La Paz’da bir semt pazarıydı. Küçük küçük sepetlerdeydi her şey
ve bazıları çuvallarda. Mangolar yeşildi henüz, Muzlar hem yeşil
hem sarı. Kızartma ve haşlama yapmak için olanlardandı yeşiller.
Patates kızartmasından daha da güzel bence, biranın yanında iyi
gidiyordu ama bir birayla sarhoş olabilirdin ilk günlerde, 4150
metreye bile varıyordu yükseklik La Paz’da. Ekonomikti yani sarhoş
olmak. Koka yaprakları yemyeşildi. Yükseklik deyince geldi aklıma,
çoğu kişi çiğniyordu, yanakları gittikçe şişiyordu, akşama
doğru.
Hindistan cevizleri, guarana, guabirá,
ocoró gibi bir sürü tropik meyve vardı,
rengarenktiler.
Ve kadınlardı bütün pazarcılar….
Sadece bu pazarda değil, her yerdeydi kadınlar. Geleneksel
elbisesi, çeşit çeşit şapkalarıyla duruyorlardı tezgahların
arkasında ve aynı çeşitlilikte, dilleriyle kendi aralarında
konuşuyorlardı, Aymara, Quechua, Guarrani…
-Bir pazar yeri gibiydi memleket dili, 34 resmi dili vardı, tek
vatan tek dilcilere inat-
Madenci kadınlar da vardı Potosi’de. İşgal madenlerinde
rastlamıştım. Gümüş bulaşıyordu, yüz çizgilerine. Derindi çizgiler
ve parlıyordu gümüş tozları. Kadınların her yerde çalıştığını, bir
güzelleme olarak söylemiyorum. Bir olguydu bu Bolivya’da. Yoksa
kadınların çalışmasına karşıyım. Herkesin çalışmasına karşıyım.
Devrimden sonra sadece 2 saat çalışacağız. Gerisinde balık tutup,
resim yapacağız. Ben demiyorum, Marx diyor. Yoksa devrime ne gerek
var?
-‘Dans edecek bir dünya istiyoruz.’ Diyordu Sub. Kumandan
Marcos-
Kısa saplı madenci kazmalarını, dar dehlizlerin içinde ve
onların dibinde, tahta çarmıkla inilen derin kuyularında gümüş
damarlarını parçalamak için kullanıyorlardı. Hızlı ve çabuktular,
çünkü ne kadar gümüş çıkartabilirlerse o kadar, ekmekleri oluyordu
sofralarında.
-‘Altın herkes için bir süs eşyası olabilir, benim için ekmek’
diyordu bana Venezuela’da bir madenci kadın-
Dinamit atanları da vardı kadınların, sadece madenlerin içinde
değil, gösterilerde, sokak barikatlarında. Ben görmedim bunu
doğrudan ama Miguel söyledi. El Alto’da gösterilerde dinamitçiydi
Miguel. Televizyon programı yapıyordum o zamanlar, fitili
tutuşturmadan önce bana haber veriyordu. Çok yakından çekiyordum,
hızla ilerliyordu ateş havada ve ortasından ikiye kesilmiş dinamit
lokumuna vardığında düşmüş oluyordu. Patlıyordu.
Aynı evde kalıyorduk El Alto’da, Miguel ve dinamitlerle…
-‘Nobel Ödülü Bolivyalı madencilere verilmeli’ diyordum,
doğrudan insanlık yararına kullanıyorlardı dinamiti.-
Şimdi bu Bolivyalı kadınlar, yani sadece çalışanlar değil,
mücadele edenler, ‘Depatriarkalizasyon- Erkek egemenliğini
ortadan kaldırma bakanlığını’ almışlar. Tam şunu mutlaka vurgulamak
için bu yazı; Bu ‘bakanlık’, erkeklerin, egemenlerin ve özellikle
başkanların bahşetmesi filan değil, 1977 yılında diktatörlüğe karşı
direnişle başlayan, kadın sendikalarının, yerli kadın
hareketlerinin, köylü kadın örgütlenmelerinin bir araya gelerek,
1980'de kurdukları ‘Bolivya Yerli Köylü Kadınları Ulusal
Konfederasyonu' "Bartolina Sisa" CNMCIOB "BS" gibi mücadele
eden, kadınların söke söke aldıkları bir şey. Yoksa erkeklere
kalsa, pazar tezgahlarının arkasında, köyde yetiştirdikleri
meyvelerin tadında ve derin çizgilerini kaplamış gümüş tozlarında
kalmalıydılar.
Bundan sonrasını, artık erkekler düşünsün…
Kadınların elinde dinamit lokumu ve yanan bir fitilde hızla
ilerleyen bir ateş havada….