembolü olacak. Hâsılı AKP zihniyeti ne yaparsa yapsın Gezi'yi yenemeyeceği gibi, ne yaparsa yapsın “Boğaziçi medeniyetini” de alt edip içinden deniz geçen bu müstesna kenti fethedemeyecek. Çünkü kuraldır tarih hep evine döner. Hâsılı İsmet Özel’in çok sevdiğim Şiir’inin (2) bazı dizeleri ile ifade edersek kaba solgun kâğıtlar sunan AKP müteahhitleri olarak “şehrin insan”ına karşıydı Gezi. Yine onun dizeleriyle Gezi “örümceklerin kuytusunu ve son kadife çiçeklerini” hep bünyesinde barındıracak. Hâsılı ruh olarak bu şehre asla ait olmayan taşra huzursuzluğunun sözde şehirli insanının “kaba solgun kâğıtları” haysiyeti satın alamayacak.

(1) David Harvey, Kent Hakkı http://politeknik.org.tr/kent-hakk-david-harvey/

(2) Her okuduğumda sarıp içine çeken şiirinin dizelerinin bir bölümünü şairin izni ile iktibas etmek istiyorum.

“Yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka

çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı

durmadan beyaz bir aygırla taşardım derin göllerden

bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara

güneşin zekasıyla doymak isterdim

kaba solgun kağıtlar sunardı

şehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

Ogün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım

kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı

ham elmalar yemekten göveren dudaklarım

mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.

Azıcık gece alayım yanıma yalnız

serçelerin uykusuna yetecek kadar gece

böcekler için rutubet

örümcekler için kuytu

biraz da sabah sisi

yabani güvercin kanatları renginde

biz artık bunlar olarak gidiyoruz

eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

bozuk paraların insanı, sivilcelerin.

Tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca

ama neler olup bittiğini hiç bir ayetten

hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin”