Bu kez hepimiz, 2018 yılı Türkiye güzeli Şevval Şahin’in CNN’deki Sorgu Sual adlı programda kendisine yöneltilen sorulara cevap veremeyişi üzerinden linç edilişine şahit olduk. Kim bilir bir kadının kaçıncı kez “güzel ama aptal” yaftasıyla yargılanması, yerden yere vurulması, aşağılanması…
Öncelikle belirtmek isterim; bu bir kişiyi savunma yazısı değil. Sorunların kökenini görmeye çalışalım, sistemin ekmeğine yağ sürmeyelim, yazısı.
Malum program kesitini izlerken, temel olarak üç şeyden rahatsız oldum:
İlki, Şevval Şahin’in sorulara yanıt veremeyişiyle eğlenen, kadının zor durumda kaldığına şahit olduğumuz o anlardan delice zevk alan, kadın sorulara cevap veremedikçe belki de kendisini pek zeki hisseden kişiler olduğunu bilmekti sanırım. Basit bir ego tatmini gibi geliyor bu bana. Kibir, diyeceğim ama değil. Zira, kibrin de bir yakışırı vardır. Bu, daha ziyade asaletsiz, bayağı. Küçük egolarımızı tatmin edecek büyük ve faydalı şeyler bulmalıyız diye düşünmüşümdür hep. Başkalarının eksiğiyle veya yanlışıyla dalga geçmenin bizi yüceltmediğini bilmek zorundayız. En azından, iyi hissetmek için aracımız böyle bir yöntem olmamalı.
İkincisi, soruları soran kadınların yüzündeki ifadeydi. Üzüldüm. Durum ne kadar şaşırtıcı olursa olsun, bir kadın olarak, bir kadının karşınızda bu derece zor durumda kalışını, bu derece soğukkanlı bir ifadeyle izlemek, yine bir kadın olarak beni incitiyor. Kaldı ki, Şevval Şahin Instagram’dan bir açıklama yapmış; program öncesinde böyle sorular sorulmayacağına ilişkin bir anlaşma yapmıştık, yardım amaçlı bir programdı, katılmak istemememe rağmen sırf bu sebeple katıldım, beni kadına şiddete karşı olduklarını söyleyerek ikna etmişlerdi. Türklüğümü sorgulayan sorulardı, 6 yaşımdan itibaren İngiltere’de büyüdüm, yine de daha az Türk olduğumu düşünmüyorum” diyor. Dolayısıyla, sorulan soruların ve tavrın pek de iyi niyetli olmadığını söylemek mümkün.
Üçüncüsü ise -ki esas rahatsız edici olan- yine bir kadının aşağılanması suretiyle aterkil yapının kendini tekrar etmesine sebep olduğumuzun farkında olmayışımız. Burada esas dert nedir? Güzellik yarışmasında birinci olmuş bir kadının güzel ama aptal olduğunu tespit edip, kadının travma yaşamasına yol açmak mı, yoksa aptal güzellik standartları koyarak kadın bedenini metalaştıran ve cehalete yönelten kapitalizme tepki vermek mi? Bence ikincisi. Zira, birincisi bize hiçbir şey kazandırmaz. Hatta bir insan hayatına mal olan bir davranış biçimi bile olabilir. Eğer, toplum adına iyi bir şeyler yapmaksa niyetimiz, toplum nezdinde kişileri değil sistemleri tartışmak işlevsel olan. Toplum düzenine kast eden kişiler hariç elbette.
Güzellik yarışması denen organizasyonlar; kadınları aşağılayan ve inciten, kadın bedenini metalaştıran/ticarileştiren, ırkçı, cinsiyetçi, anlamsız kapitalist araçlardır. İşin acı yanı, bu çağda, dünyada da Türkiye’de de hâlâ var. Güzellik yarışmaları dünyada feministler tarafından pek çok defa protesto edildi, yarışmalar basıldı, eylemler yapıldı. Bugün bu “ilkel” bile diyemeyeceğimiz, akıl dışı organizasyonların eleştirilmesi yerine, bu yarışmaya katılmış bir kadının bir kurgu dahilinde dile dolandırılması hem ikiyüzlüce hem de eleştirilen şeyin devamını sağlayan bir tutum. Kadınlar üzerinden para kazanan erkek aklın kurduğu kapitalist sistemde, bu kadınları eleştirmek şuna benziyor: “Canım ama yani eşitlik falan güzel de sorun daha ziyade kadınlarda, biraz da kadınlar yapıyor, onlar da az değil” benzeri cümleler kurmaya. Yani, siz sorunun kaynağına değil sonucuna bakıyorsunuz. Kadınları bu noktaya getiren erkek aklı değil, o noktaya getirilen kadınları eleştiriyorsunuz. “Onlar da o noktaya gelmeseydi!” derseniz ben de size rahatlıkla “Hadi canım!” derim. Herkes sistemi kursun, kadınları sustursun, evlere kapatsın, 2020 yılında kürtaj hakkını bile elinden alsın, emek emek kazandıkları haklara kastetsin, feminist örgütleri terör örgütü statüsüne sokmaya çalışsın, öldürüldüklerinde bile erkekler korunsun; sonra “Ama yani kadınlar da…”
Hadi canım!
Tablonun çirkinliğine bakın: Erkekler ve bakmaktan hoşlandıkları standartlarda kadınlar, buna göre dizayn edilmiş bir dünya düzeni, güzellik yarışmaları, erkeklerin kadın bedeni üzerinden para kazanması, eşit olmayan fırsatlar, kadınlara geçit verilmemesi, kadınların cehalete itilmesi, güzellik üzerinden var olmalarını sağlayan bir sistem, cımbızlar, topuklu ayakkabılar, epilasyonlar, rujlar, daha çok bakılan kadın bedenli profiller, çok ama çok takipçiler, sorulan sorular, verilemeyen cevaplar ve güzel ama aptal kadın!
Bu mu hep beraber gülmemiz gereken tablo? Buna mı “Ona da oh oldu, ama hak etti o da!” diyeceğiz? Bu mu bizim dehamız?
Bu bakış, aynı zamanda “güzel” addedilen kadınların akıllı olamayacağı veya aptal olacağı ön yargısını da yayan bir bakış. Erkek egemen sistemde, hangi ortama girerseniz girin, güzel olarak tanımlanan kadınlara ilk anda, aptalmış ön yargısıyla yaklaşıldığını görürsünüz. Bu kadınlar çoğunlukla önce kendini ispat etmek durumunda kalır. Eğer ispat ederse, bu şaşırılacak bir şey olarak görülür, “Aa hem güzel hem akıllı ne enteresan...” Hatta bunun Türk filmi sahnesi de vardır; hasta Ediz Hun, doktor Filiz Akın’la karşılaşınca doktor olduğuna inanmaz. Filiz Akın nedenini sorunca, “Çok güzelsiniz” der. Filiz Akın da yapıştırır cevabı “Ne yani, güzel kadınlar doktor, mühendis, avukat olamaz mı?” Ediz Hun utanmaz, “Hayır, sizin gibi güzel kadınlar daima öpülmeli, sevilmeli” gibi bir şey der. Güzel kadınların taciz edilebileceği fikrine hazırlanan zemindir işte bu. “Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da” cümlesi de buralardan gelir. Güzel olan kadının verdiği akıllıca cevaplar olsa olsa küstahlıktır.
Hangi erkeğin verdiği akıllıca cevap küstahlık olarak algılandı? Hangi erkeğin, bir koltuğa oturtulup sıkıştırıldığını gördünüz? Kaç erkeğe “Hoş ama boş” dendiğine şahit oldunuz?
“Efendim bu kadınlar da sistemin ekmeğini yiyor, şöyle para kazanıyor, böyle alan-satan razı” gibi cümleler yalnızca bu sistemin devamını sağlar. Amacımız kimseden intikam almak değil neticede öyle değil mi?
Doğrusu, söz konusu programın tek iyi yanı, bu konuyu tartışma ortamı yaratması oldu. Kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırıların bu derece arttığı ve erkeklik krizinin hortladığı bir dönemde, önümüze düşen tüm konulara cinsiyet eşitliği penceresinden bakmak ve konuşulur hale getirmek, aynı zamanda hepimizin görevidir.