16 Nisan referandumunda çok sayıda sandıkta hile yapıldığına
dair delillere, mühürsüz pusulaların geçerli sayılması yasaya
aykırı olmasına rağmen CHP ve HDP’nin iptal başvuruları YSK
tarafından reddedildi. Buna rağmen 16 Nisan akşamı basının
karşısına çıkan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi
tabanının bile sert tepkisiyle karşılaşacak düzeyde “yumuşak” bir
açıklama yaptı. Peki Kılıçdaroğlu’nun, Hayır cephesinin sonuçlara
dair tepki ve öfkesini üstüne çeken bu “yumuşak” ve kabullenici
tutumunu CHP’liler nasıl izah ediyor? 16 Nisan’da sandıkta nasıl
bir manipülasyon yapıldı? CHP de sandıktan Evet çıkmasında Kürt
oylarının belirleyici olduğuna mı inanıyor?
Referandum sürecinde CHP’nin önde Hayırcı aktivistlerinden olan
İstanbul Milletvekili Eren Erdem’in kapısını çaldık ve sandıkta
oynanan oyunu, CHP’nin bundan sonra alacağı tutumu ve
Kılıçdaroğlu’nun, tabanının bile tahammül sınırını aşan siyasetini
izah etmesini istedik.
YSK, CHP ve HDP’nin itirazlarını reddetti. Anayasa
Mahkemesi’ne gideceksiniz ama bu sonucun değişmesi artık mümkün mü,
yoksa atı alan gerçekten de Üsküdar’ı geçti mi?
Şimdi Anayasa Mahkemesi ve AİHM süreci var. Peki bu süreç iptali
getirir mi, getirmez. AYM’nin de siyasi bir karar alarak
başvurumuzu reddedeceğini düşünüyorum.
Neye dayanarak bu sonuca varıyorsunuz?
YSK’ya dair kulislerde konuşulan bir mesele var. İtiraz istemini
reddeden hakimlerin tamamı cezaevi ile hukuk arasında tercih yapmak
durumunda kaldığını yakın çevrelerindeki insanlara ifade
etmişler.
Ne demek bu?
“Referandumu iptal etseydik hepimiz FETÖ’den cezaevine
girecektik” noktasında bir baskıyla karar almışlar.
Bunu nereden duydunuz?
Çevrelerindeki insanlara bunu aktarmışlar ben de çeşitli
yollardan duydum. Duyumlarıma güvenirim. Duyumlara dayalı olarak
daha önce söylediklerimin çoğu da çıkmıştır. Cumhurbaşkanı, AYM
Başkanı Zühtü Aslan’la görüştü biliyorsunuz. Bu açık bir tehdittir.
Yani YSK için geçerli olan AYM için de geçerli olabilir. AYM
kararında da Anayasa’ya uygunluktan ziyade FETÖ’cülük damgası yiyip
cezaevine girme korkusu belirleyici olacaktır. Anayasa paketi ele
alınırken zaten genel başkanımız “AYM kararlarına güvenmiyoruz”
demişti. Bunun üzerine biz AYM’ye götürmemiştik paketi.
Madem böyle bir güvensizlik var, neden şimdi AYM’ye
gidiyorsunuz?
İç hukuk yollarını tüketmek için.
Galiba AİHM iptal kararı veremez. O halde bu hukuki
sürecin bir karşılığı var mı?
Evet, AİHM iptal kararı veremez ama en azından meşruiyet
tartışması daha da büyüyecek. 16 Nisan akşamı bütün sandıkları
takip eden operasyon merkezindeydim. Çok net bir şekilde ifade
ediyorum ki, 16 Nisan’da “Hayır” çıktı. Bakın “Kürtler Evet oyu
verdi” şeklinde beni rahatsız eden bir algı yaratılıyor. Kürtler
Evet oyu filan vermedi, Kürtlerin oyları çalındı.
Çalındığını nasıl tespit ediyorsunuz?
Saat 16’da çoğunluğu Güneydoğu’dan 31 ilin sandığı açıldı fakat
saat 17:20’ye kadarki sayım esnasında içeriye kimse alınmadı.
17:20’de YSK bir SMS atarak herkesin sayımı izleyebileceği
bilgisini paylaştı ama o ana kadar atı çalan zaten Üsküdar’ı
geçmişti. Yani o 1 saat 20 dakika boyunca Kürt oyları manipüle
edildi. Sayımlar sadece AKP’lilerin görevli olduğu alanlarda
yapıldı.
Müşahitler?
Tüm Güneydoğu’da hiçbir müşahit içeri alınmadı o 1 saat 20
dakika boyunca. Diyarbakır ve diğer yerlerde Evet beklentinin
üstünde çıktı. Ben Diyarbakır’da yüzde 25’i geçememesini
bekliyordum ama yüzde 33 civarında Evet çıktı. Manipüle edildi
yani.
2,5 MİLYON OY MANİPÜLE EDİLDİ
Saat 17:10’da mühürsüz pusulaların geçerli olduğu
duyuruldu. Bu, Kürt illerindeki oy sayımının neredeyse bittiği,
batıdaki sayımın ise başladığı saate denk geliyor…
Tabii, Hayır oylarının çok fazla olduğu görüldü ve mühürsüz
oyların çoğunluğunun da Evet olduğu tespit edildi. Buna dayanarak
YSK, AKP’li üye tarafından ikaz edildi. YSK da alelacele karar
aldı. Bizim hesabımıza göre 2,5 milyon oy manipüle edildi. Yani
çalındı. Dolayısıyla bu referandumun sonucu yüzde 51.8 Hayır, yüzde
48.2 de Evet’tir. Ki kendi veritabanımızda da biz bu rakama
ulaştık.
YSK veritabanındaki sandık rakamlarıyla size gelen
tutanaklar arasında çelişki var mıydı?
Evet, bunlara da itiraz ettik ama bu itirazlarımız bile kabul
edilmedi. Islak imzalı tutanaktaki veriler bile kabul edilmedi.
Neden?
Çünkü bu bir operasyondu. 16 Nisan, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin yaşadığı en ağır darbelerden biri olmuştur. 16 Nisan
darbesi, demokrasiyi rafa kaldırma adına devletin, tüm kurumlarına
seferberlik ilan ederek halka karşı gerçekleştirdiği sivil bir
darbedir. Hırsızlık yaparak, çalarak bu sonuç ortaya çıkmıştır.
Ayrıca referandum öncesinde HDP’li milletvekilleri cezaevine kondu.
HDP’nin eş genel başkanları cezaevinde. Bir siyasi partinin
kampanya yapmasını, siyaset üretmesini engelliyorsunuz. Bunun
üzerinden nasıl bir meşruiyet çerçevesi çizebilirsiniz ki! Bölgeye
giderken bunun büyük boşluğunu gördük. HDP özellikle yüksek oy
aldığı bölgelerde kampanya örgütleyemedi. Bütün belediyelerine
kayyum atanmış. Siz bir milyar dolara yakın bir bütçeyle sahaya
çıkıyorsunuz ve karşınızdaki muhalefetin kampanya yürütmesini
engelliyorsunuz. Bu zaten başlı başına bir skandaldır. HDP’nin
genel başkanları cezaevlerindeyken yürütülen bir kampanya başka bir
skandaldır. Bu skandalın altında da Tayyip Erdoğan’ın imzası
vardır.
'CHP’NİN DOKUNULMAZLIK KARARI TAKTİKSELDİ'
CHP de dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vererek
o skandalın altına imza atmadı mı?
Şahsen ben dokunulmazlıklarla ilgili karara destek vermedim.
Fakat CHP’nin dokunulmazlıklar konusunda referanduma gitmeyi
engelleyecek sayıda bir oy çıkartması taktiksel bir durumdur. Eğer
o gün referanduma gidilseydi, muhtemelen başkanlık paketiyle
birleştirilerek yapılacaktı ve bu iş daha önce bitirilecekti. Genel
başkanımız bunu görerek, dokunulmazlık paketinin yanına veya
yöresine başkanlık paketini koyabilecekleri bir referandumu
engellemek adına böyle bir tutum aldı. Bakın, elimizde meşruiyeti
olmayan, hükümsüz bir referandum sonucu var. Ama bu referandum
dokunulmazlık paketiyle beraber yapılsaydı yüzde 60-70’lerde bir
Evet çıkabilirdi. O zaman şu an Hayır diyen milliyetçiler şimdiki
gibi bir hassasiyet göstermeyebilirdi. Ezici bir milliyetçi
cepheyle karşı karşıya kalabilirdik. Fakat kamuoyu bunu “CHP
dokunulmazlıkları kaldırdı” diye okudu. Ama benim de
dokunulmazlığım kaldırıldı, Sayın Kılıçdaroğlu’nun da… Şu anda ise
yüzde 49’luk bir yapının liderliğini yapabilecek bir CHP var.
Muhtemelen bundan sonraki ana hedefleri CHP olacaktır.
Yani siz de hapse atılma riskiyle karşı karşıya
mısınız?
Biz bu anlamda en ufak bir tereddüt, kaygı veya endişe
duymuyoruz. Başımıza gelecek hiçbir şeyden endişe duymuyoruz. Tam
tersine, meşru ve demokratik direnme hakkımızı sonuna kadar
kullanmaya devam edeceğiz.
'KILIÇDAROĞLU 16 NİSAN AKŞAMI İÇ SAVAŞ ORTAMINI
ENGELLEDİ'
Madem yüzde 49’luk bir bloğun liderliğini yapabilecek
bir konuma geldi CHP; Kılıçdaroğlu’nun 16 Nisan akşamı, CHP’lileri
bile rahatsız edecek yumuşaklıktaki açıklamasının izahı nedir? Siz
o gün Twitter’dan epey öfkeli mesajlar paylaştınız, sahadaydınız ve
yapılanları da görüyordunuz. Kılıçdaroğlu’nun o konuşmasını
izlerken ne hissettiniz?
Eğer CHP Genel Başkanı o akşam öyle konuşmasaydı, Türkiye çok
tehlikeli bir iç savaşın içine girebilirdi. Çünkü bütün kitle
öfkeli, herkes olağanüstü ajite olmuş, adeta CHP liderinden bir
işaret bekliyordu. Cumhurbaşkanı “yüzde 50’yi zor tutuyorum”
diyordu ya, Kemal Bey yüzde 50’yi tuttu. Tutmasaydı, sonu gelmez ve
tarif edilemez acılarla yoğrulacak büyük bir kaos ortamı ortaya
çıkacaktı. Kemal Bey bir kaos ve iç savaş ortamının oluşmasını
engellemiştir.
Kılıçdaroğlu’nun sert bir açıklama yapması neden illa iç
savaşa kapı aralasındı?
İnsanlar evlerinden inip YSK’ya yürüyecek, polis müdahale
edecekti. Yepyeni bir kaos ve şiddet ortamı yaşanacaktı.
Sonrasında parti sözcünüz Selin Sayek Böke, sine-i
millete dönmek dahil tüm seçeneklerin masada olduğunu ifade etti
ama hemen sonra yine partiniz, böyle bir seçeneğin gündeminde
olmadığını açıkladı. 17 Nisan itibariyle herhangi bir stratejiniz,
ortak kararınız yok muydu?
CHP’nin 95 yıllık kurumsal yapısı kemikleşmiştir. Hatta parti
bürokrasisi diye eleştiri aldığı dönemler olmuştur. Bu kurumsallık
içinde CHP’nin karar organları var. Biz şu ana kadar karar
organlarında herhangi bir süreç tartışması yapmış değiliz. Bu hafta
bizim bütün karar organlarımız toplanacak. Cumartesi günü kapalı
grup toplantımız, önümüzdeki hafta içi de PM toplantımız olacak.
Orada meseleler tartışılacak. Oralardan çıkacak kararlar
bağlayıcıdır. Partinin en üst karar organı PM’dir. Selin hanım
orada “her türlü yaptırımın içine o da girer bu da girer” diyor. O
bir kanaat ortaya koyuyor ve o kanaat bütün yaptırımların masaya
yatırılacağı mesajını vermeye dönüktür.
'SİNE-İ MİLLET ERKEN SEÇİME GÖTÜRMEZ'
Taban sine-i millet diyor. Siz niye bu çağrıya yanıt
vermiyorsunuz?
Sine-i millet ne anlama geliyor?
Yeni bir seçim…
Hayır, yeni bir erken seçimi gerektirecek bir istifa sayımız
yok. CHP bugün grup olarak istifa ettiği zaman Türkiye erken seçime
değil ara seçime giriyor. Yani CHP milletvekillerinden boşalan
yerlere seçim yapılacak. Boşalan yerlere seçim yapılacağı zaman bu,
AKP’nin yaklaşık 450 milletvekiliyle Meclis'te olması anlamına
gelir. Türkiye’nin erken bir seçim tartışması süreci içine girmesi
adına böyle bir şeyin yapılması makul mü, değil.
HDP de sine-i millet kararı alsa?
CHP ve HDP’nin istifası, sayısal olarak yine erken seçime
götürmez. Şu anda hükümet, karşısında yüzde 52’lik bir yapı
olduğunu görüyor ve bunu ne yaparsam dağıtabilirim diye hesap
ediyor.
Nasıl bir hesap yapıyor?
Bu yüzde 52’lik yapıyı sokağa çekersem içine provokatör sokarım,
yaktırırım, vurdururum, kırdırımım ve bu yapıyı marjinalize ederim,
2019’da da başkanlığı alırken sıkıntı yaşamam, diye düşünüyor. Ama
şu anda Tayyip Erdoğan kan-ter içinde. Çünkü 2019 için karşısında
yüzde 52’lik bir blok olacak. Doğru bir stratejiyle bu blok onu
2019 seçimlerinde yenecek.
Doğru strateji nedir sizce?
CHP özellikle bu dönem, Türkiye’nin birleştirici gücü olmalı.
Biz, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin bütün kritik
sorunlarını masaya yatıran, çözüm önerileri üreten bir siyasi
eksenle hareket etmeliyiz. Zaten şu an temel tartışmalarımızın
başında bu geliyor. Bu eksende siyaseti derinleştirirsek, özellikle
de Kürt sorununun çözümü adına reel, somut bir politik hat
geliştirmeyi başarırsak -ki bunu yapma potansiyelimiz var- yüzde
49’luk bloğu hareket ettirecek bir sinerji üretebiliriz.
Az önce yüzde 52 diyordunuz…
Kağıt üstünde yüzde 49 ama gerçekte yüzde 52… Bu süreçte
Meclis’teki katılımı sembolik düzeye indirip, önümüzdeki süreçte
120 milletvekilinin sahada olduğu, görülmemiş bir performansla
köylerde, kasabalarda, kırsalda dolaştığı bir siyaset tarzıyla bu
işi çok rahat kotarabiliriz.
Ama artık seçmen, oy versek de hilelerle baş edemiyoruz
diyor. Sandığa dair güvensizlik, önümüzdeki seçimlere katılımı
ciddi oranda düşürebilir…
Ne kadar hırsızlık yaparsanız yapın, halkın baskın gücünü
faşizmle, cebirle kıramazsınız. Toplumsal uzlaşmayı tesis etmeyen
hiçbir hükümet meşru değildir, yaşayamaz da. Bizim demokratik,
legal, meşru siyaset yolları dışında bir tartışma üretme olanağımız
söz konusu değildir. Sine-i millet denen süreç, CHP’nin
parlamentodan istifa edip sokak hareketlerinin öncüsü olması
anlamına gelmiyor mu?
Evet…
Peki biz şu an yüzde 52’nin öfkesi üzerinden, sokakta kontrol
dahi edilemez bir sürecin oluşmasını nasıl engelleyebiliriz?
Devletin bunu istemediğini kim söyleyebilir bize? Devlet şu an bu
yüzde 52’yi dağıtmak istiyor. Bunun yolu da onu kriminalize
etmektir…
'16 NİSAN KAYBEDİLMEDİ KAZANILDI'
Dolayısıyla siz referandum akşamından beri başta
İstanbul olmak üzere muhtelif bölgelerde yapılan protesto
gösterilerini tasvip etmiyor musunuz?
Ben hepsini onaylıyorum. Gezi direnişi, Türkiye tarihinin
gördüğü en meşru, en demokratik direniştir. Ama hükümet Gezi
direnişinde bir toplumsal hareketi sokakta nasıl yenebileceğini
öğrenmiştir. Onu provoke etmenin yollarını, araya ajanlar sokup,
onları eylemci kılığına büründürüp orayı provoke ederek toplum
vicdanında o hareketi soyutlamayı öğrenmiştir. Ve çocukları
öldürecek kadar gözü dönmüştür… Bakın, referandum kaybedilmiş
değil, kazanılmıştır. Yüzde 52’lik bir blok, her yönüyle Erdoğan’ın
karşısında olağanüstü yüksek bir potansiyel güçtür. Erdoğan hiçbir
zaman rahat hareket edemeyecektir. Bizim bu bloğu bir arada
tutmanın yollarını aramamız gerekiyor. Bunu yaptığımız zaman
Türkiye’yi demokratikleştirebiliriz.
Ama o blok da çok heterojen. Kürtler, sosyalistler,
sosyal demokratlar, milliyetçiler var. Böylesi bir blok nasıl orta
vadede ortak hareket edebilir, varlığı nasıl
sürdürülebilir?
Türkiye’nin milliyetçi hinterlandının ana kaygısı bölünmedir.
Kürt sorununun mustaribi olan Kürt vatandaşlarımız, çok açık
şekilde bölünme taraftarı değildir. Birincil talepleri de eşitlik
yurttaşlıktır. Bunun kadar doğal ve makul talebi eğer biz problem
olarak değerlendiriyorsak, gerçek manada memleketimizi seven
kişiler değilizdir. Milliyetçilik, toplumdaki eşit yurttaşlık
talebini görmezden gelmek değildir. Tam tersine, o talebi ülkenin
bekası, bir arada yaşam koşullarının gelişmesi için meşru ve legal
görmektir. Özellikle vatansever, memleketperver siyasetçilerin
parlamento çatısı altında bir arada yaşam kriteriyle,
konuşulabilecek her türlü çözüme ortak olabileceği kanaatindeyim.
Ülkesini seven bunu yapar. Ama biz kalkar da eşit yurttaşlığı
savunan çok geniş Kürt realitesine rağmen bir tutum izlediğimiz
zaman, onun şiddetle, silahla yakınlaşmasının önünü açmış oluruz.
Bu realiteyi görmeden siyaset yapan hiçkimse milliyetçi olamaz.
Dolayısıyla bu dönem, herkesin geçmişten gelen tabularını sırtından
atıp yepyeni bir lisan ve üslup geliştirmesi gerekiyor.
Bütünleştirici, birleştirici, barışçıl bir lisan.
'CHP’YLE KÜRTLER ARASINDA MESAFE OLUŞTURMAYA
ÇALIŞACAKLAR'
Milliyetçi tabandan istediği oyu alamayan Erdoğan ve
AKP’nin de 2019 öncesinde bu lisana başvurmayacağı ne
malum?
Gidelim Sur’a, Nusaybin’e, Cizre’ye bakalım. Oradaki acıların,
toplamda Erdoğan’ın bir seçim stratejisi uğruna gerçekleştiğinin
Kürtler farkında. Kürtlerin temel beklentisi şudur: Erdoğan dışında
bu meseleye el atan, çözüm iradesi geliştirebilen alternatif bir
siyasal anlayış. En büyük beklentileri de CHP’dendir.
Ama Kürtler CHP’ye çok tepkililer…
Çünkü “biz esas sizden bu işin çözümünü beklerken, bu konuya
duyarsız kalmanıza tepkiliyiz” diyorlar. Dünyanın her yerinde bu
tür sorunların çözüm adresi sosyal demokratlardır. Sosyal
demokratlar, farklılıklardan doğan sorunları çözme işini meslek
edinmişlerdir. Ben bir sosyal demokrat olarak Kürt sorununu çözmeyi
kendime amaç edinmek durumundayım. Dolayısıyla bu dönemde sosyal
demokrat hassasiyet CHP tarafından ortaya konursa, Erdoğan’ın
Kürtlerle ilgili seçime dönük demagojik söyleminin çökeceği
kanaatindeyim. O yüzden de hükümet, CHP’yle Kürtler arasında mesafe
oluşturmaya çalışacaktır. Bunu her şekilde deneyecek,
zorlayacaktır. Benim bölgeye gitmemden çok rahatsızlık duydular.
Hakkâri’de bana, şehir dışında bir miting alanı verdiler. Otobüs
yok, binlerce insan yürüyerek benim mitingime geldi. Bu benim
cazibemden değil, CHP’nin artık bu misyonu üstlenmesi gerektiği
mesajını iletme isteklerindendir.
CHP bu mesajı alacak bir yapıda mı sizce?
CHP 7 Haziran’da eşit yurttaşlık vurgularını yaptı. Toplumun
talep ve beklentilerini karşılamada eksik kalmış olabilir. Ama
özellikle Kemal Bey’in bir arada yaşam ekseninde bir iradeyi temsil
ettiğini biliyorum. Hükümetin, Kemal Bey’in Alevi kimliğine dönük
saldırılarının temelinde bu yatıyor.
Sizce muhalefet şöyle bir dilemmayla mı karşı karşıya:
Ya iç çatışmaya sebebiyet verecek sert muhalefet veya tepkisizlik…
Bunun orta bir yolu yok mu?
Grup toplantısında Kemal Bey son derece sert bir tepki ortaya
koymuştur. O tepki doğal olarak toplumdaki talepleri de kapsıyor.
CHP bütün hukuk yollarını zorluyor, zorlayacak. Meşruiyet
tartışması sonuna kadar devam edecek. Biz bu anayasayı hiçbir zaman
tanımayacağız. Parlamento içinde de dışında da bunu tanımayıp
irademizi ortaya koyacağız. O yüzde 52’nin namusunu korumak adına
demokratik alanda, hukuk içinde her şeyi yapacağız. Bunun içine
protestolar da giriyor. Protesto hakkını da savunacağız,
gerektiğinde protestolar da yapacağız. Fakat şu noktayı da doğru
hesaplamak lazım: Evet bloğu, bütün kampanyayı Kılıçdaroğlu üzerine
kurdu. Bunun karşısında sadece bu anayasanın içeriğini anlatarak
sonuç almaya çalışan bir Kılıçdaroğlu vardı.
'EZİCİ HAYIR ÇIKSA MÜHÜRSÜZ OYLAR İPTAL GEREKÇESİ
YAPILACAKTI'
Sonuç aldığını düşünüyor musunuz?
Sandık başındaki manipülasyonlar dışında başarılı oldu. Seçim
sürecinde tek bir yerde Hayır afişi görebildiniz mi? Milyar
dolarlık bütçenin karşısında, sadece birkaç televizyonda, birkaç
dakikalık süreyi değerlendiren siyasi bir figürün yaratmış olduğu
dip dalgası sonuç yarattı.
Sandık başındaki manipülasyonları neden önleyemediniz
peki?
CHP sandıkların tamamının başındaydı. Ama şu bir realite ki,
bizi çökerten yegâne sorun Güneydoğu’daki manipülasyon oldu. Bunun
da kaynağı, HDP milletvekillerinin cezaevinde olmasıdır. Örgütsel
olarak motivasyonu çökmüş bir siyasi hareket elbette örgütlü olarak
hareket edemedi. Bir de belediyelere atanan kayyumlar, bölgedeki
kırılgan, politize olmamış aşiretlere ihaleler vermeye başladılar.
Devlet bütün gücünü seferber etti ve karşısında sadece kendi
imkânlarıyla çalışma yürüten bir halk vardı.
Mühürsüz pusulaların çoğunun Kürt bölgesinden çıktığı
iddiasına ne diyorsunuz?
Evet böyle bir genel kanaat var.
Mühürsüz pusula meselesi nedir tam olarak?
Darphane diyelim 100 milyar lira basması gerekirken 200 milyar
para basıyor. 100 milyarını mühürlüyor, geri kalan mühürsüzü de
piyasaya sürüyor ve siz bu mühürsüz olan, bütçede olmayan parayı
geçerli sayıyorsunuz… Mühürsüz oy budur. Bir hırsızlıktır. Ayrıca
geçersiz sayılan 867 bin civarındaki oyların büyük çoğunluğu da
Hayır’dır… Engellenemez biçimde baskın bir Hayır çıksaydı, yani
yüzde 56-57 gibi bir Hayır çıksaydı, bu sefer mühürsüz pusulaları
seçimin iptaline gerekçe olarak kullanacaklardı. Dolayısıyla burada
iki yönlü bir strateji yürütüldü. Mühürsüz pusulalarla Evet oyları
artırıldı ama buna rağmen ezici bir Hayır çıksaydı, bu sefer yine
mühürsüz pusulalar gerekçe gösterilerek seçim iptal edilecekti.
Hükümet başından beri işi, bütün devlet kurumlarıyla beraber bir
darbe gerçekleştirme zemininde yürüttü.
'ERDOĞAN İKTİDARININ SONUNU HAZIRLADI'
Şekli, biçimi, yöntemi ne olursa olsun ortaya çıkan
sonuç bizi yine başa götürüyor: Atı alan Üsküdar’ı geçti mi? Bundan
sonra ne olacak?
Bu seçim dünyanın bir çok yerinde gayrimeşru görülecek. Toplumun
çığ gibi büyüyen tepkisi, AGİT raporu ortada. Bu, Erdoğan’ı içinden
çıkılmaz bir yönetim kriziyle baş başa bırakacaktır. Aslında
Erdoğan bu anayasayla kendi iktidarının sonunu hazırlamıştır. Ama
sonuç itibariyle artık kontrol Erdoğan’da değildir. Bakın, hemen
Amerika’ya övgüler dizmeye başladılar. Çünkü Amerika artık Türkiye
siyasetinde daha belirleyici bir güç haline gelmiştir. Ya
Amerika’yla uzlaşırsınız ya da Amerika sizi bir şekilde alabora
eder zeminine gelinmiş. Dolayısıyla tek bir kişinin eline bu kadar
yetkilerin verilmesinin ağır sonuç ve bedellerini siyasi olarak
Erdoğan göğüsleyecektir. Şunu görüyorum ki, Türkiye bir veya iki
yıl içinde yeni bir anayasa tartışmasına gebedir. 2019’un temel
sloganı “yeniden demokrasi” olacaktır. İktidar, Türkiye’deki temel
meseleleri çözme kredisini tüketmiştir. Erdoğan Kürt meselesini
nasıl çözecek? Ne kadar daha insan ölecek? Öldürerek mi çözülecek?
Peki Erdoğan Türkiye’nin turizm meselesini düzeltmek için
uluslararası ilişkileri nasıl onaracak? Avrupa’yla ilişkileri
onaracak kapasitesi, potansiyeli var mı? Kolaydır “dış mihrak”
geyiği yapmak. Ama iş ekonomik olarak farklı bir zeminine geldiği
zaman, sonuçlarını toplumun tamamı yaşıyor. Yatırımları nasıl
artıracaksın? Dünyanın tüm ülkeleriyle kavgalıyız.
2019’daki başkanlık seçiminde Hayır blokunun ortak bir
aday çıkarma ihtimali var mı?
Bir kere şu an bunları konuşurken, referandum sonuçlarını
kabullenmiş bir noktadan konuşmuyoruz. 2019’a kadar bu sonuçları
tanımama eksenindeki siyasetimizi sürdüreceğiz. Bu aynı zamanda
protesto etme hakkını da kapsıyor. Ama devletin arzu ettiği zemine
çekilmeyecek, demokratik-barışçıl bir hatta… Gelelim sorunuza:
Türkiye’nin yüzde 52’lik Hayır bloğu kendi adayını belirleyecek
durumdadır. Çünkü şu an milliyetçisinden Kürdüne, sosyal
demokratından liberaline, insanlar bu sonuçtan rahatsızdır. Bu
süreçte Hayır için bütünlüklü bir mücadele yürütülmüştür, o gün
geldiğinde de bütünlüklü bir mücadele sağlanabilir. Türkiye, en
kötü ihtimalle 2019’da Erdoğan’ı sandıkta yenebilecek bir figür
yaratacaktır. Bunun için de uzlaşma ve mutabakat zemini vardır.
Ortaya çıkacak figürün yüzde 52’lik Hayır bloku kadar Evet
diyenleri de kucaklayabilecek bir potansiyelde olması gerekiyor.
Türkiye’ye barış ve uzlaşma getirecek bir figüre ihtiyacımız
var.
Sizce insanlar artık sokağa çıkıp protesto gösterileri
düzenlememeli midir?
Çıkmalıdır ama çok dikkatli olmalıdır. Çıkmalıdır ama aklında,
devletin onlarla ilgili bir planı olduğunu bilmelidir. Çıkmalıdır
ama birlikte mücadele ettiği Kürdü, milliyetçiyi, sosyalisti,
liberali birbirinden ayrıştıracak provokasyonlarla karşı karşıya
kalabileceği gerçeğini bilerek temkinli, dikkatli davranmalıdır.
Duygusallıktan ziyade politik ve stratejik hareket etmelidir. Aksi
halde biz, yüzde 52’nin içindeki Kürdü yahut milliyetçiyi,
sosyalisti kaybedersek, bu blok darmadağın olur. Bu işten faşistler
kazanır. Darbe yaparak devleti ele geçirmeye çalışan yapı kazanır.
Kitleler sokağa çıkacak, protesto hakkını kullanacak, biz de
kullanacağız. Ama ben sokağa çıkmayı şöyle yapacağım: Kapı kapı
gezerek, köy köy dolaşarak, temas edemediğimiz yerlere giderek
onlara bu işi anlatacağız. Ben önümüzdeki iki yılı böyle
geçireceğim. Gerekirse evime hiç girmeyeceğim. Kırsaldan,
Hakkâri’den, Şemdinli’den, Şırnak’tan, Van’dan, Bitlis’ten
çıkmayacağım gerekirse. 52’nin 60’a, 70’e çıkması adına bunu
yapacağız. Sine-i millet böyle olmalı.
'KEMAL BEY’İN KAFASINDA SOKAĞA DÖKÜLMEK
YOK'
Kılıçdaroğlu da aynı fikirde mi?
Ben referandumdan sonra Kemal Bey’le konuştum. Kendisi
önümüzdeki günlerde, referandum sürecinde gittiği her yere tekrar
gidecek. Önümüzdeki günlerde Genişletilmiş İl Başkanları
Toplantısı, İlçe Başkanları Toplantısı yaparak bu seferberlik
halini başlatmış olacağız. Meclis'te nisbi temsil ama ekseriyetle
tüm partinin sokaklara dökülerek -dökülmekten kastım kapı kapı
dolaşmak- çalışmalar üretmesi fikrinin PM’de de onaylanacağını
düşünüyorum. Aynı zamanda başta Kürt meselesi olmak üzere temel
sorunlara dair yeni bir söylem üretecek politik bir zemin
oluşturmalıyız. Tüm bunlar Kemal Bey’in de kafasındaki meseleler.
Yani parlamentodan çıkıp sokağa dökülmek, toplumsal beklenti
bazında söylüyorum, Kemal Bey’in kafasında yok. Twitter’da “CHP
Meclis'ten çekil” diye bir başlık açıldı. Şimdi bu çekilişin boyutu
ve şekli ne olacak? Bu ucu açıktır. Bu kime yarar sağlar, hesap
etmeliyiz. Derdimiz bağcıyı dövmek değil, üzüm yemektir. Yani bu
işi, toplumun hasar almadan atlatmasını sağlayacak geniş bir
cepheyi kurmaktır. CHP bunu yapmak zorundadır. Bu farkındalık şu an
partimizin bütün yönetsel kademelerinde söz konusudur.
Sonuçta size göre referandum maçı sonlandı mı?
Önünüzdeki maçlara mı bakacaksınız?
Bu maç henüz bitmemiştir. 90. dakika gelmemiştir. Bu maçın
bittiğini düşünerek bizim sahadan çekilmemizi istiyorlar ki, boş
kaleye gol atsınlar. Sahayı bırakmayacağız ve direnmeye devam
edeceğiz. Hücum oynayacağız, atak futbol oynayacağız. Karşı tarafın
da seyircileri de bunun farkına vararak bizim trübünlerimize
geçecektir. İşte o tribün gücü maçın galibini belirleyecektir.
Bundan şüphe duymuyorum. Biz büyüğüz, güçlüyüz ve ortaya çıkan bu
sonucu hiçbir biçimde tanımıyoruz. Dağılması zor olan blok Hayır
bloğudur, dağılması kolay olan blok ise Evet bloğudur. Devlet
Bahçeli bile danışmanların açıklamaları üzerinden neredeyse son
dakika kopup ayrılacaktı. Dolayısıyla Hayır bloğunu dağıtmaya
çalışacaklar. Çünkü bunun bir de 2019’u var.
CHP’de bir de genel başkanlık tartışması var. Tabanda
Kılıçdaroğlu’nun bırakmasını isteyen kesimler var. Parti içinde bu
tartışma yürütülüyor mu?
Genel başkanlık tartışması yürüten kamuoyu, deminden beri
çizdiğimiz yeni duruma göre meseleyi ele almalıdır. Geniş
mutabakatın desteğini alabilecek, geniş mutabakata liderlik
edebilecek bir noktadan meseleye bakılmalıdır. Kemal Bey ve CHP
çözüm sürecinde kafatasçı, ırkçı, faşist, Kürt düşmanı olarak
değerlendirildi. Çözüm bozulduktan sonra CHP bir anda PKK ile
anılmaya başlandı. Şu anda CHP Kürt kamuoyunun tepkisini alıyor ama
Kürtlerde bir beklenti de yaratıyor. Kürtlerin CHP’den hiç
beklentisinin olmadığı dönemler var. Ama şu anda Kürt kamuoyunun
CHP’ye tepkisi, beklentilerinden kaynaklanıyor. Belli bir
demokratik çerçeve, politikaların bazı noktalarda yenilenmesi ve bu
beklentinin sağlanması Kemal Bey döneminde sağlandı. Aynı zamanda
Kemal Bey’in vitrini oluşturma süreci Türkiyeli
milliyetçi-muhafazakâr kesimi de belli ölçüde tatmin ediyor. Bu çok
önemli bir siyaset tarzıdır. Kamuoyunun bakması gereken nokta bu
olmalı. Geniş mutabakatı örebilecek bir siyasi figür önümüzdeki
dönemin yıldızı olacaktır. Bu geniş mutabakatı büyük ölçüde
gerçekleştirmiş olan figür de Kemal Bey’dir. Kemal Bey, toplumun,
beklentilerinden dolayı tepki gösterdiği bir insandır.
Ama belli ki o beklentileri karşılamıyor Kılıçdaroğlu. O
beklentiler karşılanmadan CHP’ye yeni bir genel başkan tartışması
da devam edecek…
Benim gözlemim, partinin bu beklentileri çok kapsamlı bir
şekilde karşılayacak bir çerçeve çizeceği yönündedir. Bu
konjonktürde, bu siyasi iklimde bırakın bir kişiyi, dünya tarihinin
en önemli isimlerini diriltip bir partiye genel başkan yapsanız,
sonuç alamayabilirsiniz. Bu, genel başkanlık düzeyinde
değerlendirilecek bir mesele değil, sizin parti olarak ortaya
koyacağınız politikalarla alakalıdır. Eğer politikalarınız 52’lik
bloğu daha da büyütecek ivmeye sahipse, partinin başında kimin
olduğunun önemi yoktur. Şahsen diyorum ki, bu ivme Kemal Bey
döneminde yakalanmıştır.