Ergin Günçe’nin Mandolini...
Ergin Günçe'nin şairliği, yaşamöyküsü ve elim bir kazada ölmesi, ister ayrı ayrı ister birlikte düşünülsün, hüzün vericidir. Değil mi ki her trajik ölüm, bir de acı ve yasla imtihan eder yaşayanları.
Türkçenin çok okunmasalar, çok bilinmeseler de unutulmayan bazı şairleri var. Onlar için bu çok okunmamaya da, çok bilinmememeye de bir ah ünlemi gerekiyor. Ergin Günçe de o şairlerden biridir. Onun da şiirleri hem çok okunmayı, hem çok bilinmeyi hem de asla unutulmamayı hak eder.
Ergin Günçe'nin 1938'de Giresun'da başlayan yaşam yolculuğu 1983'te Ankara'da sisli bir günde havaalanına (Esenboğa) inen bir uçakta, piste elli metre kala elim bir kaza sonucu(!)... Bana bu cümleyi tamamlamak hâlâ zor geliyor...
Ergin Günçe'nin şairliği, yaşamöyküsü ve elim bir kazada ölmesi, ister ayrı ayrı ister birlikte düşünülsün, hüzün vericidir. Değil mi ki her trajik ölüm, bir de acı ve yasla imtihan eder yaşayanları.
Türkçenin denizinde bir büyük şiir dalgasının İkinci Yeni adıyla önünü arkasını yıkıp dili yeniden biçimlendirdiği süreçte şiire başlar Ergin Günçe. Bu bilginin önemi sanırım şu dizeleri okuyunca daha açıklayıcı olacaktır:
"ay mıdır kar mıdır pencerede
boğulmuş çocukları martılara taşıyan"
Ergin Günçe "Yeni a", "Yelken", "Dost", "Papirus", "Değişim" gibi dergilerde yayımlar şiirlerini. İlk kitabı 1964'te "Gencölmek" adıyla yayımlanır. Kitaba da adını veren şiirden alınan dizeler, onun şiir biçimi ve biçemiyle, imge dünyası ve izleğiyle ilgili ipuçları verir. Şiirin tamamını alalım buraya, birlikte bir kez daha anımsamış oluruz:
Ay mıdır kar mıdır pencerede
Boğulmuş çocukları martılara taşıyan
Kara köpek karşı kıyıda uluyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese
Bahçemdeki korkuluk nar ağacıdır
Erken ölmüş, iyi giydirilmiş
Sular soğuyor ovada duran ince gölgesinde
Büyük ateşler, kuytu köyler gibi
Alınlarına vişne çiçekleri yağan
O kızlar, delikanlılar ve lohusalar
Oyulmuş bir bebektirler ıhlamurdan
Kestane mangalları, masallar, talikalar
Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Ay kar gibidir pencerede
Henüz on dokuz yaşındayken tanıştığı Cemal Süreya ve Sezai Karakoç'ta hayranlık uyandırır. Bu hayranlığın nerden kaynaklandığını ve nasıl hak edilmiş bir şiir verimine, şairlik ışığına işaret ettiğini gösteren örneklerden biridir "Mandolin" şiiri:
Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
Kır kahvesinde çocuklara çalardı
Temmuz örerken evini sarmaşıkla
Çan çiçekleri göğsünde kuru kalbi
Serilince bahçeye rakı sofrası
Kucağında mandolin, mandolin ve parmakları
Ne yalnızlık kalır ne aşk
Ne gizlice bildiği av şarkıları
Ay dudağında kuruduğu zaman
Ve ne zaman görse çocukları
Serin yaz geceleri penceresinden
Balkona akınca gölgesi
Saçlarında deniz ve uçuşan şapkası
Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
Şimdi kış ve uykusuz çocuklar
Uzak bir mandolin kulaklarında kalan
Bu şiir Ergin Günçe için Sezai Karakoç'a "Kırık bir Verlain var bu çocukta" dedirtmiştir. Bu söz olsa gerektir onun Türkçenin şiir kütüğüne lirik şair olarak kaydedilmesinin nedeni. Bu tanımlama önemlidir, ama sınırlayıcıdır. Çünkü Ergin Günçe'nin bütün şiir verimini kuşatan bir niteleme değidir. Daha çok ölüm sorunsalıyla uğraşan ilk dönem şiirlerine dikkat çeker.
Nitekim "Gencölmek"ten sonraki şiirlerininin izleği zamanla değişir. Belki bir tek ölümle, ölüm duygusuyla, düşüncesiyle olan imgesel cebelleşmesi sürer. Ama orada da bakış açısında önemli bir değişim oluştuğunu, duygu ve düşüncelerine daha çok mizah katılmıştır.
ERGİN GÜNÇE'DE MİZAH
Ergin Günçe’nin şiirinde başından itibaran var olan bir şey daha değişmez ve yoğunlaşarak sürer. Mizah duygusu, onu İkinci Yeni'den olduğu kadar Garip şiirinden ya da daha tekil örnekler oluşturan Metin Eloğlu, hatta belki Can Yücel, Ülkü Tamer gibi şairlerden etkiler aldığını düşündürür.
"Avcı" şiirinin Ergin Günçe'nin etkilendiği şairleri ve onun bu etkilenme çemberinden nasıl çıktığını, şiirini kendine özgü hale getirebilmeyi nasıl başardığını gösteren bir örnektir diye düşünüyorum.
Kalbim, bu sessiz sonbaharda
Bugünkü atlaslara inanma sakın
Düz bir tepsidir dünya
Yolun sonuna ulaştın artık
Güzel bir durum kıyısındasın.
Bir kırmızı fenersin bir hayli dokunaklı
Uzayan kar tipisi altında
Kalbim, dağların kaybolmuş senin
Kurtlar falan inmiştir bembeyaz ovalara
Bir ağlayışı sustuğun belli
Şarkılarını söylerken
Kalbim, göller bölgesindesin
Ne olur gölgeli yollardan yürü
Başında bir şapka güneşten sakın
Gözlerinden okuyorum acını
Bir aile yangınında testilerin kırılmış
Kavrulmuş gitmiş sanki çocukların
Kalbim benden hatırlısın bilgeler arasında
Avcısın, çünkü bir orman içindesin
Sulardan içiyorsun, meyvelerden yiyorsun
Tırmanmak istiyorsun bir tepe daha
Güleçsin nedense bir çocuk gibi
Köpeğine gençliğini anlatıyorsun
Güneş bir portakal çığlığıyla battı
Tutukluk yapıyor kırma tüfeğin
Derme çatma kulübenden uzaksın
Kalbim bir telgraf çek kendi kendine
Seni bekliyor son yolculuğun
Tenha bir istasyonda
İlk karakola teslim ol ya da
Köpeği bir dostuna emanet bırak
Ormanda bir köşeye göm fişeklerini
Anıları bir müzeye gönder istersen
Bunca yıl yaşadın yakalanmadın
Güzel suçlar işledin bir tarih oldun artık
Eğer bana sorulacak olursa.
Her hüznü her sevgiyi ayakta alkışladın
Gül kökünden bir pipo
Bir yasemin ağızlık
Yadigar kalsın bezirganbaşı
Tüm avcılara yadigâr kalsın.
Başından sonuna kadar derinleşen, ama değişmeyen bir mizah duygusunun siyasal boyut kazanarak yansıdığı şiirleri, onun artık poetik olarak başka bir düzleme geçtiğini gösterir. "Mayıs Günleri İçin Ağıt II" bunun iyi örneklerinden biridir diye düşünüyorum:
Ortalık karışıktır
Tabanca çekmek zorunda bırakıldık
Bir tarih de biz düşelim
İşe başlamanın tam da sırası
Aşk gitti, başka Kaleler kaldı geriye
Ortalık karışıktır
Ezanda Çocukları asabilirler
Aysız ve Kanla ısıtılmış Gece
Bir Mayıs gecesi belki de
Ortalık karışıktır
Yusuf'un ütüsüz bir gömleği bizde
Hüseyin yüzümde bir rüzgâr Hüzün kaldı
Deniz bir koyu ateşle tutuşup yandı işte
Ortalık karışıktır
Haluk koşarak geldi bir Gazeteyle
Susmaya başladım birden
Düştüm ve soludum devedikenler içine
Ortalık karışıktır
Yazların ve Güzlerin acemi sözleriyim
Her şeyi yarım kalmış bir İkindi Kuşunun
Tek başına yuvasıma dönüşüyüm artık
Ortalık karışıktır
Suratım yağmurla hırpalansa da
Gidip Nar çiçekleri serpmeliyim
Uzun ve genç uykuları üstüne
Ortalık karışıktır
Şiir bile Tabanca çektirirken
Bir Tetik, birdenbire bir Tetik
Kol düştü, başka Kaleler kaldı geriye
Özetle: üretim ve tarih öncesi bir suratın mülk sahibi
Kaçar, nefesi tüketir ve saklanır
Bana öyle geliyor ki Ergin Günçe'yi kim anlatsa yüreği yanar, içi sızlar. Başka türlü anlatılması olanaksızdır. Onu anlatanın gözyaşları yanağında kurur belki, ancak yüreğinin ateşi küllenmez.
Şair, "Türkiye Kadar Bir Çiçek"te bildik, ama daha çok bilmedik, ancak düşünerek bilebileceğimiz çiçekler sayar.
“Benim poliste kaydım varmış, hohho
Poliste kaydı olmanın çiçeği”
Çiçekleri sayar ve okurken düşünürsünüz ki aslında Ergin Günçe toplumsallığın coğrafyasında incelemeye çıkmıştır, gözlem ve deneyimlerini ironik bir dille aktarır. Şiirin tamamını okuyalım:
Soğuk suda çarpa çarpa yıkadım
Yüzümün niyeti bir aşk şiiri
Ayçiçeği
Gümüş çiçeği, Kavun Karpuz Mevsimi
Çiğdem: yağmur sonu çiçeği
İlk cemreden sonra bulduğumuz çiçekler
Gül güldür, Gül de güldür
Ben bu kadar anlarım bu işten
Ekinler sarardı biçtik güz geldi
Eskiden sevdiğim kızlar çiçeği
Öpemedik birbirimizi işte bunun çiçeği
Tay gibi dururdu tay gibi bir kız çiçeği
Benim poliste kaydım varmış, hohho
Poliste kaydı olmanın çiçeği
Bir davet olan çiçek
Süslerler eteklerini kikirdeyerek
Kaymakam evlerinde yastık çiçeği
Diz çiçeği. Türkçenin en ayıp kelimeleri
Dul, Baldız, Bizim Güveyi
Bacanak çiçeği, ayıp çiçekler
Yüzünün ve taranmanın çiçekleri
Entarin düzelirken açan çiçek
Bir davettir çiçek ve çok kere gidilemez
İnsanın dairede işi vardır çünkü
Amerikan polisinde bile fotoğrafım var, hah
Hangi hırsızın polisi, hani ev sahibi
İyisin sevgilim, aceleci ve sabırlı
Belki de barışa bir savaşla varılır
Çünkü işleten sevgiyi
Öfkenin kurucu meclisidir
Tarihi hızlandırmanın çiçeği
Senin saçlarında bir Macar kırmızı var
El yazması Kur'anlar
ve Benim yanaklardaki Çerkeslik
Daha bir sürü çiçekler
Senin de bir kaydın bulunmalı loy
İyisin, demek ki iyisin, sabırlı ve aceleci
Kadınlar Mevlûdu, şerbet çiçeği
Geldibirakkuşkanadıylarevân ve benim uykum
Ki güzel çiçektir her zaman
Hâfız kadınların fingirdekleri
Tüccar, telsizciler, terlikçiler
Aklımda bir kasabanın çiçeğini tamamlar
Hamamı her gün turşu kokar
Demek, düğünlerde böyle oynarlar
Gözleri duvarlara, tavana bakar
Köylerin solgun aşk çiçeği
Düğün ne kadar uzundur, Sağdıç çiçekleri
Güveyi pencereden bir silâh atar
Kızevi utanarak tarar sakalını
Göğe bir duman çiçeği salınır
Kaydımız olsa da olmasa da sevgilim, ohho
Kaç kere yıkadık birbirimizi
Ayçiçeği
İş becermişlerin yüzündeki çiçek
Kurtuluş Savaşının kaşındaki çiçek
Asyada kabaran ekmek çiçeği
Beş bin yaşından bir komutan
Sen bu kadar yüreklisin
İnce çekingenlik çiçeği
Ha dediklerinde dağda olursun
Ha diyeceklerin ağzındaki çiçek
Umudun çiçeği
Türkiye kadar bir çiçek
Yüzünün niyeti bir aşk çiçeği
Bir kalkışma yüreğindeki çiçek
Ergin Günçe’nin şiirleriyle ilgili Cemal Süreya'nın şu eskimemiş tespitini anımsatmak isterim: "Bir savaşçı gibi değil de bütün hesaplarını vermiş eski bir uygarlık gibi konuşmaktadır."
Ergin Günçe'nin şiirlerindeki ses bana bir başka şairi değil de bir romancı ve öykücüyü, Oğuz Atay'ı hatırlatıyor. Tanışıklıkları, yakınlıkları nedir, ne kadardır bilmiyorum. Ama Ergin Günçe'nin şiirlerindeki yer yer karamizaha ulaşan biçemle Oğuz Atay'ın yapıtlarındaki ince alay, karamizah, humor arasında bir yakınlık olduğunu düşünüyorum. Bilmiyorum bunda Ergin Günçe’nin, kökü yaşamın derinliklerinde, yapraklarının ucu şiir okurunun kalbine değen "Türkiye Kadar Bir Çiçek"in altında, yağmurda ve güneşte mandolin çalan bir şair olmasının etkisi var mıdır?
ERGİN GÜNÇE VE OĞUZ ATAY'IN BENZERLİKLERİ
Ergin Günçe'yle Oğuz Atay'ı yazın tarihi içinde farklılaştıran özelliklerin benzerliği irdelense keşke... Ergin Günçe, zemherideki yaşamdan kopanlar, koparılanlar arasına sisli bir 16 Ocak günü katılmıştı.
"Alıngan ve içli çocuk olduğum için
Rahatlarım Bankanın camını kırsam
Sularım sonra atımı bir derede
Ne zaman ne zaman kırlara kaçsam"
Türkçenin ortasına sessizçe ve çocuk yüzüne yayılan bir tebessüm inceliğiyle bırakılmış, tazeliğini bugün de koruyan "Türkiye Kadar Bir Çiçek"in şairini saygıyla anıyoruz...
BU AYIN DERGİLERİ
Duvar dergisi sayı 29
İki aylık edebiyat dergisi Duvar’ın 29. (Ocak-Şubat 2017) sayısı yayımlandı. Duvar ilk sayısından itibaren özgün ve saygın çizgisiyle dikkat çeken bir dergi. Bir sanat edebiyat dergisine okur nezdinde özgünlük ve saygınlık itibarını kazandıran kuşkusuz yer verdiği ürünlerdir. Ancak bir yayın için içerik kadar önemlidir biçimsel sunumu... Bazen bir dergiyi içindeki yazı karekteri ya da metinlerin puntosu, görselliği tek başına sevdirmeye yetebilir.
Duvar’ın okurla buluşan 29. sayısında şiirleriyle Saadat Hasan Manto, Arzu Çiftsüren, Ali Özgür Özkarcı, Hakan Yılmaz, Deniz Poyraz, Kerim Akbaş, Ozan O. Yılmaz, Ferit Burak Aydar, Baht, Enver Topaloğlu, Hasip Bingöl, Burak Baysun, Elçin Sevgi Suçin, Burcu Uğuz, Olcay Özmen.
UNUTULMAYAN DİZELER…
“Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni”
Ahmed Arif