Bazı insanlar vardır, başkalarında çok fazla hissiyat uyandırmaz. Çok uzun mesai harcasan da beraber, yine de o kişi hakkında gerçekten ne hissettiğine dair bir tanımlama getiremezsiniz. Bir de başka türlü adamlar vardır etrafımızda. Belki de bazılarımız öyledir, yani o “başka” adamlardan. Bu kişileri “özel” veya "seçilmiş" olarak tanımladığımız zamanlar da olur “aykırı” olarak addettiğimiz de.
Çok uzun yıllardır zaman zaman gündeme gelen bir spor adamı var, bir basketbol antrenörü. O, Ergin Ataman. Belki de o Türk basketbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük birkaç yerli koçundan biri. 26mx14m'lik sahanın içerisinde gerçek bir deha, bu ölçülerin dışında ise rakip tribünlerin tabiri caizse “ayar olduğu” bir figür.
Ergin Ataman'ın Fenerbahçe taraftarı ile arasında çok uzun yıllara dayanan bir husumetin olduğunu artık tüm kamuoyu biliyor. Çünkü ne yazık ki bu konu hakkında canlı anekdotlara daimi olarak şahit olunuyor. Bu esasında çok karışık ve basit bir konu. Genel olarak spor gazetecilerinin yaptığı bir şey vardır bu tür durumlarda: Bir tarafa şirin gözükmek adına diğer tarafı yerden yere vurma stratejisi. Ama biz öyle yapmayacağız ve her zaman olduğu gibi bakış açımızı düzelteceğiz.
Ergin Ataman ile Fenerbahçe taraftarı arasında yaşanan olayların şeceresinin burada tek tek üzerinden geçmeyeceğiz elbette. Hatta konunun dışına da çıkacağız. Çünkü bu tür meseleler birçok konuya ışık tutuyor.
Buradan size soruyorum; Dünya eskrim şampiyonunu yolda görseniz tanır mısınız? Diğer sorumuz; üst üste üç kere dünya şampiyonu olsa ne kadar para kazanıyordur? Şimdi buradan Eskrim Federasyonu'na özürle saygılarımızı iletiyoruz çünkü derdimiz eskrimle ilgili falan değil. Bir eskrimcinin şampiyonluğu, bir masa tenisçisinin, futbol veya basketbol takımlarının şampiyonlukları kadar kıymetlidir. Bundan şüphemiz de yok. Ama sorduğumuz bu iki sorunun cevabı esasında Ergin Ataman ve diğer bütün popüler spor dallarının figürlerinin akıbetini gösteren bir unsur.
İnsanlar amatör branşlarda çok büyük başarılara imza atıyorlar ama maddi olarak bunun geri dönüşü ne yazık ki çok sınırlı. Peki neden dünyada futbolcular ve basketbolcular sokakta yürüyemez halde popülerler ve olağanüstü paralar kazanıyorlar? Çünkü kitleler bu spor dallarının peşinden koşuyorlar. Bu kadar basit. Daha basit bir tabirle “müşterisi fazla”. On binlerce insan stada akın edip izlemeye gittiği için o sahadaki sporcular, antrenörler çok fazla para kazanıyorlar. Hatta ta stada sizi yuhalamaya gelen rakip taraftarların bile sayesinde... O yüzden seyirci gelip sizi alkışlayabilir de, yuhalabilir de. Bundan daha normal bir şey olamaz. Yanlış anlaşılmasın tribünlerde gerçekleşebilecek şiddeti desteklemiyoruz elbette. Büyük taşkınlık yapılmadığı sürece 20 bin kişinin aleyhinize olumsuz tezahürat yapmasından ne sakınca var? Sizin tribünle bu kadar muhatap olmaya hakkınız yok. O insanlar maça geliyorlar diye siz zaten oralardasınız. Seyirci bu işin en büyük parçası her şeyden önemlisi. O zaman tribünsüz, dört duvar arasında oynayın maçlarınızı ve kimse izlemesin. Eğer bunu kaldırmaya doğanız yetmiyorsa gidin bir ofiste muhasebeci olun. Sakince kendi halinizde hesaplarınızı yaparak, evrakları zımbalayarak çalışın. Çok basit.
Futbol sahalarında çok fazla örnek vardır bu konuda esasında. Fenerbahçe herhangi bir deplasmandayken kale arkasındaki tribünler kaleci Volkan Demirel'e bazen hakaret içeren tezahürat yaparlar. Volkan Demirel de karşılığında dönüp o tribünlere hareketler yapar. Yani tribünle muhatap olur. Bu kadar insan o kale arkasını doldurmasa, çılgınca maçlara gelmese, dekoder almasa pazar bu kadar büyümeyecektir. Belki o zaman da kariyer olarak futbolculuğu seçmeyecektin. Çünkü cazip gelmeyecekti.
Gökhan Gönül, 2016 yazında Fenerbahçe'den Beşiktaş'a transfer olduğunda yer yerinden oynamıştı. Gökhan Gönül'ün, Kadıköy'e ilk kez Beşiktaş forması ile çıktığı maçta, oynadığı sağ kanattaki tribünler ona yapmadığını bırakmadı. Olabilir. Herkesin demokratik bir tepki koymaya hakkı var. Üzerine imitasyon dolarlar yağdırdılar. Ama Gökhan Gönül dönüp Fenerbahçe seyircisine bir tepki vermedi veya el kol hareketi yapmadı. Bu, aslında insanın profesyonellik anlayışını gösterdiği gibi sadece kendi takımının seyircisine değil, aynı zaman rakip takımın seyircisine karşı sorumlu olduğunu ve saygı duyduğunu gösterir.
Bu meseleler Türkiye'de çok fazla yaşanan mevzulardan. Avrupa'nın elit liglerinde de yaşanıyor ama çok nadir. Türkiye'de bu anlayış gerçek anlamıyla çok yaygın. Sporcularının tribünlerle muhatap olup polemiğe girdiği başka bir ülke tanımıyorum. Çok net.
Yani bu Ergin Ataman mevzusunu sadece Ergin Ataman ve Fenerbahçe seyircisi üzerinden okumamız hata olur. Bu çok daha sosyolojik tabanlı bir mesele. Bakın bundan iki hafta evvel Euroleague oynanırken Fenerbahçe seyircisinin Ergin Ataman'ı yuhalamasını eleştirmiştik. Ama burada yanlış anlaşılmasın; Fenerbahçe seyircisinin Ergin Ataman'ı yuhalayıp “Mola alsana, mola alsana, Ergin Ataman mola alsana” tezahüratını eleştirmedim. Çünkü bu tezahürat tribün ve spor kültürü çerçevesinde gayet uygundu. Küfür de içermiyor. Benim eleştirim şuydu: “Yahu ta İspanya'ya Ergin Ataman'ı yuhalamak için mi gittiniz” Düşünsenize; uçağa biniyorsunuz, o kadar yolculuk yapıyorsunuz, İspanya'de Final Four izliyorsunuz, küçük çapta bir İspanya tatili yapıyorsunuz, farklı yerler görüp farklı yiyecekler yiyorsunuz sonra kalkıp Vittoria-Gasteiz'de Sinan Erdem ortamını yaratıyorsunuz. Bu bana amaçsız ve rasyonel düşünme biçiminden uzak gelmişti.
Ergin Ataman'ı tribünlerle fazla muhatap olduğu için açıkça eleştiriyorum ve yaptıklarını doğru bulmuyorum. Manasız çünkü. Ataman, müthiş zeki, entelektüel ve kaliteli bir spor adamı. Sadece basketbol ile ilgilendiğinde kusursuz bir “winner”dır. Ama dikkatini saha dışına vermeye devam ederse ne Fenerbahçe taraftarının tepkisi sona erecek ne de Ergin Ataman'ın 'gergin'liği.