Dedelerimizin bize bıraktığı 'erkeğin güzelliği aklındadır'
felsefesi, yıllar içinde 'bakımlı erkek'e evrildi. Eski
fotoğraflara bakınca, aslında hiç de fena olmamış dedim. Geçen
günkü hayırlı evlat ziyaretlerimden birinde, fotoğraf albümümüz
düştü aklıma. Acaba duruyor muydu?
Başta ana babamızın ve akrabaların düğün fotoğrafları olurdu
albümde. Damat, Türk filmlerinden sıçrayıp gelmiş, hemen yanında
beşibiryerde gerdanlık ve benzer takılarıyla gelin. Hatta bazı
zengin akrabalarımızın düğün fotoğraflarında, gelini altınlara
takmışlar gibi. Babanın askerlik hatıraları var sonra. Kol saati,
savunma gücümüz için hayati önemde olmalı o zamanlar. Belki de
Nacar saati olmayanın askerliğini yakıyorlardı. Son olarak, biz
çocukların bebeklik, oyun dönemi ve okul pozlarımız...
Albümden hazzeden ergen bulamazdın. Çünkü o zamanki ev
gezmelerinin işkence aletiydi fotoğraf albümü. Neşeli
misafirlerimiz bakıp bakıp kafa bulurlardı bizimle. Mis gibi renkli
televizyon var işte, izlesene! Yok, illa ki albüme bakılacak. Onca
zaman sonra nolduysa canım çekti albümü. Anneme sordum. Evin dış
kapısından salonun bütün girintilerine kadar yaptırılmış arşiv,
hurç ve kiler dolaplarının hangisinde olduğunu koordinat vererek
tarif etti.
Fidan boyunu gelinlerine ispat etmeyi amaçladığı besbelli
yükseklikteki albümü, sandalye marifetiyle çıkardım. Organik meyve
gibi eciş bücüş ilk gençliğime, tek kaşlı hallerime, bileğimdeki
gümüş bileklik künyeme, bazen ortadan ayırdığım jöleli saçlarıma
(valla her zaman değil), pantolonumun içine soktuğum tişörtüme ve
cılız bedenime bakıp bugünüme şükrettim. Jölenin markası dün gibi
aklımda. Saçımla beraber beynime kazınmış demek. Hobby... Bizden
öncekilerin limon suyu marifetiyle ahenkle parlayan saçlarına az
gülmemiştik. Jöleli iğrençliği hak etmek kolay olmamıştı.
Fotoğraflar neleri vurmadı ki yüzüme! Çocuğuz bir tanesinde.
Teyzelerimizden biri kardeşimi kucaklamış, diğeri beni. Kardeşimi
kucaklayan, yılbaşı piyangosu çıkmış şanslı kişi gibi neşeli. Çünkü
kardeş, Alman kartpostallarındaki gibi ay parçası maşallah. Çocuk
değil bal küpü. Bana düşen teyze ise, evine haciz gelmiş gibi
acılar içinde kıvranıyor. Fotoğrafçı işini bitirince kucağındakini
yere fırlatıp kaçacak sanki.
Hele bir tane orta üç halim var, bildiğin oklavaya dekoratif
olsun diye deri kaplamışlar. Açlığın önlenmesi temalı kamu spotu
çekmişiz sanki. Fotoğraflara bakarken aklıma geldi, ben o zaman
kızın birine açılayım diye kıvranmıştım. İyi ki tipsiz olduğum
kadar cesur da değilmişim. Bir şey değil, kafama vursa jöleye
yapışacak, ömrü billah kaderi olacağım bahtsızın. Ama esas, böyle
tipsiz evladı, yılmadan sevebilmesinden ötürü anacığımı takdir
ettim. Albümü gelinlerden ve çocuklardan uzak bir yere kaldırdım.
Mart devrilir, hava düzelirse bahçeye gömeyim fikriyle
ısınıyorum.
Zamanla güzellik sektörü, sırf kadınlara çalışmaktan sıkıldı.
Erkeklerden de ekmek çıkardılar. Sunulan fırsatları değerlendirdim
ama abartmadım. Fakat bazı hemcinslerimin cesaretinin henüz çok
uzağındayım. 'Çok kurcalama, bozarsın' mantığıyla bakıyorum bu
çabalara. Fakat, nereden te nereye geldik...
Biraz düşündüm bunu. Sonra baktım tam düşünemiyorum. Fark ettim
ki komplo teorimi unutmuşum. Hemen kuşandım. Şahsi görüşüm, beyaz
çorap mevzusunda direnseydik tüm bunlar başımıza gelmeyecekti.
Erkek cemaatinin 'sarı öküz'ü beyaz çoraptı. Saflığın, dürüstlüğün,
temizliğin rengi beyazımızı ayağımızdan aldılar. Hep beraber
yaşadık bunları. Hatırlıyor ve yenilmiş pehlivan hüznümüzle olup
biteni anlamaya çalışıyoruz.
Çok pis "ığğyy!" demişlerdi. Çoğumuz hemen gevşedi, direnmedi. O
zamanlar lisedeydim. Seksenlerin sonu. Sovyetler dağılıyor, dünyaya
açılıyor ama zavallı ben ağız tadıyla beyaz çorap giyemiyordum.
Çorap ve ağız tadı biraz tuhaf oldu, farkındayım. Hele bir de havlu
çorap vardı ki dersin İran halısına basıyorsun. Beyaz olacak
ama!
Şimdilerde akranlarımdan çoğu bağlama çalamadığı için, kimi de
zamanında memleketi terk etmediğinden hayıflanıyor. Benimki çorap!
Beyaz çoraptan ukde yaptım. Sebebi hiç de politik değildi. Anneme
göre beyaz çorap çabuk kirleniyordu. Renkli çorap ki kast ettiği
siyah, mis gibiydi. Üstelik çabuk kirlenen beyaz çorap, "o ne öyle
pis bir şey"di. "Pis bir şey" dediği şeyse artık bir doğa
yasasıydı. Sobalı ev ve kurutulması gereken çamaşır sorunsalı da
eklenince ikna oldum. Kendi dünyamın 'ana fikri' ne uydum.
Derken, doksanların başı. Dün gibi hatırlıyorum. O değil de
artık her bedene göre komplo teorisi yapmışlar. Ne kadar rahat
düşünüyor insan. Mesela üst akıl rahat durmuyordu. İşini gücünü
bırakmış bizim yiğitlerimize kafayı takmıştı. Arkadaş sen üst
akılsın, kıldan tüyden mevzularla niye ayağa düşüyorsun? Sen git
harita değiş! Erkeğin tek kaşıyla, döşünün kılıyla, sırtının
battaniye görüntüsüyle, sempatik babalarımızın gıdısı ve göbeğiyle
ne uğraşıyorsun? Kadınları ayrı ezdiler erkekleri ayrı bu zalımlar.
Vay kariyer, vay anne, vay seksi, hemi de helal süt emmiş… Bir
düşmediler yakamızdan!
Fakat erkeğin derdi yürek parçalıyordu. Mis gibi berberimiz
vardı. İlkin kuaför dediler ona. Biraz acele olmuştu ki tam
yazamamışlardı. 'Kuför', 'kuvaför', 'kuğaför'… Değişime küfür etmek
olmaz tabii. 'Klass'lar, 'Şanzelize'ler, 'först man'ler,
!elenora'lar, 'hair man'ler, 'altın makas'lar; bir açıldı, pir
açıldılar erkek dünyamıza. Pis dağıldık. 'By kuaförü' gördük
misal.
'Saç & Ceza'yı tek geçerim ama. Kitabı basılmamış yazarın, bir
zaman sonra berber olup intikam alması gibi. Saç/malamakta
zırvadayken bırakırlar herhalde dedik ama ümidimizin kırıklarını
aldılar. Memleket tuhaf bir yere doğru gidiyordu. Berberin kuaför
oluşu; sekreterin yönetici asistanına, personel müdürünün insan
kaynakları uzmanına dönüşmesiyle eş zamanlıydı. Bakımlı olduk,
metro seksüel falan. Çağsa çağ, ayaksa ayak, çorapsa çorap…
Burada bir konuyu hemen netleştirelim. Erkek, sadece güzel bir
varlık değildir. Erkek, aynı zamanda sadık bir varlıktır. Ne kadar
kendini değiştirse de kolay kolay berberini değiştirmez. Arada
hiçbir resmi kayıt olmadan, yıllarca aynı berber koltuğuna baş
koyabilen özel insandır o. Bazen küçük kaçamaklar yapsan da hafif
bir triple geçiştirir yaşananları berber. Senin bir şeyler
çevirdiğini hemen anlamasıyla, seni ne kadar iyi tanıdığını
hissettirir. Fakat asla "Kim o …?" diye sormaz, kimsenin kendisine
rakip olabileceğini düşünmene fırsat vermez. Sen koltukta, o
koltuğun arkasında aynaya bakarken göz göze gelmemeye çalışırsınız.
"Olan saçına olmuş" anlamında oflayıp puflar, belki bir iki laf
vurur. Dönüp dolaşıp geldiğin ve kürküne dokunulacak tek dükkândır
orası.
Başın koltukta ve tanıdık bir elin altında mahcupsundur. "Abi
nasıl yapalım?"’ türünden acemi müşterilere sorulan sorular ve ön
çalışmalar yoktur. Hafif serindir durum. Mecburiyetini, bir kerelik
olduğunu, özür cümlesi kıvamında söylediğinde anlar. Onca yıllık
ilişkiyi bir seferde yakmaz. Az sonra buzlar erir ve sevgi
dokunuşlarına eşlik eden kahkahalarla huzurlu bir yere döner
dükkân. Ona sadık olman gerektiğini iyice anlarsın ve yaptığın
'eşşeklikten' utanırsın.
Yeni yılda da berberimizi aldatmayalım!
Mutlu yıllar!