Erdoğan'ın hukuksuz kararına İsmet İnönü referansı Meclis'ten geldi

Kendisini siyaset sahnesinde gördüğümüz andan itibaren iki lafının birisinde tek parti dönemini kötülemekle maruf bir sima olan Erdoğan’ın hukuksuz çekilme kararına dair hukukilik iddiasına, tek parti döneminden bir yasa dayanak gösterildi.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Meclis Genel Kurulunda bir görüşme ve oylamayı ilk izleyişim dokuz yaşıma rastlar. Çok heyecan vericiydi. İzleyici locasından, yani genel kurul salonuna tümüyle hâkim mevkiden ve muzafferane izleyişim, ön sırasına kurulduğum locanın konumundan kaynaklanıyor olmalıydı. O gün bugündür çıkmaz aklımdan; bizim asil, bir nevi tiyatro sahnesi gibi görünen genel kurulda, belli sürelerle görev ifa eden seçilmişlerin vekil olduğu gerçeği. Muhtemelen öğretmenimin anlatışından yadigardır. İlk hatıralar hiç unutulmaz ya hep hatırımda, başkanlık kürsüsünde Sabit Osman Avcı oturuyordu. Gerçi garip midir, normal midir bilmiyorum, görüşülen, oylanan yasa teklifinin konusunu hiç hatırlamıyorum. Aslında sınıf gezisi dönüşünde tüm okulun karşısına, rahmetli Ahmet Öğretmenimin görevlendirmesiyle geçip Türkiye Büyük Millet Meclisi hakkında mekâna ve Genel Kurul işleyişine dair gözlemlerimi aktarırken söylemiş olmalıyım. İsmet İnönü o güne dair zihnimden silinmeyen bir görüntüdür. Ne zaman adı geçse, oyunu açıklarken, sırasından doğrulmuş, hafif öne eğik duruşuyla bir elini kaldırıp ince ama net anlaşılan bir sesle “ret” dediği an canlanır gözümde. Ve hatıramdaki bu görüntünün üzerinden çok zaman geçmeden, belki iki yıl kadar sonra vefat etti İsmet İnönü. Fotoğraf ve ekran görüntüleri dışında sadece bu kadarlık bir canlı görmüşlüğüm olduğu için sanırım, zihnimde canlanan siluet şimdilik, zihnim bende durdukça kalıcı.

Salı günü TBMM Genel Kurulunu TRT 3 Meclis televizyonundan izlerken yine bu görüntü canlandı. 30/63 tarihli yasa örneği verdiğinde Muhammet Emin Akbaşoğlu, “İnönü dönemi yani” demişti. Kadınlara ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetle mücadelenin sözüm ona güçlendirilmesi için hazırlandığı iddia edilen Türk Ceza Kanun ve bazı kanunlarda değişiklik teklifi görüşülüyordu mecliste. Tabii kaçınılmaz olarak pek çok milletvekili bu görüşme sırasında İstanbul Sözleşmesi’nden iç hukuka aykırı bir şekilde çekilme kararı alınmasını gündeme getirdi. Biz kadınların, EŞİK Platformun, tüm kadın hareketinin, pek çok siyasi parti ve politikacının, milletvekillerinin, pek çok hukukçunun, Danıştay 10’uncu Daire yargıçlarından iki hâkimin ve Danıştay Başsavcısı ile çok sayıda savcının hukuka aykırı bulduğu Cumhurbaşkanı kararı hakkında hukuka uygunluk beyanı verirken getirdiği delil, tek parti dönemine ait bir yasaydı. İlginç. Tek kelimeyle ilginç ve bir o kadar düşündürücüydü Akbaşoğlu’nun konuşması.

Sadece son yirmi yılda değil kendisini siyaset sahnesinde gördüğümüz andan itibaren iki lafının birisinde tek parti dönemini kötülemekle maruf bir sima olan Erdoğan’ın hukuksuz çekilme kararına dair hukukilik iddiasına, tek parti döneminden bir yasa dayanak gösterildi. Neresinden tutsak elimizde kalacak, bu dayanıksız dayanak. Vekil Akbaşoğlu 1 dakikalık yerinden konuşma süresini aşarak sözlerine devam ederken Oturum Başkanlığını yürüten Başkan Vekili Süreyya Sadi Bilgiç’in ikazıyla gülümsedim. Benzer nakaratı duymaktan sıkılmış, bıkkın bir ses tonuyla –benim algım tabi ki- bu saatte bunları tekrarlamanın faydası olmadığı yönünde uyarması dikkat çekiciydi. İnsan hakları hukukuna dair hiçbir uluslararası anlaşmanın mevcut olmadığı bir döneme ait bir Cumhurbaşkanı yetkilendirme yasasının İstanbul Sözleşmesi gibi insan hakları hukukuna dair olan şiddet sözleşmesinden çekilme kararının usulüne delil getirmenin tutarsızlığını görmüş de olabilir. Kabul etmek gerekir ki Akbaşoğlu’nun bu girişimi, Erdoğan’ın yıllarca kötülediği tek parti dönemine, parti devleti usulüne gerçekte ne denli öykündüğüne delildir. Hukuken sapla saman karışmış olsa bile bir başka AKP alışkanlığının da itirafıydı o sözler. Atatürk dönemine ilişkin kötü bir şeyler söylemekten kaçınmaktan kaynaklı İsmet Paşa’yı günah keçisi olarak kullanma alışkanlığı bir kere daha açığa çıktı. Aslında bu örnekte dayanak alarak olumlandığı için pekâlâ “Atatürk de böyle yaptı” denilebilirdi. Tabi o zaman da gerçekte Atatürk’ün yetkilerine olan öykünme belirginleşirdi. Tam gönlünün muradını gerçekleştirmiş olarak topluma dayattığı ucube sistemde tek kişi, kendi yayınladığı kararname ile kendisini yetkilendiriyor. Böyle bir yetkilendirme usulünün Atatürk dönemiyle ilgisi yok elbette. En azından kâğıt üzerinde o sistem bile daha hukuki, daha nizamiydi. En azından parti başkanlığından ayrılmıştı Atatürk, cumhurun başkanı olacağı zaman.

Evet, neyse bu kadar uzatmak tuhaf oldu belki. Sadece Akbaşoğlu’nun sözlerinden bir doğruyu aktarmakla bitireyim. 6251 sayılı onay yasasının yürürlükte olduğunu belirtti konuşmasında. Hep söylüyoruz Cumhurbaşkanı, kendi kendisine verdiği tüm o geniş yetkilere rağmen Mecliste yasalaşmış bir kanunu kaldırma yetkisine sahip değil. Onay yasası yürürlükte olduğu için kamu görevlileri halen İstanbul Sözleşmesi hükümlerini uygulamakla yükümlü. Bu satırlar yazıldığı sırada anılan kanun teklifinin görüşmeleri yeniden başladığı için bir sonraki yazıda konuya devam edeceğimi belirteyim. Sonraki yazımda oylamaya ve sunulan görüşlerin içeriğine dair daha detaylı ama bütünlüklü bilgi aktarmayı umuyorum.

Tüm yazılarını göster