Bölgede siyasilerden gazetecilere herkes Musul sorununun çözümüne yönelik çok fazla umut taşımıyor. Hakim olan duygu büyük bir belirsizlik. Irak Başbakanı İbadi'nin 'Türkiye iç sorunlarını dışarıya taşımak için Saddam'ın politikasını benimsemiştir' sözlerinin ne anlama geldiğini sorunca Süleymaniye'de herkes aynı yanıtı veriyor; 'Kuveyt'in işgali!'
SÜLEYMANİYE- Irak Başbakanı Haydar El İbadi Türkiye'ye karşı zehir zemberek; "Irak'ın egemenliğini ihlal etmemeleri konusunda da ileri gitmemeleri için uyarıyoruz" diyor.
Bağdat'ta ne zamandır görülmeyen türden bir gösteri gerçekleştiriliyor Türkiye Büyükelçiliği önünde. Marşların çalındığı, sloganların atıldığı gösteri, Arap ve Kürt televizyonlarından canlı yayınlanıyor.
İbadi'nin Bağdat'taki yabancı misyon temsilcileri ve büyükelçilerle buluşmasındaki sözleri tartışılıyor:
"Erdoğan, Irak Kürtlerinin asimilasyona maruz kaldığını söylüyor. Peki, siz Türkiye Kürt'lerine askeri ve siyasi haklarını verdiniz mi, soruyorum."
Ancak bir sözü var ki İbadi'nin, ruhuna tam varabilmek için buralarda olmak gerekiyor:
"Türkiye iç sorunlarını dışarıya taşımak için Saddam Hüseyin'in politikasını benimsemiştir."
Irak'ın yakın tarihini iyi bilenlere, Saddam Hüseyin dönemini yaşamış olanlara soruyorum "Ne anlama geliyor" diye. Herkes sözleşmiş gibi tek bir yanıt veriyor; "Kuveyt'in işgali."
Sonra başlıyorlar İran-Irak savaşından sonra yaşanan siyasi ve ekonomik krizi, Saddam'ın ülkeyi daha kolay yönetebilir duruma gelmesi için Kuveyt'i işgal etmesini ayrıntılarıyla anlatıyorlar.
Görünen o ki, Musul operasyonu, Irak'ta birbirleriyle gerilim yaşayan farklı yapılardan bazılarının geçici de olsa bir araya gelmesini sağlamış.
Uzun sürebilecek bir savaşa girdiklerini biliyorlar ama özellikle Erbil'in Irak merkezi hükümetiyle uzun süredir yaşadığı sorunun Musul yakınlaşmasıyla daha kolay çözüleceğine, bu krizin fırsata çevrilmesiyle bölgede yaşanan ekonomik sorunların da aşılacağına inanmak isteyen siyasi çevrelerin varlığı da söz konusu.
Herkes bir kahramanlık hikayesi olarak anlatıyor Irak Ordusu'nun Başika'daki Türk birliğinin önüne set çekerek Musul'a giden yolu kapatmasını. Hatta kimi anlatımlarda bunun sadece set çekme değil, peşmergelerin de katıldığı bir kuşatmaya dönüştüğü dillendiriliyor.
'MUSUL, İKİNCİ YEMEN OLUR'
Talabani çizgisindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK)'nin Politbüro Sekreteri Hikmet Karim ya da diğer adıyla Mala Bakhtiar 15 yıl dağlarda peşmerge olarak savaşmış. Şimdi Süleymaniye bölgesinin en güçlü partisi YNK'nın önde gelen yöneticilerinden.
Soruya "Musul" diye başlayınca ister istemez 100 yıl öncesine giderek yanıtlamaya başlıyor:
"Birinci dünya savaşından bugüne kadar Musul'un problemi bitmedi, hem yerel devletler, hem de uluslararası güçler açısından. Bu büyük devletler karışmasa ne IŞİD ele geçirebilir Musul'u ne de başka bir güç. Musul'un çoklu bir etnik ve mezhep yapısı var. Musul'un özgürleşmesi ve sonrası bizim bölgemize çok büyük etki yapacak. Musul'daki savaş sonucu oluşacak yapı bölgedeki güçlü aktörlerden birini tatmin etmezse, soruna çözüm olmazsa bu savaş alabildiğine sürer. Süreç Sunni ve Şii cepheleri oluşturur."
Mala Bakhtiar Şiilerin savaşa katılmasının doğal hakları olduğunu söylüyor ama sonrası için de uyarıyor:
"Ama savaş bittikten sonra tümden hükümranlık hakları olmamalı Şiilerin. O büyük bir probleme yol açar. İkinci bir Yemen olur Musul."
Türkiye'nin Musul için varolan gücü dışında başka bir birlik göndermeyeceği görüşünde Mala Bakhtiar.
"Türkiye aslında operasyona dahildir. Başika'da bir varlık gösteriyor. Türkiye'nin bölgedeki savaşın içine girmeye niyetli olduğunu sanmıyorum. Böyle birşey olursa Irak'la ilişkileri iyice bozulur. Böyle bir durumda Türkiye için Suriye sorunundan çözülmesi daha güç bir hale gelebilir Irak'la sorunu."
Bölgede YNK'dan ayrılarak kurulan Goran (Değişim) Hareketi'nin Dış ilişkiler sorumlularından Muhammed Ferac Tevfik de bütün dikkatini savaş sonrasına yönlendiren politikacılardan:
"Musul savaşı çok sert olmayabilir. Önemli olan savaş sonrasında yeniden IŞİD benzeri yapıların türemesini engellemek. Yemen'de de, Suriye'de de, Irak'ta da bir mezhep savaşı süregelmiştir. Eğer savaş sonrası farklı mezheplerin bir arada yaşayabileceği bir çözüm üretilmezse bu IŞİD gider, başka IŞİD gelir. 2003'te Saddam gitti El Kaide oluştu, bu da süreç içersinde İŞİD'leşti. "
IŞİD'in yaklaşık 1200 kişiyle Musul'un bir hapishanesindeki elamanlarını kurtarmak için Musul'a girdiğini, ancak koca bir ordunun bunları görünce kaçtığını anlatıyor Tevfik, bunun da kentte bulunan bir talepten kaynaklandığını, işgalin de bu talebe karşılık meydana geldiğini söylüyor.
Tevfik'e göre bu örnek de gösteriyor ki Musul'da çözüm askeri değil, siyasi.
"Şunu anlamalıyız, anadan doğmuş bir ülke değil, sonradan yapılmış bir devlettir Irak. Aynı milletten olmayan halklar bir araya getirilip devlet oluşturuldu. Bu sorunun tek çözümü de Irak'ta gerçek bir federalizm kurmaktır. Irak'ta üç federal bölgenin oluşması gerekmektedir; Kürtler, Sunniler, Şiiler... Ancak Musul bu üçünden de farklı bir yapıyla yönetilmelidir. Çünkü burada Şii var, Sunni var, Türkmen var, Kürt var, Ezidi var. Her yapı kendi yönetimlerini oluşturmalı."
Söz Türkiye'ye gelince "Asla bu işe burnunu sokmamalı" diyor Tevfik:
"Tükiye'nin olası bir müdahalesi Kürdün Şiiyle, Sunninin Yezid'iyle savaşını körükler. Eğer Türkler Musul'a gelirlerse özel bir ajandaları var demektir. Bu da ciddi bir Musul'a hakim olma savaşına yol açar. Arkasından önemli bir aktör olarak İran devreye girer."
TÜRKİYE MASADA VAR!
Süleymaniye bölgesinin etkin gazetelerinden Kürdistan Nwe'un Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Stran Abdullah, Musul sorununu anlatırken bölgenin karmaşık yapısı içinde rol alan aktörlerin değişken tutumlarına değiniyor:
"Bir gazeteci gözüyle söylemem gerekirse esas problem Musul'un kurtuluşundan sonra başlayacak. Şimdi sayın Erdoğan'ın Musul üzerine, Lozan üzerine konuşmaları, yeni bölge haritasından bahsetmesi çok dikkat çekici. ABD'den, İran'dan, Irak'tan daha yüksek sesle bahsetmeye başladı bölgeden. Bu yüksek sesli konuşmanın altında bir devlet mantığından çok, bir Türk mantığı, bir Sunni mantık görünüyor. İran da buna karşılık kendisini Farsi ve Şii olarak konumlandırıyor. Irak'taki merkezi hükümet de Şii olarak düşünüyor. Farklı etnik kökenlere, mezheplere karşı özenli değil. Bu mantıkla da doğal olarak bazı devletler için sınırların sonu geliyor. Ama bu devletlerin karşısında da öyle yapılar var ki bunlar da sınır tanımıyor; örneğin IŞİD, örneğin PKK. Kesinlikle PKK ile IŞİD'i birbirine benzettiğimi düşünmeyin. Başka bir vurgu yapmak istiyorum, bu iki yapıyı da sınırlar bağlamıyor."
Abdullah'ın çizdiği tabloya göre bölgedeki güçlerin birbiriyle ilişkilerinde dikkat çekici değişkenlikler var. Irak Hükümeti açıkça Esad'ı destekler durumda, çünkü bu destek Esad'ın alevi olmasından kaynaklanıyor. Irak Hükümeti açık açık Şii yapılanmaları destekliyor. Irak'taki merkezi hükümet aynı zamanda Bahreyn ve Yemen'deki yönetimlerin de destekçisi.
"Ne gariptir ki" diyor Abdullah "Arap Baharı öncesinde Esad Irak karşıtı, Irak Hükümeti de Esad karşıtıydı. Arap Baharı'ndan sonra birbirleriyle dost oldular. Tam tersine Arap Baharı öncesinde Esad ile Erdoğan yakın dosttu. İran, Şii baharını destekler durumdaydı Bahreyn'de. O sıralar onlar da karşıydılar Esad politikalarına. Ancak Suriye'de yapılmak istenen bir Arap Baharı değil, bir Sunni Baharı olunca hem Irak, hem İran hükümetleri bunların karşısında oldular."
Bölgeye ilişkin tesbitlerinin temelini kaçınılmaz olarak mezhep farklılıkları oluşturuyor. Abdullah da kendi ülkesinin iktidarını mezhepçilik üzerinden eleştiriyor:
"Gerek bölgesel, gerekse de uluslararası güçler eğer gerçekten bir çözüm düşünüyorlarsa öncelikle mezhep etkisinden arınmak zorundalar. Örneğin Irak'ı ele alalım. Burada Sunnilerle Şiiler karşı karşıya kaldılar. Oysa burası onların ortak vatanları. Türkiye için de Irak için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Türkiye'nin Sunnilerini, Irak'ın, Suriye'nin Sunnilerini bir araya getirme çabası var. Aynı şeyler Şiiler için de söylenebilir. Bir mezhepsel birlik amacıyla hareket ediyorlar. Eğer bu düşünce beyinlerden kalkmazsa sınırların anlamı kalmayacak. Çünkü mevcut sınırlar, haritalar başka, kafalarındaki fikirlerin sınırları başka. Örneğin Irak Hükümeti Başika'da Türk askerinin bulunmasına karşı çıkıyor. 'Sen yabancı güçsün, buradan çık' diyor. Eğer aynı şeyi İran ordusu yapsaydı hiç şikayeti olmazdı. Mesela bin Irak yurttaşıyım. Sayın Ibadi'nin benim haklarımı da koruması gerekir. Ibadi'nin gündeminde benim sorunlarımın da olmasını isterim. Bir şarkı söylerse Ibadi, benim için söylemeli, Şiiler için de söylemeli. Ama o sadece Şiiler için söylüyor. Temsiliyeti yarım. Türkiye'de de aynı durum var. Örneğin şu anda Erdoğan'ın istediğini bu ülkede yaşayan Aleviler de, Kürtler de istiyor mu? Elbette hayır!"
Abdullah'a göre bölgedeki büyük uluslar; Türkler, Araplar, Farslar büyük devlet mantığıyla değil, mezhep mantığıyla hareket ediyorlar.
"Mesela Musul'da Şii Türkmenler de vardı, Sunni Türkmenler'de. Turgut Özal için öncelik Türkmenlerdi. Özal'ın aklına mezhep gelmezdi. Ama Erdoğan için Sunni Türkmenler daha öncelikli. Şimdi Türkiye'nin ana düşüncesi Sunni bir yapılanma. Benim düşünceme göre Sayın Erdoğan bir Türk Alevisindense bir Arap Sunnisini tercih ediyor. İran ya da Irak iktidarları için de Şiiler aynı durumda. Yani şimdi bölgede Türkler, Araplar, Farslar bir masanın başına oturmuş, tavla oynuyor. Sorunu çözmek için birilerinin bu masayı devirmesi lazım. Ama bu yaşadığımız süreçte mümkün mü, bilmiyorum."
Musul'da sorunun çözümü için merkezi hükümetin elinde bir planın olmamasını eleştiriyor Abdullah. Sunni Arapların Musul'da tekrar yönetimi ele alması kuvvetle muhtemel. Bunun da merkezdeki Şii yönetim ile kentteki Sunni yönetim arasında yeni çekişmelere, bunun sonucunda da yeniden IŞİD benzeri yapılanmaların oluşma tehlikesine dikkat çekiyor. Irak Hükümetinin sorunu çözmek yerine ötelemeyi seçtiğini bunun süreç içersinde bitmek bilmeyen çatışmalara, mikro düzeyde savaşlara yol açacağını söylüyor.
Irak'ta, Musul'da yaşananlara Süleymaniye'den bakınca siyasetçilere, gazetecilere, sıradan insanlara hakim olan duygunun genel olarak umutsuzluk ve belirsizlik olduğunu söylemek mümkün.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Musul'da hem arazide, hem de masada olacaklarını, B ve C planları olduğunu söylüyor. Yandaş yazarlar hemen B, C, hatta D planları imal etmeye başlıyor. Kimi "B planı Barzani'nin Türkiye'yi Musul'a davet etmesi" diye yazıyor, daha mürekkep kurumadan Barzani Türkiye'ye adres olarak Bağdat'ı gösteriyor.
Türkiye, Irak'ta asker bulundurma gerekçesi olarak eski Musul Valisi Necefi'nin Başika'ya davetini gösteriyor. Kısa bir süre sonra Türkiye'yle işbirliği yaptığı gerekçesiyle Bağdat Necefi hakkında tutuklanma kararı çıkartıyor.
Sonuç olarak Süleymaniye'den bakınca Türkiye arazide pek görünmüyor ama masada kesinlikle var. Buradaki bütün masalarda Erdoğan'ın "Musul'a nasıl girmem" demesi konuşuluyor!