Bugün iktidar yanlılarının altı muhalefet partisinin
güçlendirilmiş parlamenter sistem üzerinde uzlaşmasına ilişkin “beş
benzemez” eğretilemesine pek takılmayalım. Kuruluş aşamasında
AKP’nin de farklı siyasi görüş ve hayat tarzlarına sahip kişi ve
grupların uzlaşmasıyla ortaya çıktığını hatırlayalım yeter. Üstelik
hala parti içinde farklı kişi ve grupların bir nevi koalisyon
sistemiyle ve rol dağılımı üzerine kurulu bir mutabakat halinde bir
arada kalabildikleri bilgisini ekleyelim. Her biri yekdiğerini
tekfir ile maruf pek çok dini grubun, her biri kendi aralarında
çıkar çatışması yaşayan farklı yapıların birbirine tahammülünden
oluşan iktidar örüntülerinin adı AKP ve Cumhur İttifakı.
Benzeşmezlikten öte çatışma potansiyeli yüksek yapıları bir arada
tutan yapıştırıcı unsur Erdoğan. Ki çatışma halinin tabana,
teşkilata, kamuoyuna açıktan yansımasını önlemek adına parti içi
dengelerin gözetilmesi şeklinde hayli yumuşatılmış ifadelerin
seçildiği de malum. AKP koalisyonu içindeki rol dağılımı
bakanlıkların paylaşılması, üst düzey bürokrasinin bölüşümü ve kamu
personel alımında her grubun cürmü kadar yer tutması bitmiyor.
Devlet ihalesi ve destek, teşvik mekanizmaları da aynı denge
gözetimiyle sürdürülüyor. Yani Erdoğan tutkal olarak kamu
kaynaklarından rant aktarma politikasını kullandığı için bir
aradalar.
Kuruluş aşamasından günümüze AKP’nin geçirdiği değişim bilindiği
üzere demokrasi ve özgürlüklerden yana olanların saf dışı kalması,
yerlerine milliyetçilikle İslamcılığın kesiştiği yerden Türk-İslam
ülküsüyle, partinin doldurulması şeklinde. Bir de üzerine iktidar
nimetlerinden yana olan çıkar öbekleriyle yeniden yapılandığını
ekleyelim, Cumhur İttifakı'nın yapısı çıkar ortaya. Bahçeli'nin
otoriter liderliği ve MHP’nin otoriter, militer teşkilatlanması
sayesinde işliyor ittifak. Teslimiyetçi görünümüne rağmen alttan
alta dayatmacı politika izlemesiyle ittifakı yönlendirmek
biçimindeki sınırlı başarıyla yetinen Bahçeli, parti içinde
sorgulanamaz olduğu için sorunsuzmuş gibi ilerliyor ittifak. Ancak
kan kaybettiği, çözülmekte olduğu, iki ittifak partisinin de
seçmen, teşkilat ve tabanda büyük erime yaşadığı gözden kaçmıyor.
Şekil ve kabuk değiştirmeyle, ortama uyum becerisiyle ve sık sık
eğilip büküldüğü, kolayca politika ve söylem değiştirdiği halde ne
hikmetse dik duruşuyla meşhur Erdoğan’ın seçmen tabanındaki erimeyi
durduracak hatta tersine çevirecek bir planı olmalı.
Siyasi yorum ve anketlerde ülkenin en büyük partisini kararsız
seçmen kitlesinin oluşturduğu görülüyor ve Erdoğan’ın bilinen
becerisi kararsızlara oynamak üzerine. AKP’den kopmuş ancak henüz
hiçbir siyasi partiye güven duymaya başlamamış olan kitleyi yeniden
kazanmak için Erdoğan ne tür hamleler yapar sorusu zihinleri meşgul
ederken Ahmet Zeki Üçok röportajını yayınladı Barış Terkoğlu. “FETÖ
ile mücadelenin resmi olarak 30 Haziran’da bittiği” yönündeki
duyuma dayalı bilgi ile kararsız seçmen oranındaki yüksekliği
birlikte düşünmek gerek. Küskünlerin içinde FETÖ iltisaklısı
diyerek icat ettikleri suç grubuna girer mi bilinmez ama kuruluş
aşamasındaki AKP koalisyonunda Gülen Cemaati bağlılarının yer
aldığını herkes bilir. Yıllar içerisinde etki gücünü bürokrasideki
kökleşmesiyle arttıran hayli güçlü bir yer alış olduğu da malum.
Hal böyle olunca küskünleri yeniden partiye döndürmenin, kırgın
seçmeninin gönlünü yeniden kazanmanın yolu olarak görülen
politikalardan birisi 30 Haziran'da resmen yürürlüğe girmiş
denilebilir. “Neredeyse tüm akraba-i taallukatın bu ilişkiler
yumağında yer alması, tüm parti mensuplarının savunma mekanizmaları
geliştirmelerine, soruşturma ve kovuşturmalara müdahalelere varan
boyutlara ulaşmasına neden oldu.” diyor ya Ahmet Zeki Üçok,
teşkilat ve kadrolar dışında seçmen tabanı açısından bu tespiti
beşle çarparak doğru kabul etsek yeridir. Dolayısıyla artık iktidar
yandaşı haber ve yorumlarda “FETÖ'cü” yaftası pek duyulmayabilir.
Belki isimlendirmede bir parça değişime giderek aynı yaftayı bir
süredir görüldüğü üzere sadece FETÖ ile mücadele edenlere
yapıştırma gayreti devam eder. Tabii ki 25 Temmuz'u da
gözlemeliyiz. OHAL sonrası OHAL yetkilerini kullanmak için
hazırlanmış geçici madde yürürlükten kalkacak mı yoksa süresi
uzatılacak mı, duruma bakıp emin olmak gerekir.
Diğer yandan deneyimlerimiz doğrultusunda Erdoğan’ın
kararsızları kazanmaktan öte kararsız grupların varlığından güç
aldığı da unutulmamalı. Yanına çekemediklerinin karşısına geçmesini
önlemek üzerine kurulu bu politika yıllardır Erdoğan’ın çok işine
yaradı. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarının
yürütüldüğü dönemden çok iyi biliyoruz bu yöntemi gayet başarıyla
kullandığını. Kısaca hatırlayalım o süreci. 2020 ortalarında Numan
Kurtulmuş İstanbul Sözleşmesi aleyhine beyanat vermiş ve kısa süre
sonra AKP MYK gündem listesi bir karalama halinde basına
sızdırılarak maddeler arasında Sözleşmenin yer aldığı kamuoyuna
duyurulmuştu. O sırada yapılan bir kamuoyu araştırmasında (Temmuz
2020 Türkiye Barometresi) İstanbul Sözleşmesi hakkında fikrim yok
diyenlerin oranı ülkede yüzde 74 çıkmıştı. Fikrim yok grubunun
seçim anketlerinde kararsız başlığına tekabül edeceğini de yazalım
aklımıza ve devam edelim süreci hatırlamaya. O günden sonra
yaklaşık bir ay kadar bir süre boyunca basın yayın organları haber,
yorum ve tartışmalarda Sözleşmeye geniş yer ayırmaya başladı. Kadın
hareketinin zaten daima gündemindeydi konu. Yayınlardaki farklılık
özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması gerektiğini söyleyen
kadın örgütü temsilcilerine ve sözlerine de ekranlarda ve gazete
sayfalarında yer verilmesi olmuştu. Bir ay kadar yoğunlukla
İstanbul Sözleşmesi tartışıldı ancak kısa süre içinde Erdoğan’ın
“tartışmalara nokta koymak gerektiğini düşünüyorum” sözleriyle
bıçak gibi kesilivermişti. O tarihlerde “bu nokta değil noktalı
virgül” diye yazmıştım çünkü Erdoğan’ın noktayı nereye koyacağını
herkes meşrebince anlamıştı. AKP’li kadınlar ve partili olmayan
dindar kadınlar “reyiz noktayı koydu Sözleşme karşıtlarını
susturdu” şeklinde okudular süreci. Sözleşme karşıtları ise “tamam
reyiz noktayı koydu, kurtulduk sözleşmeden” diyorlardı. Kamuoyu
gündeminde konunun geniş yer tutmasını önlemek amacıyla söylenen bu
sözün arka tarafta sessizce Sözleşme aleyhine çalışma yürütüleceği
anlamına geldiğini noktalı virgül olarak isimlendirmiştim. Çünkü
Temmuz'da yüzde 74 olan fikrim yok oranı tartışmalar sayesinde
Ağustos araştırmasında yüzde 56’ya inmişti.
Bu tecrübeden yola çıkarak söylemek gerekirse Erdoğan kararsız
oranındaki yükseklikten endişe etmiyor. Kararsız oranındaki
düşmenin karşısındaki partilere geçişi göstermesinden endişe
ediyor. Kararsızların kendi partisine dönmesi için enerji harcamak
yerine büyük ihtimalle yeni küskünler yaratmamak için çalışmak
gerektiğini düşünüyor. Teşkilatına hitaben yaptığı konuşmalarda bu
vurgunun giderek yükseldiği de ortada. FETÖ ihraçları bağlamında
kendisinden kopanların geri gelmesi mümkün olmazsa bile muhalefete
kaymalarını önlemek üzere hareket ettiği düşünülebilir. Çözüm
sürecinin sonlandırılmasından itibaren yapılan her seçim öncesi
“yeni çözüm süreci” iması içeren birtakım söylentilerin kamuoyuna
pompalandığını hatırlayıp bu defa seçim kampanyasının Gülen cemaati
bağlılarını yeniden kazanmak, mümkün olmazsa bile daha fazla yeni
küskün yaratmamak üzerine kurulduğu söylenebilir.
Böyle bir tabloda popülist siyasetin rüzgarıyla muhalefet
partileri ve muhalif medya nasıl hareket eder, bence asıl muamma
burada. Demokrasi ve özgürlükler yolunda hareket etmeleri umulur
ama eski tas eski hamam misali küskünleri eski AKP yöntemleriyle
yanlarına çekmek isterlerse iktidar değişse de değişen bir şey
olmaz memlekette. Fakat gerçekten demokrasi ve özgürlükler için hak
ihlallerine karşı hukukun üstünlüğü yönünde politika üretmeye niyet
ederlerse muhalif basına çok iş düşecek orası kesin. Helalleşme
girişimlerinin gerçekleşebilmesi, hayata yansıması için yüzleşme
gerekir diyoruz ya muhalif basın bu konuda önemli rol oynayabilir.
Yüzleşme ekranları kurulabilir örneğin. Darbe, darbe teşebbüsü
davalarında hak ihlalleri yaşayanlarla darbeler sırasında
darbecilerin uygulamaları nedeniyle hak ihlalleri yaşayanlar
karşılıklı konuşturulabilir aynı programda, aynı ekranda veya
sayfada. Hesap sorma ve yargılama, hüküm verme değil konuşmalarda
birbirinin yüzüne karşı kendi yaşadıklarını anlatma fırsatı,
ötekini dinleme ve anlama şansı sunacak program ve röportajların
toplumun geniş kesimlerine yayılacak bir yüzleşme ortamı yaratma
ihtimali var. Ve bu ihtimalin gerçekleşmesi, iktidarın ihlallere
son verme ve yeni küskün yaratmaktan kaçınma şeklindeki seçim
planını bence işlevsiz kılar. Kararsız seçmende muhalefete yönelik
güven duygusu oluşmasına yarar sağlar. Fakat helalleşme söylemine
övgüler sıralanırken bir programda darbelerden birinin mağduruna
beş on dakika söz hakkı verilip aynı ekranda sonraki programda o
darbenin darbe olduğu gerçeği yani hak ihlalleriyle hukukun darp
edilmiş olduğu gerçeği yok sayılarak darbenin failine bir saat söz
hakkı verilirse bu yüzleşme olmaz. Biraz samimiyet biraz geniş
gönüllülük, çokça söyleme ve dinleme fırsatı bulmakla mümkün
yüzleşme ve toplum olarak mahkemelerde hüküm kurulmasından çok bu
şekilde birbirimizi görmeye, duymaya ve anlamaya, kendimizi
anlatmaya ötekini anlamaya ihtiyacımız var.